| Konu: | Ankara ve İstanbul'da meydana gelen 4 ayrı terör saldırısı öncesi gerekli önlemleri almadığı iddiasıyla İçişleri Bakanı Efkan Ala hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergenin (11/7) ön görüşmesi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 75 |
| Tarih: | 19.04.2016 |
MHP GRUBU ADINA ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin İçişleri Bakanı Sayın Efkan Ala hakkında vermiş olduğu gensoru üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün Türkiye, tarihinin en ağır terör saldırılarıyla karşı karşıyadır, tarihinin en ağır dış politika sorunlarıyla yüz yüzedir. Tarihinin en tehlikeli toplumsal yozlaşma ve ayrışma sürecine girmiş bulunmaktadır Türkiye. On dört yıllık sürecin körüklediği korkunç kutuplaşma sonucu siyasi yelpazede derin yarıklar oluşmuştur. Parlamenter sistem ve cumhuriyetin temel nitelikleri "Askerî vesayetten kurtulacağız." çığlıkları arasında sivil vesayetin cellatlarına kurban verilmiştir. Demokrasinin temel ilkelerini garanti altına alan kuvvetler ayrılığı prensibi yok sayılmış, erkler bir kişinin siyasi sultasına terk edilmiştir. Dengeleri az çok koruyan, kaynağını Selefî/Eşari düşünceden alan, şiddet, kin, nefret ve ötekileştirmeye dayalı bir anlayıştan beslenen sığ ideolojik bakış, vatandaşlarımızın özel hayatlarına kadar tasallut etmeye başlamıştır. Türk insanı, inançların, aidiyetlerin ve değerlerin ters yüz edilerek millî kimliğin silikleştirildiği, siyasetin tamamen çıkar ve ihtiraslara endekslendiği, millet sevgisi, egemenlik, vatan, birlik ve beraberlik gibi kavramların içinin boşaltıldığı bir cinnet atmosferinde soluk almaya mahkûm edilmiştir. Bir yandan terör eylemleri kutsanıp teröristbaşına güzelleme yapılırken, sırtı sıvazlanırken diğer yandan halka terörü bitirme sözleri verilmiştir. Bir yandan "Artık analar ağlamayacak." edebiyatıyla milyonların duyguları feci şekilde istismar edilirken diğer yandan İmralı'ya, Kandil'e ricacılar yollanmıştır. Neticede, Türkiye Cumhuriyeti tarafından terör belasının yok edilmesine ramak kala terörle mücadele müzakereye dönüştürülerek âdeta bir Frankenstein yaratılmıştır. Sadece analar değil yetim kalmış yavrular da gözyaşı dökmekte, bütün Türk milleti ağlamaktadır.
Türkiye'yi her bakımdan etkisine alan bu meşum sürecin mimarı sanmayın ki sadece Türkiye'nin dış düşmanlarıdır; bu sürecin mimarı on dört yıldır işbaşında olan AKP iktidarı ve çözüm ortaklarıdır. Her şey bir açılım rüzgârıyla başlamış ve bu rüzgâr millî varlığımızı, devletimizi sarsan bir fırtınaya dönüşmüştür. AKP iktidarı açılım rüzgârından sonra terör örgütü PKK lehine daha somut çözümler üretmek için kolları sıvamış ve böylece çözüm sürecini başlatmıştır. Açılımdan çözüm sürecine giden yolda iktidarın yükünü birtakım işgüzar valiler sırtlanmıştır. Valilerin bu teslimiyet sürecine tam katılımının ve iktidara tam bağlılığının sağlanması için de Mecliste çeşitli torba yasalar çıkartılmıştır. Valilerin yetkilerini genişleten yasa değişiklikleriyle bir yandan sivil vesayetin ağları örülürken diğer yandan da terörle mücadele olgusunun tecrübeli ve başarılı personeli etkisizleştirilmiştir. Terörle mücadeleden vazgeçilmiş, müzakereyi ve teslimiyeti seçen AKP iktidarı tarafından müzakere sürecinin önündeki engeller birer birer kaldırılmıştır. O sıralarda hem dağlarda hem ovada PKK'yla mücadele eden komutanların tamamına yakınıyla, muhalif siviller, bir kısım gazeteciler, yazarlar Ergenekon, Balyoz gibi davalar tezgâhlanarak içeri atılmıştır. Terörle mücadelede uzmanlaşmış tecrübeli kadroları tasfiye etmek için özel yetkili mahkemeler kurulmuş, bunlar olanca hızla çalışıp önüne geleni tutuklayarak hapishanelere doldurmuştur.
