| Konu: | 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Teklifleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 72 |
| Tarih: | 13.04.2016 |
MHP GRUBU ADINA ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, ekranları başında bizi izleyen aziz milletimiz; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün yine bir torba yasayı görüşüyoruz. İkinci bölüm üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Bu torba yasa konusunu, artık bunun mahzurlarını konuşmaktan biz usandık fakat Hükûmet sürekli torba yasa getirmekten usanmadı. Torba yasanın mahzurlarını bu süreçte sürekli yaşadık. Çoğu zaman komisyonlarda hiç maddesi olmayan bakanlarla bu yasa görüşüldü. Dolayısıyla, yasayı, tasarıyı iyileştirme anlamında aslında Parlamentoda bir şey yapılamıyor. Bugün de burada yine büyük ihtimal... Şimdi Adalet Bakanımız var, Adalet Bakanımızın burada onu ilgilendiren kaç tane maddesi var bilmiyorum ben. Bu şekil, Parlamentoyu etkisizleştiren, Parlamentonun itibarını azaltan bir usuldür, bu usulden vazgeçmek lazım.
Tabii, bir de bu yetmiyormuş gibi temel yasa olarak görüşüyoruz. Bunun temel yasa olarak görüşülmesinin mümkün olmadığı hep söylendi. Sadece ikinci bölüm için bir istatistik vermek istiyorum. Burada yürürlük ve yürütme hariç, 15 madde var; 15 maddeyle 10 farklı kanunda değişiklik var. Böyle bir temel yasa elbette ki olamaz.
Şimdi, tabii, böyle bir tasarının da bölümü üzerinde konuşmanın da zorluğu ortada. Ancak, biz yine de şöyle bir ilişki kurarak tümü üzerinde birtakım şeyleri söyleyebiliriz diye düşünüyorum: Şimdi, Türkiye ekonomisine baktığımızda, düşük yurt içi tasarruf bizim ekonomimizin bir sorunu. Düşük yurt içi tasarruflar cari açık sorununu doğuruyor. Cari açık ancak yüksek faiz verilerek finanse edilebiliyor. Bugün Sayın Cumhurbaşkanı "Faiz düşürülsün." diyor ama öyle "Düşürülsün."le, talimatla faiz düşmez bir ekonomide. Ekonominin dinamiklerinin faizi düşük seviyede tutması lazım. Bu kadar yüksek cari açık varken bir ekonomide faizin düşmesini beklememek lazım. Yüksek faiz vermek durumunda kalıyorsunuz, bu sizin borçluluğunuzu artırıyor -bunun birazdan rakamlarını vereceğim- borçluluğunuz artıyor, ekonomide kırılganlık artıyor; bu, işin bir yanı.
Diğer tarafa baktığımızda, bir de ne yapıyoruz biz ekonomimizde, daha doğrusu kamu yönetiminde? Ciddi imar değişiklikleri, imar düzenlemeleri yapılıyor. Özellikle bireysel imar düzenlemeleri yoluyla ekonomide bir rant oluşturuluyor. Bu rant sonucunda bir betonlaşma oluyor. Betonlaşma sonucunda, tabii, beton üretken olmadığı için, üretken alanlara yatırım yapılmadığı için ekonomide tıkanmayla karşılaşıyoruz. Diğer taraftan da bugün biraz üzerinde durmak istediğim, bu betonlaşma ile terörizmin finansmanı arasında aslında bir ilişki var Türkiye'de, bu ilişkiyi de yaşıyoruz.
