GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 96'ncı yıl dönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nın kutlanması, günün anlam ve öneminin belirtilmesi görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:79
Tarih:23.04.2016

HALKLARIN DEMOKRATİK PARTİSİ GRUP BAŞKAN VEKİLİ ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri, değerli konuklar ve sevgili çocuklar; hepinizi şahsım ve Halkların Demokratik Partisi adına sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Türkiye halklarının ve bütün çocuklarımızın Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı kutluyorum.

23 Nisan 1920'de çoğulcu bir anlayışla kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisinin 96'ncı yılını bugün geride bırakmaktayız. Her şeyden evvel, bugün çocuklara armağan edilen böyle bir günü sevinçle ve umutla karşılayamamanın burukluğu içerisindeyiz. Bu Meclis, doksan altı yıl önce, bu topraklarda yaşayan halklara eşit yurttaşlık temelinde ortak bir yaşamı kurma umudunun mecrası olarak kurulmuştu. Farklılıkları zenginlik olarak gören ve temsilde adalet prensibini esas alan kurucu Meclisin ruhu, çoğulcu ve ademimerkeziyetçi bir yönetim anlayışını esas alan 1921 Anayasası'na yansıtılmıştı fakat kısa bir zaman sonra 1924 yılında hazırlanan yeni Anayasa'yla çoğulcu ve eşitlikçi anlayışın yerini otoriter, tekçi ve merkeziyetçi bir yaklaşım aldı.

Değerli milletvekilleri, Meclisin açılışının 96'ncı yıl dönümünde dönüp siyasi tarihimize bakarsak demokratik cumhuriyete ulaşma şansları ve demokrasiye yönelik darbe süreçlerini görürüz. Türkiye'de çoğulculuğu, yerelden yönetimi, karşılıklı saygı ve eşit haklara sahip olmayı öngören 1920 ruhu ve 1921'de cumhuriyeti demokratikleştiren Anayasa, bugün tabi olduğumuz 1980 darbe anayasasına göre çok daha ileri bir konumdaydı fakat gücünü şiddetten alan ve politikasını baskıdan yana tercih edenler 1924 yılında demokrasiye darbe yapmış; bu darbe Kürtler, Aleviler, İslamcılar, gayrimüslimler, sosyalistler başta olmak üzere tüm toplumsal kesimleri zulme maruz bıraktı.

1924 yılında başlayan darbe süreci, özerkliğe dayalı bir arada yaşama iradesini hiçe sayarak tekçi bir gündemi ülkeye dayatmıştı. Bu dayatmaya karşı çoğul kimliklere dayalı demokratik toplumsal talepler yükselmiştir. 1920 kurucu Meclisinin ruhuna karşı darbe anlayışının ürünü olan 1924 anlayışıyla, toplumsal talepler karşısında demokratik müzakere yerine şiddet ve baskı araçları devreye konulmuştur. Bu kapsamda, halk olmaktan kaynaklı haklı taleplerde bulunan Kürtlere karşı Şeyh Sait, Ağrı Zilan, Dersim, Roboski katliamları gerçekleştirilmiştir. Aynı şekilde, Alevilere karşı Çorum, Maraş, Sivas, Gazi katliamları gerçekleştirilmiştir. Gayrimüslimler varlık vergisi aracılığıyla zulme uğratılmıştır. Yine, ülkemizde, 1924 anlayışı tarafından eş zamanlı canlı tutulan darbe süreçleri demokrasiyi sürekli olarak kesintiye uğratmıştır. Bu ülkenin Başbakanı darbeciler tarafından idam edilmiş, çok sayıda yurttaşımız kılık ve kıyafet bahane gösterilerek öldürülmüştür. Yine, Deniz Gezmiş ve arkadaşları darbeciler tarafından ülkemizdeki halklara özgürlük ve eşitlik talep ettikleri için idam edilmiştir.