Türkiye'de, tarihinde ilk defa teröristler için seyyar çadır mahkemesi kurulmuştur. Takvimler 20 Ekim 2009'u gösterirken, Habur'dan giriş yapan PKK kafilesindeki üniformalı teröristler yandaşlarının tezahüratları altında seferden dönen askerler gibi karşılanmıştır. Yandaş medya da bunlara alkış tutmuştur.
Bugünlerde verdiğimiz yüzlerce şehidin katilleri, kentlerimizi, kasabalarımızı yangın yerine çeviren bu terörist güruhudur. Bunlar, kendilerinde daha fazla cana kıyacak cüreti o gün yaşanan Habur rezaletinde devleti yönetenlerin aczini görerek kazanmışlardır. Böylece, 2002'ye gelindiğinde halk desteğini kaybeden ve bitme aşamasına gelen PKK'yı diriltmek için uygun ortam oluşmuştur.
Doğu ve güneydoğudaki illerimizde ülke bütünlüğünden taviz vermeyen, bölücü başkaldırı karşısında daima devletin kararlılığını gösteren valiler izzetüikbal ile babıhükûmetten çekilmiştir. Onların yerine, ahkâmıasrı tahrif eden yani PKK militanlarına hoşgörü gösterip bunu da "demokratik açılım" olarak lanse eden nevzuhur valiler türemiştir.
Tavizkâr tutum, korkaklık ve âcizlik, "açılım", "çözüm", "barış" ve "demokrasi" gibi kavramlarla sıvanarak örtülmüştür. Bugün hakkında gensoru görüşmesi yapılan İçişleri Bakanı Sayın Efkan Ala da vaktiyle Diyarbakır'da valiyken bir açılım havarisi olarak sivrilmiştir. AKP iktidara geldikten sonra, 2004 yılının Eylülünde Diyarbakır'a atanan Sayın Ala, bölücü terör örgütü PKK'nın eylemleri konusundaki tutum ve açıklamalarıyla devletin değil, iktidarın valisi olduğunu göstermeye başlamıştır.
Sayın Bakan daha Batman Valisiyken açılımcı tutumuyla dikkatleri çekmiştir. Diyarbakır'da görev yaptığı sırada bölücü terör örgütü eylemcilerinin camı çerçeveyi indirmesi karşısında "Cama gelsin, cana gelmesin." diyerek güvenlik güçlerini pasivize etmiştir. Bölgede olağanüstü hâl ilan edilmesine karşı çıkarak "OHAL çözüm olsaydı bu sorunları bugün yaşıyor olmazdık." buyurmuştur.
Camı koruyamayanın canı koruyamayacağı ortadadır. Sadece canı değil, camı da, yani malı da korumak lazımdır. Mal canın yongasıdır. Vatandaşın ve devletin malını da korumak gereklidir. Devlet, vatandaşın canını da, malını da korumakla yükümlüdür.
