| Konu: | Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 65 |
| Tarih: | 01.04.2016 |
CHP GRUBU ADINA GAMZE AKKUŞ İLGEZDİ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özgür insan için özgürlükçü demokrasiyi savunan Cumhuriyet Halk Partisi adına, bizlerden insanca ve onurlu bir yaşam bekleyen, adaletin ve hukukun üstünlüğünü isteyen bütün yurttaşlarımı saygıyla selamlıyorum.
Ünlü edebiyatçı Cahit Irgat bir şiirinde "En dar, en karanlık sokaklar/ Çok yakında bir gün/ Bayramlaşıp ışıyacaklar/ Hürriyet giyecek aydınlık ayaklar." der. İşte, bizler de bugün aydınlığa ulaşmak için en karanlık yollardan geçmeye çalışıyoruz ancak bayramlaşmanın hasretini yaşarken sonsuz bir matemin içine çekiliyoruz. Kör bir karanlığın ortasında acılarıyla birlikte yapayalnız kalmış binlerce insan var dışarıda, her biri bizden umut bekliyorlar. Çocukların geleceğinden endişe duyan anneler, babalar kaygılarını gidermemizi istiyorlar, kanayan bir yara var, bizden kanı durdurmamızı istiyorlar. Bunu ne derece başarabileceğiz, önce kendi vicdanlarımıza sormamız gerekiyor. İşte bu nedenle, bugün görüştüğümüz bu tasarı yaraları sarmak, haksızlığı, cezasızlığı ve eşitsizliği ortadan kaldırmak adına çok önemli. Yerinden yurdundan koparılmış 16 yaşındaki Suriyeli bir çocuğun en masum kaygısını "Geleceğimi hayal ettiğimde hiçbir şey göremiyorum." diyerek dile getirdiği gibi, ben de bu kanuna baktığımda ülkemizde insan hakları mücadelesinin geleceğine yönelik umut veren bir ışık göremiyorum ne yazık ki.
Öncelikle, bu tasarı eleştirileri karşılama kaygısıyla hazırlanmış bir tasarı. Tasarıya genel olarak bakacak olursak, insan haklarını koruyacak, ayrımcılıkla mücadele edecek, işkence ve kötü muameleye karşı ulusal önleme mekanizmasını aynı çatı altında, aynı anda harekete geçirecek bir kurum oluşturuyoruz. Göze hoş, kulağa güzel geliyor. Hatırlayın, 1980'lerin sonunda Türkiye'yi yönetenler ülkeyi dikensiz bir gül bahçesi yapmayı vadetmişlerdi, insan hak ve onurlarını koruyacaklarını söylemişlerdi. Oysa ülkemizin insan hakları karnesine bakıldığında birçok düzenleme yapıldığını ancak uygulamaların hep sorunlu olduğunu görüyoruz. O günlerde Türkiye'yi insan hakları konusunda düzenlemeler mezarlığına çevirenler çoktan tarih sahnesinden silindiler.
Arkadaşlar, şurası bir gerçek ki iki yanlış bir doğru etmiyor. Bu tasarı vize serbestliği için hazırlanmış bir tasarı. Oysaki demokrasi, özgürlük ve eşitlik bizlerin, hepimizin ortak isteği olmalıdır. Bununla birlikte daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük ve her alanda eşitlik ancak ve ancak uzlaşma kültürüyle sağlanır fakat getirmiş olduğunuz tasarıda ne uzlaşmanın ne çoğulculuğun ne de eşitliğin izlerini görmek mümkün değildir. Demokrasilerde böylesine dayatmacı bir anlayışla getirilen düzenlemeler her zaman başarısız olmuştur. Öte yandan torba kanunlarla ülke idare etmeyi bir alışkanlık hâline getirmiş siyasi iradenin hak ve özgürlükleri de bir torba içine koymasını artık yadırgamıyoruz.
Değerli vekiller, ülkenin geleceğini belirleyecek, yeni nesillere emsal teşkil edecek kararlara burada el kaldırıyoruz. Bugün görüştüğümüz tasarıyla Türkiye'de insan hakları ve eşitlik mücadelesini geriye götürüyorsunuz; itirazımız bizlerin bu yüzden. Ayrımcılığın tanımını eksik yapıyorsunuz. Ayrımcılıkla mücadele ederken insanları ırkından, renginden, cinsinden, dilinden, din ve mezhebinden, inancından, etnik kimliğinden, siyasi vicdani ve felsefi kanaatinden bağımsız olarak ele almanız gerekir. Yoksa, bu tasarıda ayrımcılıkla mücadelenin çerçevesini eksik ve yanlış çizmiş oluruz. Bu durum da arkadan dolaşarak ayrımcılığa karşı cezasızlığı meşrulaştırmış olur ne yazık ki. Bakan, Komisyon görüşmeleri esnasında ayrımcılık tanımının muallak olduğu yönündeki eleştirilerimize "Biz kurulu esnek bırakıyoruz." diyerek cevap vermişti. Arkadaşlar, ayrımcılığın, eşitsizliğin ve hak ihlalinin esneği olmaz. Eğer ki her türlü hak ihlaline karşı alınacak önlemleri esnek bırakırsak bunun adı keyfiyet olur ne yazık ki. Ülkemiz daha yakın geçmişte ucu bucağı belli olmayan, keyfiyete dayalı esnek soruşturmalar yaşadı. Haksız tutuklamalar, Ergenekon, Balyoz, askerî casusluk gibi davalarda yaşanan intihar ve ölümler hâlâ hepimizin hafızalarında.
