| Konu: | Başta hidroelektrik santraller olmak üzere Cerattepe, Yeşil Yol, Kuzey Marmara Otoyolu ve diğer büyük projelerle ekolojik yıkım gerçekleştirildiği ve bu yıkımda sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergenin (11/9) ön görüşmesi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 83 |
| Tarih: | 02.05.2016 |
MHP GRUBU ADINA AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; (11/9) esas numaralı gensoru açılmasına ilişkin önergeyle ilgili olarak Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulunuzu saygıyla selamlıyorum.
Orman ve Su İşleri Bakanı hakkındaki gensorunun gerekçesine baktığımız zaman sayın milletvekilleri; başta hidroelektrik santralleri olmak üzere Cerattepe, Yeşil Yol, Kuzey Marmara Otoyolu ve diğer büyük projelerle ekolojik yıkım gerçekleştirildiği ve doğanın tahrip edilmesine sebebiyet verildiği iddiaları yer almaktadır ve çok ciddi iddialarla karşı karşıya Sayın Bakan.
Değerli milletvekilleri, yılbaşından bu yana Resmî Gazete'de yayımlanan acele kamulaştırma kararlarına şöyle bir baktığımız zaman; başta Akkuyu Nükleer Santrali olmak üzere, çoğunluğunun RES'ler yani rüzgâr enerjisi santralleri, HES'ler ve enerji iletim hatlarıyla ilgili olduğunu görüyoruz. Aslında, mevcut ağaçların kökünden sökülmesine göz yumup daha sonra ekolojik dengenin tahrip edilmesine seyirci kalan sayın Bakanlık, sadece kesilen bu ağaçların yerine ağaç dikmekle çevreci olduğunu da düşünmektedir ve bu görüş aslında son on dört yıldır epeyce de yaygın bir kanaat serdetmektedir. Oysa Orman ve Su İşleri Bakanlığının ilgili olduğu hemen her alanda çok ciddi sorunlar devam etmektedir ve bizi karşı karşıya bırakmaktadır. RES'ler ve HES'lerle ilgili neredeyse hemen hemen her gün basına ve kamuoyuna yansıyan olumsuzluklar, gelişmekte olan ülke görünümümüze de gölgeler düşürmektedir.
Değerli milletvekilleri, özellikle özel sektörün beklentileri ve ısrarları sonucunda 2003 yılında yürürlüğe giren Su Kullanım Yönetmeliği ve hemen onun arkasından 2005 yılında çıkarılan 5346 sayılı Yasa -ki bu yasa yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik enerjisi üretimi amaçlı kullanımına ilişkin olan bir yasadır- su kullanım hakkı anlaşmaları özel sektörün yapacağı HES'lerden elektrik üretip satabilme serbestliği de getirmiştir.
Buraya kadar serbest piyasa ekonomisi içerisinde düşünebileceğimiz, makul gibi gözüken bu uygulama, bakın yıllar sonrasında başımıza ne getirmiştir. Türkiye'de şu anda işletmede olan HES sayısı 562'dir, yapımı devam eden onlarca HES için de yine su kullanım anlaşmaları imzalanmıştır. Ancak buradaki hesap çarşıya uymamıştır çünkü geçtiğimiz hafta, özellikle on-on iki gün kadar önce çok büyük yağmurlar ve akabinde de oluşan seller sonucunda su geldikçe çalışan nehir tipi HES'ler, bu aşırı yağıştan dolayı yoğun bir biçimde üretim gerçekleştirmiştir ve daha sonra da altyapısı yetersiz olan iletim hatlarında ciddi aşırı yüklenmeler olduğu için 29 ilde elektrik kesintileri yaşanmıştır.
Şimdi, değerli milletvekilleri, buradaki esas sorun şu: Biz zaten alıştık hemen her gün Türkiye'nin birçok bölgesinde elektrik kesintileri ve dolayısıyla, üretimde de ciddi kayıplar olabiliyor. Peki bu nedir? Burada önemli olan şu: İktidar tarafından alım garantisi verilen bu HES'lerin neden olduğu sadece kırk beş dakikalık kesintinin bizlere yani toplumdaki bütün tüketici kesimlere, özellikle karşılanamayan enerji değeri mesken tarifesi üzerinden -ki bu tarife düşük bir tarife biliyorsunuz, 33 kuruş/kilovatsaattir- hesapladığımız zaman sadece kırk beş dakikanın maliyeti bile 725 bin lirayı geçiyor. Şimdi, bu, ortaya konulan HES'ler bakımından da oldukça düşündürücü ve yapılan anlaşmaların sonucu bakımından da bizleri bir noktaya, bir hedefe götürücü bir politikadır diye düşünüyorum.