Devlet, başından beri kararlılığını ve caydırıcılığını gösterseydi, terörle mücadele askerî, ekonomik, siyasi, sosyal ve psikolojik bütün boyutlarıyla sürdürülseydi bugünkü vahim sorunlarla boğuşmuyor olacaktık. İşte, Sayın Bakan Diyarbakır'da PKK militanlarına gösterdiği hoşgörü sayesinde Sayın Erdoğan'ın gözüne girerek Başbakanlık Müsteşarlığına kadar yükselmiştir. PKK terörü konusunda attığı adımlar ve sarf ettiği sözler ikbal merdivenlerini tırmanmasına zemin hazırlamış, İçişleri Bakanlığına kadar yükselmesini sağlamıştır.
17 Aralık 2013'te gerçekleştirilen yolsuzluk operasyonunda görevinden istifa eden Muammer Güler'in yerine Başbakan tarafından İçişleri Bakanlığına atanmıştır. Sayın Efkan Ala öylesine güvenilen bir isimdir ki, milletvekili bile olmadığı, siyasete henüz adım atmadığı bir zamanda Bakan yapılmıştır. Böylece, Güler'den sonra, Sayın Tayyip Erdoğan, daha sadık, daha bağlı bir İçişleri Bakanı kazanmıştır. Üstelik, Erdoğan'ın açılımcı ve müzakereci politikalarının üzerine tam isabetle oturan bir isimdir ve Cumhurbaşkanıyla öylesine uyumlu çalışmıştır ki onun Anayasa tanımayan tavrına hayran olmuş, ona ayak uydurmuştur. Türkiye Cumhuriyeti'nin Bakanı olmasına rağmen "Bu Anayasa'yı tanımıyorum." diyebilmiştir.
Sayın Ala, Erdoğan'ın sırdaşı, Hükûmet içindeki en mutemet isimlerinden biridir ama aynı zamanda, Hükûmetin başarısızlığının da parlak bir timsalidir. Onun Bakanlığı döneminde PKK yeniden toplanıp, hendekler, tüneller kazarak topyekûn kalkışma fırsatı bulmuş, yeni militanlar kazanmıştır ve aynı zamanda Sayın Bakan Dolmabahçe mutabakatını yönlendiren aktörlerden biridir. 7 Haziran 2015'ten sonraki süreçte bölücü terör göstere göstere şehirlere yayılmaya başlamıştır ve Sayın Bakanın Bakanlığı döneminde IŞİD de Türkiye'de militan avına çıkmış, eleman elde etmiş, sempatizan toplamıştır. AKP iktidarında kevgire dönen sınırlarımızdan çoğu zaman mülteci akınına karışarak içeri giren IŞİD militanları PKK'ya nazire yaparcasına kanlı eylemler düzenlemeye başlamıştır. İstanbul ve Ankara gibi biri ekonominin, biri de ülkemizin kalbi durumundaki iki büyük kentimiz terör örgütlerinin eylem alanı hâline gelmiştir. Güvenliğin en üst düzeyde olması gereken bir yerde, Ankara'nın en işlek bölgelerinde birinde 17 Şubat akşamı düzenlenen saldırıda 29 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 61 vatandaşımız yaralanmıştır. Yine, 13 Mart 2016 tarihinde Ankara Kızılay'da meydana gelen patlamada 36 kişi hayatını kaybetmiş, 125 vatandaşımız yaralanmıştır. Peki, bizim Sayın İçişleri Bakanımız ne yapmıştır? İcraat yerine "tweet"lerle sağa sola laf yetiştirmeye çalışmıştır. Sayın Bakanın başkent Ankara'nın beyninde meydana gelen ve 28 kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırıdan sonra attığı "tweet"i lütfen hatırlayalım: "Bu akşam Ankara'da yaşanan terör saldırısını şiddetle kınıyorum. Bu ülkemize karşı yapılmış bir saldırıdır."