Tasarıda işkence ve kötü muameleye karşı ulusal önleme mekanizmasını Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu çatısı altına yerleştiriyorsunuz, bunu da bir reform olarak topluma sunuyorsunuz. Avrupa Birliğine işkenceye karşı sıfır tolerans mesajı veriyorsunuz, keşke samimi olsanız. Türkiye'de işkenceyle mücadelede en önemli engel cezasızlıktır. Getirdiğiniz bu tasarıda cezasızlığa karşı mücadeleye ilişkin herhangi bir atıfta bulunmuyorsunuz. Örneğin, gaz fişeğiyle sağ gözünü kaybeden 14 yaşındaki çocuğu vuran polislere soruşturma dahi açılmadı. Gezi Parkı sürecinde şiddet uyguladıkları sabit olan polisler hakkında başlatılan soruşturmaların çoğu kovuşturmaya bile dönmedi. Açılan davalarda ise daha az cezayı gerektirecek suçlardan iddianame düzenlendi, verilen cezalar da ertelendi. Tüm bunlar cezasızlık değilse nedir? Tüm bunlar insan hakları ihlali değilse nedir?
Arkadaşlar, kısacası, ülkemizde ölenler öldükleriyle kalıyor. O hâlde, İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Türkiye'nin bozuk sicilini düzeltmeyecekse neden kuruyoruz? Bakın, "İşkenceyle mücadele edeceğiz." derken teoride mümkün ancak pratikte uygulanması mümkün olmayan bir şeyi söylüyorsunuz. Kurumun denetim alanına girecek hapishane, gözaltı, merkezî kamp, bakım merkezi ve hastanelerin sayısı geçtiğimiz yıl 5 bin olarak ifade ediliyordu. Kurumun bu tasarıda öngörülen personel sayısı ve bütçeyle bu görevi yerine getirmesi mümkün değil. 6 psikolog, 10 sosyal hizmet uzmanıyla hak ihlaline uğrayanların tedavisini yapmayı öngörüyorsunuz; bu, çok komik bir rakam aynı zamanda. Uyarıyoruz, bu yasa bu şekilde kabul edilirse işkence ve hak ihlalleri konusunda 1990'lı yıllara döneriz. "Faili meçhulleri bitirdik." dediniz, 17 kişi faili meçhul, hâlâ da 6 kişinin gözaltında kayıp olduğunu biliyoruz. Sadece Ankara'da altı ayda 174 kişi katledildi. Aynı dönemde, 300'ün üzerinde asker ve polis şehit oldu. Geçtiğimiz yıl 186 çocuğumuz tecavüze uğradı, Karaman'daki istismarın tesadüf olmadığını burada da görüyoruz.
Bir de kayıtlara geçmeyen vakalar var ki asıl düşünmemiz gereken bunlar. Ancak, en tehlikeli işi kurumun yapısını belirlerken yapıyorsunuz. Bireysel hak ve özgürlükleri güvence altına almak için kurduğunuzu ileri sürdüğünüz bu kurumu iktidarın denetimine bırakarak siyasi iradeye bağımlı hâle getiriyorsunuz yani devletleştiriyorsunuz. Tasarıyla Bakanlar Kuruluna öylesi ucu açık bir yetki veriyorsunuz ki liyakat sahibi olmayan insanların buraya atanması bizler için şaşırtıcı olmayacak ileride. 11 kişilik kurulun 8 üyesini Bakanlar Kurulu, 3'ünü deCumhurbaşkanı seçecek. Seçecek de, nereye göre seçecek, kime göre seçecek, kriterler ne belli değil. Böylesine "Ben yaptım oldu." anlayışıyla yönetiliyor bu süreç. Kürsüye her geldiğimizde kurumun Paris İlkeleri'ne uygun olmadığını söylüyoruz ama "Yanılıyorsunuz." diyorsunuz. 2012'de aldığımız Paris İlkeleri'ne uygun olmadığımızı ispatladığımız veriler şunlar: Siyasi iradeden bağımsız olmadığı için, STK'lara yer vermediği için, çoğulcu olmadığı için, genel bütçeden ödenek tahsis edilmesi nedeniyle mali açıdan özerk olmadığı için Paris İlkeleri'ne uygun bulunamamış bir önceki kurum.
Dolayısıyla arkadaşlar, ben merak ettim "Acaba akreditasyon başvurusu yapılmış mı şu an kapatacağımız kurumla ilgili?" dedim. 11 Ocak 2016'da akreditasyon başvurusu yapılmış. Bunun sebebini de merak ediyorum. Neden bu kurum kapatılmak üzereyken akreditasyon başvurusu yapılıyor acaba? Dolayısıyla bu tasarının 2012'de yapılan düzenlemelerden de geri olduğunu düşünerek yine akreditasyon başvurusu yapamayacağız.
Sonuç olarak anlaşılan o ki, sadece kendinizden hissettiklerinizin insan hakları ve eşitlik kurumunu kuruyorsunuz. "Türk tipi Başkanlık", "Türk tipi demokrasi" derken, Komisyon bizzat -kendinizin de ifade ettiği gibi- Türk tipi insan haklarını yaratıyor. Hükûmetin memuru olacak kurul üyeleriyle kamunun yaptığı insan hakları ihlallerinin tespitinin yapılabilmesi mümkün değil, akla aykırı.
Değerli dostlar, sözümü şöyle bitirirken, hoşuma giden bir sözü paylaşmak istiyorum. Hallacı Mansur diyor ki: "Cehennem acı çektiğimiz yer değildir, acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir." İnsanların sesini duyurabilecekleri ve acı çekmedikleri, en doğal haklarını gerçekten kullanabildikleri bir Türkiye diliyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)