Kurulacak HES'lerle birlikte, bu sular boruların ve tünellerin içine hapsedilmekte ve "can suyu" adı altında gıdım gıdım bırakılan su ise ekolojik döngüye maalesef yeterli olmamaktadır. Akarsu ve çevresindeki hayatın devamı demek olan bu can suyu hesapları da, ne ilginçtir ki, dünyanın hiçbir yerinde Türkiye'deki gibi hesaplanmamaktadır. Bu, akarsuyun çevresindeki ekosistemle ve yine çevrede bulunan yaşamla ilgili olarak insan hayatı göz önüne alınmadan ve biraz önce de söylediğim gibi dünyanın hiçbir yerinde kullanılmayan basit bir yöntemle de hesaplanmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Su Kullanım Hakkı Anlaşması çerçevesinde suyun yüzde 90'ının şirketlerin kullanımına tahsis edildiği dikkate alınırsa, o zaman "can suyu" adı altında doğada bırakılan su yüzde 10 civarında olacak ve maalesef mevcut doğal dengeyi de tamamen bozacaktır. Diğer yandan, kurulan ve kurulacak HES'ler için çevresel etki değerlendirme süreci de yine bu ortamda sağlıklı yürütülmemektedir. Bu alanda, hâlen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından, Orman ve Su İşleri Bakanlığının da görüşü alınarak "ÇED gerekli değildir." kararları mütemadiyen verilmektedir. Bakanlık, 2002-2015 yılları arasında yaklaşık 46 bin -ben tam sayısını da vereyim size, 45.937- projeye, Orman ve Su İşleri Bakanlığının görüşünü de alarak "ÇED gerekli değildir." görüşünü vermiştir.
Değerli milletvekilleri, HES'lerden üretilecek enerjiye, yirmi beş-otuz yıllığına iktidar tarafından alım garantisi de verilmektedir. Gayet güzel ve ballı bir iştir bu. Bir yandan bir şirkete HES yapımını vermektesiniz, öte yandan aynı şirkete yirmi beş-otuz yıllık alım garantisini de veriyorsunuz. Bu alım garantisinin dışında mevcut su, bu su veya enerji şirketlerine enerji üretimi için kırk dokuz yıllığına da devredilmekte bu arada. Şirketlerle yapılan anlaşmalara göre iktidar, HES yapımcısı şirketin istemesi hâlinde, böyle bir talepte bulunursa, çevresindeki tarım arazilerini de istimlak edebilmektedir.
Kısacası, bu su kullanım hakkı anlaşmasının yapılmasıyla, anlaşmayla elde edilen ve "HES kurma lisansı" diye bahsettiğimiz lisans alınır satılır bir ticari emtia yani ticari bir meta hâline gelmiş ve zaman içerisinde kontrolsüzlük o kadar ileri bir noktaya gitmiştir ki bu konuda "HES lisansı borsası" adı altında da bir borsa oluşmuştur Türkiye'de. Son yıllarda ise, HES yatırımı yapma amacıyla, Devlet Su İşleri ve bununla ilgili su kullanım anlaşması yapmış olan birçok yerli şirketimiz de payları itibarıyla yabancı şirketlere satılmakta veya satılmak üzeredir. Bu durum, mevcut Tahkim Yasası'yla ulusal su kaynaklarımız üzerindeki tasarruf hakları konusunu da gündeme getirmekte ve uluslararası bir boyuta da mesele taşınmaktadır.
Bu arada, HES'lerle ilgili konuyu anlatırken -belki Sayın Bakan da çok ciddi açıklama verebilir- bugün Giresun'da HES inşaatına bir saldırı olmuş; ben biraz önce, kürsüye çıkmadan bu bilgileri aldım. O inşaatta çalışan işçilerimize uzun namlulu silahlarla ateş açılmış ve ateş açanların terörist gruplar olduğuna dair... Ama, hangi terörist gruptur, onu bilmiyorum, belki Sayın Bakan daha yeterli bilgiye sahiptir, bu kürsüden cevap verirse çok da memnun oluruz.