Sayın Bakan bununla da yetinmeyip, medya aracılığıyla neden istifa etmeyeceğini açıklayıp, günah çıkarmakla, kendini aklamakla meşgul olmuştur. Onu bakan yapan AKP iktidarı, zaten hangi yolsuzluk ve usulsüzlükler yapılırsa yapılsın, hepsini aklama ve temize çıkarma iktidarı olarak siyasi tarihimize geçmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2006'dan sonra iktidarın gölgesinde yavaş yavaş toparlanıp palazlanan PKK, eylemlerini giderek artırmıştır. Bölücü örgütün eylemleri 2009'a kadar zirveye tırmanmıştır. Bundan sonra, AKP iktidarı çareyi Oslo pazarlıklarında, İmralı süreçlerinde arayarak, yakayı tamamen bölücü terör örgütüne kaptırmıştır. Oysa, terör olaylarından kaynaklanan ölümler 2002'ye kadar bitme noktasına gelmiştir. Bu tarihten itibaren "çözüm süreci" ve "yol haritası" gibi paravan kavramların yaygın olarak telaffuz edilmeye başlandığı 2013 yılına kadar terör olaylarında ve verilen şehitlerde devamlı bir artış olmuştur.
Terör olayları yüzünden 2002 yılında şehit olan güvenlik görevlisi ve ölen sivil vatandaş sayımız toplamda 14 iken bu sayı giderek artmış, 2004'te 103'e, 2006'da 149'a ve 2008'de 222'ye çıkmıştır. 20 Temmuzdan bu tarafa geçen 274 günde 179'u polisimiz, 267'si askerimiz, 10'u korucumuz, 19'u sivil memurumuz olmak üzere ve 475 vatan evladını şehit verdik. Bunun yanında, 20 Temmuzdan bugüne kadar 250'ye yakın sivil vatandaşımız terörist saldırılarından dolayı hayatını kaybetmiştir ve toplam yaralı sayısı da 1.500'ü geçmiştir.
Bu rakamlar, terörle mücadelenin değil, müzakerenin acı bilançosudur. Bu tablonun sorumlusu Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetidir ve Efkan Ala gibi valiler ile içişleri bakanlarıdır.
Sayın milletvekilleri, bugün sınırlarımız tabiri caizse yol geçen hanına dönmüştür. Emniyet istihbarat birimleri ve MİT ne iş yapmaktadır? Türkiye iyi bir istihbarat ağı kurmadan sınırdan sızmaların önüne geçemez. Eylem hazırlığındaki bir militan sınırdan içeriye girdiği andan itibaren izlenemiyorsa, kiminle temas kurduğu, hangi aracı kimin yardımıyla temin ettiği, kullanacağı bombayı ve silahı kimden aldığı bilinmiyorsa yapacağı eylem de engellenemez. Terör örgütleri taşeron olarak kullanılmaktadır. Bunların arkasında elbette yabancı istihbarat elemanları vardır. Bunların da peşine düşülmeli, mutlaka etkisiz hâle getirilmelidir. Eğer arkalarında bazı ülkelerin diplomatları varsa bunlar tespit edilerek "persona non grata" ilan edilip sınır dışı edilmeleri sağlanmalıdır. Bundan asla kaçınılmamalıdır. Zira, Türkiye'nin hayati çıkarları söz konusudur.
Bir süre önce ABD'li tarihçi Webster Tarpley PKK'nın CIA tarafından kullanıldığını, Türkiye'nin doğu ve güney bölgelerinde istihbarat ajanlarının cirit attığını söylemiştir. Sadece bu ajanlar değil başka ülkelerin istihbarat elemanları da Türkiye'de kol gezmektedir. Ankara'daki menfur saldırıda parmağı olduğu öne sürülen yabancı istihbarat ajanlarının Türkiye'de fütursuzca operasyon düzenlediklerine dair iddialar geçtiğimiz yıllarda basına yansımıştır. Ülkemizde bulunan 3 Çeçen direnişçinin aynı silahla öldürüldüğüne dair haberler hâlâ hatırlardadır. Bu, ciddi bir güvenlik ve istihbarat zafiyetinin işaretidir. Ayrıca, mülteciler meselesi de kapsamlı olarak gözden geçirilmeli, Suriye'den gelenlerin mümkün mertebe belirli yerlerde kalmaları sağlanmalı, aralarına sızabilecek teröristler belirlenmelidir. Ne yazık ki az konuşup çok iş yapması gereken iktidar sözcüleri çok konuşup az iş yapmaktadırlar, güçlerinin yetmeyeceği şeyleri vadetmektedirler. Hâlbuki, hedefleriniz ile yapabilecekleriniz ve kapasiteniz arasında doğru orantı olması icap eder.