Şimdi, daha önceki konuşmalarımda sık sık ifade ettim ben, büyüme performansımızın rakip ülkelerle mukayese edildiğinde maalesef çok iyi olmadığını, çok kötü olduğunu, emsal ülkelerle büyüme farklarımızın sürekli olarak açıldığını daha önce ifade etmiştim. Kişi başı gelirde de, toplam büyümede de maalesef bu sıkıntıyı Türkiye yaşıyor. Tabii, yatırımların da... Şunu kabul etmek lazım: AKP Hükûmeti ve AKP Grubu bir şeyin PR'ını yapmayı hakikaten çok iyi başarıyor. Aslında yatırımlara -ben bunun rakamlarını daha önceden verdim- baktığımızda -ülkedeki toplam yatırımlar olsun, kamu yatırımları olsun- bu dönemde geçmişten daha fazla yatırım yapılmamasına rağmen, bazı sembolik projeleri ileri sürerek çok fazla yatırım yapılıyormuş gibi bir hava yaratılıyor ekonomide. Şimdi, bunu rakamla ifade edecek olursak, 1990-2002 döneminde yani Adalet ve Kalkınma Partisinden önceki on üç yılda aslında Türkiye'de yıllık, millî gelire oranla ortalama yüzde 21,6'lık yatırım yapılıyor; Adalet ve Kalkınma Partisinin on üç yıllık dönemindeyse 20,4 oranında yapılıyor. Yani, önceki on üç yıldan 1,2 puan daha düşük, her yıl 1,2 puan. Bunun rakamsal anlamı nedir biliyor musunuz arkadaşlar? 2015 yılı fiyatlarıyla 26,5 milyar TL'dir. Yani, 2015 fiyatlarıyla aslında AKP döneminde daha önceki on üç yıla göre her yıl 26,5 milyar TL daha düşük yatırım yapılmış fakat sembolik yatırımlar öne çıkartılarak Türkiye'de çok büyük bir yatırım yapılıyormuş gibi bir hava oluşturuluyor.
Şimdi, işin diğer boyutuna gelelim. Düşük yurt içi tasarruflar, cari açık dedik. Diğer taraftan baktığımızda hane halklarının borçlarının da astronomik rakamlara ulaştığını görüyoruz.
Şimdi, bir ekonomide rant nasıl oluşturuluyor? Rant oluşturmanın birkaç yolu var. Bunlardan bir tanesi... Bir defa, önce, sektörler arasında kâr farklılığının çok fazla olduğunu görüyoruz. Şimdi, bu, bir sektörün kendi dinamiklerinden kaynaklanıyorsa buna diyecek bir şeyimiz yok. Bir sektör kendisini geliştirmiş, AR-GE'ye yatırım yapmıştır ve daha kârlıdır, buna diyecek bir şeyimiz yok ama kamu düzenlemeleri yoluyla bazı sektörleri daha kârlı, bazı sektörleri daha az kârlı hâle getirirsek burada aslında kamunun bozucu bir müdahalesinin olduğundan söz etmemiz gerekiyor. Bugün Türkiye'de yaşadığımız tam da budur. Yani, Türkiye'nin bu kadar çok betonlaşmasının arkasında olan şey rant... Yani bu betona yatırımın, gayrimenkul üzerinden yapılan yatırımın vergilendirilmesindeki, bu rantın vergilendirilmesindeki problemlerdir Türkiye'deki ekonomide esas, ana problemler. Yani, imalat sanayisinde işçi çalıştırmanın belli bir maliyeti var, belli bir zorluğu var. Efendim, vergi oranlarının, kurumlar vergisinin, gelir vergisinin oranlarının yüksekliğini biliyoruz. Ancak diğer tarafta, siz, oluşan ranttan hiç vergi almadığınız zaman Türkiye'nin en büyük elektronikçileri, en büyük iş adamları gidip gayrimenkul piyasasına yatırım yapıyor. Bu, Türkiye'nin büyük bir problemidir. Bunu biz defalarca söyledik, bunu söylemeye de devam edeceğiz. Bundan dönüş olmadığı sürece bunun söylenmesi gerekiyor. Dönüş olmadığını nereden görüyoruz? En son millî gelir rakamına bakıyorsunuz, bu kadar konuşulunca belki biraz düzelir diye düşünüyorsunuz, Türkiye'de imalat sanayisinin payı 2014 yılına göre 2015 yılında -en son biliyorsunuz 31 Marta açıklandı bu veri, daha taze bir veri- düştü yani üretimin payı Türkiye'de düşüyor, rantın payı artıyor. Üretimin payının düşmesi tabii teknoloji seviyesini de düşürüyor ve kaynaklarımız sürekli olarak üretken olmayan alanlara yatırılıyor.
Şimdi, tabii, bu yanlış iktisat politikaları Türkiye'nin tıkanması sonucunu doğuruyor. Türkiye'nin borcu artıyor. Yıllardır biriktirilen tesisleri satmak zorunda kalıyorsunuz çünkü cari açığınızı finanse etmek durumundasınız yani on üç yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde Türkiye 468 milyar dolar cari açık vermiş arkadaşlar, 468 milyar dolar. Tabii, yabancı, parasını size babasının hayrına getirmiyor. Bu parayı neyin karşılığında getiriyor? Bir borç olarak alıyorsunuz. Bu kadar cari açık yarattık, dış borcumuzu da 268 milyar dolar artırdık. Bunun sonucunda ödediğimiz para, on üç yılda, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarları döneminde 122 milyar dolar faiz ödemesi yapıldı yurt dışına yani bir yandan "faiz lobisi" diye herkesi eleştireceksiniz "faiz lobisi" jargonunu kullanacaksınız, bir yandan da cumhuriyet tarihinde hiç görülmemiş miktarlarda faizi yurt dışına ödeyeceksiniz, ülkenin kaynaklarını yurt dışına transfer edeceksiniz.