Bugün ise hâlâ, bu darbe anlayışının ürünü olan 1982 cunta anayasasıyla yönetilmekteyiz. Anayasaların toplumsal sözleşme sayıldığı bu çağda, Türkiye halkları arasındaki toplumsal sözleşmenin darbeciler tarafından yapılmış olması siyaset kurumu açısından kabul edilemezdir. Darbe ürünü olan anayasa, Türkiye'de siyaset kurumu ve Parlamentonun halklarımızla bağlantısını koparmıştır. Egemenliğin kaynağını halktan alan Parlamento, darbe anayasası kapsamında halka kapatılmıştır. Halktan koparılan Parlamentonun iradesi vesayetçi kurumlara teslim edilmiştir. Açıktır ki 1982 Anayasası yürürlükte olduğu sürece siyaset kurumunun halkla arasındaki bağları kopmuş vaziyette kalacak ve Hükûmete hangi siyasi irade gelirse gelsin bu vaziyette bir değişim olmayacaktır. Bu tıkanıklığı aşarak halka dayanan, demokratik ve özgürlükçü bir siyasal çevreye sahip olmak için güçlü bir siyasi proje ve iradenin olması gerekmektedir.

Bizler, çözüm süreci boyunca parti olarak darbeci anlayışın yerleştirildiği tıkanıklığı aşmak ve çoğul kimliklere dayanan demokratik bir siyasetin yerleşmesini sağlamak için çaba içerisinde olduk. Nitekim, bu çabalarımız Dolmabahçe mutabakatıyla, deyim yerindeyse, ete kemiğe büründü. Demokratik anayasa, kimliklerin çoğunluğu, her kimliğin bir arada, özgürlükçü yaşamı gibi evrensel değerleri esas alan Dolmabahçe mutabakatı, 1925'te tohumları atılan ve 1982 darbe anayasasıyla günümüze kadar gelen vesayetçiliği tarihe gömecek bir şans yaratmıştır.

Türkiye'de kimlikler arasında kalıcı barışı tesis etmek ve darbecilere değil, halka dayanan siyaseti sağlayacak olan Dolmabahçe mutabakatı, her türlü tekçi, inkârcı ve asimilasyonu merkezine alan anlayışı mahkûm etme potansiyeline sahip bir demokratik anlayışın dışa vurumudur. Fakat, bu demokratik anlayışı ve kalıcı barışa yönelik umuda çağrıya karşı darbeci anlayıştan miras kalan bir yok sayma, tekçilik, inkârcılık çizgisi siyasi irade tarafından esas alınmıştır. Dolmabahçe mutabakatının inkârıyla birlikte, ülkemiz, büyük bir savaş atmosferinin içine sokulmuştur. Bu atmosfer içerisinde siyasi irade tarafından dayatılan öneri bir rejim değişikliğidir. "Türk işi başkanlık sistemi" adı altında getirilen bu rejim, Meclis iradesini devre dışı bırakmak, tekçiliği tesis etmek, güçler ayrılığını tuzla buz etmek üzerinden kendisini var etmek istemektedir.

Bizler, bu teklife karşı demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi bir teklif sunmaktayız. Partimiz, çoğul kimliklerin özgünlüğünü esas alan, tüm kimliklerin haklarını teslim eden, yetkiyi yerele yayarak olası otoriterleşmenin önüne geçen, halkın kendisini kendi için yönetmesini benimseyen, güçler ayrılığını tahkim eden güçlü bir demokratik parlamenter sistemi önermekteydi. Halklarımızın kimlikler mozaiğinin tam da ihtiyacı olan ve demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi anlayışı esas alan yeni anayasa teklifimizin, Türkiye'nin tarihten gelen veya güncel sorunlarına en uygun çözümü sunduğunu belirtmek durumundayız.