Sayın Erdoğan henüz Başbakanken 2012'de "Şam'a gidecek, inşallah Selahaddin Eyyubi'nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camisi'nde namazımızı da kılacağız." demişti. Erdoğan'ın ve onun eski Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun ülkeyi getirdikleri nokta ortadadır. Söylediklerinin tam tersi yaşanmaktadır. Şam'dan, Halep'ten kaçanlar Sultanahmet'te, Hacı Bayram'da dua etmektedirler. "Sabrımızı sınamasınlar, gücümüzü test etmesinler." gibi sözler artık alay konusu olmaktadır. Türkiye'nin sabrı her türlü sınanmış, gücü her şekilde test edilmiştir. Türkiye bir terör sarmalına dolanmıştır. Sınırlarımız kevgire dönmüştür. Türkiye çıkmaz yola sokulmaya çalışılmaktadır ve Türkiye yalnızlaştırılmıştır. Türkiye'nin sınır komşularından neredeyse hemen hemen hiçbir dostu kalmamıştır Gürcistan dışında.
"Düşmanımın düşmanı benim dostumdur." ilkesinin edebî bir sözden ibaret olmadığı, Suriye'nin Birleşmiş Milletler daimî temsilcisi Beşar Caferi'nin açıklamasıyla daha iyi anlaşılmaktadır. Beşar Caferi, terör örgütü PKK'nın Suriye kolu PYD ve onun silahlı unsuru YPG'yi ABD ve Rusya'nın yanı sıra kendilerinin de desteklediğini söylemiştir. PYD herkes tarafından kullanılmaktadır ve PYD Yedi Kocalı Hürmüz gibi herkesi idare ederek Suriye'de kendine hükümranlık alanı açmaya çalışmaktadır. ABD, Türkiye'nin güvenliği ve dostluğu yerine, açıkça PYD'yi tercih ederek niyetini ve safını belli etmiştir. İşin ilgi çekici tarafı, Rusya da PYD'yi desteklemektedir.
Değerli milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi, terörle mücadelede Türkiye Cumhuriyeti'nin ve güvenlik güçlerimizin hem yanında hem tam destekçisi ve hem de duacısıdır. Terörle mücadele etmek için öncelikle zihniyetin değişmesi gerekmektedir. Açılımcı zihniyete sahip bir İçişleri Bakanıyla terörle mücadele edilemez. Bu nedenle, İçişleri Bakanı Efkan Ala görevden alınarak yerine millî değerlere ve hassasiyetlere sahip, terörle mücadele edecek yeni bir İçişleri Bakanı mutlaka atanmalıdır.
İçişleri Bakanı Efkan Ala 14 Şubat 2016 tarihinde Meclis Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığı konuşmada 7 ilçede 2.040 çukur ve barikatın kapatıldığını, 2.313 bomba düzeneğinin imha edildiğini söylüyor. İçişleri Bakanına sormak gerekir: PKK şehirlerde bomba doldururken, binlerce çukur açıp barikat kurarken, şehirlere silah ve mühimmat yığarken iktidarda siz yok muydunuz ve siz görevde değil miydiniz? PKK asfaltlara mayın döşerken, şehirlere mühimmat yığarken, yol kesip kimlik kontrolü yaparken, mahkeme kurup yargılarken, "vergi" adı altında haraç toplarken "Bunları görmezden gelin." diye valilere talimat veren siz değil miydiniz?
Değerli milletvekilleri, bu düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)