Böyle "Cari açık oluşursa oluşsun, ne yapalım, işte fena mı, dışarıdan kaynak geliyor." deyip geçemeyiz. Bu cari açığın bir bedeli var. Birinci bedeli ne? 122 milyar dolar faiz ödedik Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde. İkinci bedeli ne? 33 milyar dolarlık gayrimenkulümüzü yabancılara sattık. Üçüncü bedeli ne? Doğrudan yatırım. Ben, doğrudan yatırıma karşı olan birisi değilim, Milliyetçi Hareket Partisi olarak da karşı değiliz ancak doğrudan yatırım yeni bir yatırım olarak gelirse başımız üzere, mevcut tesisinizi satıyorsanız doğrudan yatırımın ekonomiye kattığı bir şey yok, zaten sen de üretiyordun, el değiştiriyor, öbür adam üretiyor. Bu kadar çok yüksek cari açık verince tabii ki ekonomideki tesislerimizi de satmak durumunda kalıyoruz. Zaten bunların önemli bir kısmı da -ben bunları daha önceden ifade etmiştim- finans sektörüne geldi, hizmet sektörüne geldi, üretime çok fazla gelen bir şey yok.
Şimdi, bu söylediğimiz sıkıntıların aslında tamamını diğer alanlarda da görüyoruz. Yani uluslararası yatırım pozisyonuna baktığımızda da Türkiye'nin yükümlülükleri 602 milyar dolara çıkmıştır, bu rakamlar çok büyük rakamlardır. O yüzden, ülkede faiz düşürülemiyor, o yüzden ekonominin kırılganlığı çok fazla. Borç yaratan yükümlülüklerimizdeki artış da Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde 291 milyar dolar olmuştur. İşte o yüzden diyorum, "Aman ne olursa olsun, işte yurt dışından kaynak geliyor, ne güzel evlerde oturuyoruz, AVM'lerimiz var." diyemeyiz, bunların bu ekonomiye bir maliyeti var, bunun da maliyeti ekonomiye işte ödediğimiz yüksek faizler ve düşük yatırımlar şeklinde dönüyor.
Diğer bir maliyeti, cumhuriyet tarihinin en yüksek işsizlik oranlarını yaşıyoruz bugün. Hep "2002" diyorlar, 2002'den daha yüksek işsizlik oranı var bugün Türkiye ekonomisinde. Çok şükür, artık 2002'yi konuşamaz oldular. Bir ara dillerine pelesenk yapmışlardı, biz işin üzerine gitmeye başladıktan sonra... Bugün, maalesef Türkiye ekonomisi her zaman eleştirdiğimiz 2002 döneminden daha kırılgandır, daha zor durumdadır, daha sıkışık durumdadır. İlerleyen maddelerde bunlarla ilgili rakamları da size arz etmeye çalışacağım. Dolayısıyla, yani ekonomide böyle yüksek cari açıklar vererek, efendim, bir rant oluşturarak, ondan sonra ekonomiyi betona mahkûm ederek kalkınma hamlesi olmaz.
Ben bunları bürokrasideyken de zaman zaman konuşurken bu iktisat politikasındaki farklılıktan olduğunu düşünüyordum, ancak bunun iktisat politikasındaki farklılıktan olmadığını, aslında belli çevrelerin özellikle imar düzenlemeleri yoluyla bir rant oluşmasını çok fazla arzu ettiğini maalesef biz gördük. Fakat bunun bedelini Türkiye olarak hep birlikte ödeyeceğiz. Daha sonraki konuşmalarımda bu Kanal İstanbul konusuna özellikle değinmek istiyorum. Burada oluşan rantın... Burada aslında ya bir öngörüsüzlük var ya da iyi niyette bir problem var, bunu da bir sonraki konuşmamda size izah etmeye çalışacağım.
Ben, beni dinlediğiniz için yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum, çok teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)