Tekçiliği merkezine alan başkanlık teklifinin sahipleri, yerinden yönetimi esas alan özgürlükçü teklifin sahibi olan bizlere karşı dokunulmazlık konusunu gündeme getirmektedir. Dokunulmazlık konusu kesinlikle bir hukukun konusu değil, bilakis Türkiye halklarına sunulan demokratik anayasa teklifimizin antidemokratik ve hukuka aykırı yollarla yok edilmek istenmesidir. Dokunulmazlık konusuyla elde edilmek istenen, Türkiye'nin yerinden yönetimi esas alan demokratik ve özgürlükçü anlayışıyla kendini yönetmesinin önüne geçecek, yönetim erkini tek bir kişide toplayan, güçler ayrılığını devre dışı bırakan, halkı politik bir özne olmadan yönetimden dışlayan niteliklere sahip bir otoriter rejimi inşa etmektir. Bu kapsamda, dokunulmazlıklar konusu özelinde başlayan tartışma hem bugünümüzü hem de geleceğimizi ilgilendirmektedir. Nitekim, önerilen teklifin toplumsal yaşamımızı etkileme biçimlerini bugünlerde Cizre, Silopi, Sur, Nusaybin, Yüksekova, Şırnak, Silvan, İdil'deki çocukların yaşamlarında görmek mümkündür.

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı kutladığımız bugünde dokuz aydır süren ablukalardan ötürü yaşamını yitiren 600'den fazla kişiyle birlikte, bugüne kadar 102'si çocuk, 99'u kadın olmak üzere toplamda 868 kişi yaşamını yitirmiştir.

Sur'da, Silopi'de, Yüksekova'da, Nusaybin'de, Şırnak'ta bugün çocuklar dışarı çıkıp bayramı kutlamak bir yana evinin bahçesine çıkıp oyun bile oynayamamaktadır. Evlerin içinde ya da önünde çocuklar katledilmektedir. Silopi'de top atışı sonucu katledilen 2 yaşındaki Esra Şalk bebek, Cizre'de 3 aylık Miray bebek bunlardan sadece ikisidir. Ölü bedeni buzdolabında bekletilen 10 yaşındaki Cemile Çağırga, Sur'da ekmek almaya giden 12 yaşında Helin Hasret Şen, cenazesi Sur'da olan ve ailesi tarafından alınmasına izin verilmeyen Rozerin Çukur, bu ülkede mevcut Hükûmetin abluka politikasının çocuklara dayattığı yıkımdır.

Hükûmet politikaları neticesinde ülkemizin her bir yöresinde çocukları koruyan evrensel bildirgeler, Avrupa Birliği'nin çocukları koruyan sözleşmeleri, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi tamamen askıya alınmış bulunmaktadır.

Türkiye, sahillerin mülteci bebeklerin vurduğu bir ülke hâline gelmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HALKLARIN DEMOKRATİK PARTİSİ GRUP BAŞKAN VEKİLİ ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) - Küçücük yaşlarda atölyelerde, tarlalarda çalıştırılan, sokaklarda mendil satan, evlerinden yüzlerce kilometre uzakta bir savaştan kaçarak bu ülkede yoksulluğa ve yoksunluğa maruz kalan; ihmali, istismarı, taciz ve tecavüz ve şiddeti en ağır biçimlerde yaşayan, cezaevlerine kapatılan ve cezaevlerinde şiddet ve işkence gören o yitik çocukların ülkesi hâline gelmiş durumdayız.

Bu olumsuz tablodan dönülmesi için gerekli adımları atmak, siyaset kurumunun hem hukuki hem ahlaki hem de politik sorumluluğundadır.

Başta iktidar partisi olmak üzere tüm siyasi partilerin bu sorumlulukları bir kez daha hatırlaması gerekir.

Bu vesileyle, hem çocuklar açısından hem de Türkiye'deki demokratik siyaset açısından oldukça karanlık bir tabloda bulunan ülkemizi, başta çocuklarımız olmak üzere tüm kimlikler ve toplumsal kesimler için aydınlığa ulaştıracağımıza dair mücadele sözümüzü yineliyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)