Değerli milletvekilleri, su gibi hayatın temeli olan çok önemli bir doğal kaynağın tabii ki kamu yararına planlanması ve yönetilmesi gerekmektedir ama siz, tabii, Devlet Planlama Teşkilatı gibi bir teşkilatı kullanıp üstüne bir bardak su içtiğiniz için, suyu ancak orada kullandınız, onun adını Kalkınma Bakanlığı gibi garabet bir şekilde teşkilatlandırıp değiştirdiniz. Dolayısıyla, bu tip planlama faaliyeti yapacak bir kuruluş da kalmadı Sayın Bakan. Onun yerine başka kuruluşlarla belki ikame etme şansını da bulabilirsiniz ama bu konu, kamu görev ve yetkilerinin vazgeçilmez olanlarının da maalesef kontrolsüz bir şekilde özel sektöre de devredilmesine yol açmıştır ve suyun geleceğiyle ilgili olarak da tamamıyla özel sektörün tasarrufuna bırakılmıştır.
Değerli milletvekilleri, günümüzde gelişmiş ülkeler yeni HES yatırımlarına çok zor kararlardan sonra izin vermektedirler. Hatta, bu izin verilenlerin de su havzalarına olumsuz etkileri varsa tekrar gözden geçirmekteler ve ciddi de, sıkı da bir denetimden geçirmektedirler. Tabii, bu ülkelerde, baktığımız zaman, öncelik çevrenin ve doğanın korunması olduğu için çok da doğal buluyoruz bu tip uygulamaları. Türkiye'de ise yıllardır ihtiyaç duyulan ve yürürlükte olması gereken su kanunu da maalesef hayata geçmemiş. Biraz önce, Çevre Komisyonu Başkanımızla konuştum. Herhâlde önümüzdeki haftalar içerisinde -ben de Çevre Komisyonu üyesi olduğum için özellikle takip ediyorum- bu su kanununu Sayın Başkan Komisyona getirme noktasında olursunuz.
Değerli arkadaşlarım, yer altı sularının sürdürülebilir yönetimi açısından kalite ve miktarına ilişkin ciddi ve kapsamlı bir çalışmaya da ihtiyaç var. İşte, bu, biraz önce bahsettiğim su kanunu ve tabii ki biyoçeşitlilik kanunu gibi çevreye münhasıran yönetilmesi gereken kanunlar hemen, vakit geçirilmeden Türkiye Büyük Millet Meclisine de getirilmek zorundadır.
Değerli milletvekilleri, RES projelerine verilen, Orman ve Su İşleri Bakanlığının da dâhil olduğu bu ÇED süreci kararlarında insan hayatı, hayvanlar ve bitkiler umursanmamış, bunun yanı sıra, esas daha ilginç olanı, tarihî sit alanlarına da tecavüzler olmuş.
Bakın, buna benzer bir olayı, yaklaşık dört yıl kadar önce biz İzmir'de yaşadık. İzmir, Kemalpaşa ilçesinde bir zincir marketler grubunun -yani çok da ulvi bir gayeyle yapılmamış Sayın Başkan- bir market grubunun, birinci derecede sit alanına depo açabilmesi için, bu arazinin üçüncü derece sit alanına çevirilmesi isteği, o günlerde koparılan kıyametlerden ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde, çeşitli platformlarda dile getirilmesinden sonra nihayetinde iptal edilmiştir. Demek ki böyle uygulamalara da Bakanlık maalesef göz yummaktadır.
RES'lerin yaşam alanına mesafesi dünyada 1,4 kilometre. Şimdi, çok ilginç; bakın, ben size söyleyeyim, bir başka felaketi de burada yaşıyoruz çünkü "yenilenebilir enerji" dendi ya -bakın, burada da söylendi biraz önce- aslında, bu, ciddi felaketlere de yol açabilecek bir enerji kaynağı türü çünkü Türkiye'de, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, bu pervanelerle ilgili olarak bir mesafe standardı getirmiyor ve istemiyor. Türkiye'nin birçok yerinde artık bu mesafeler 400 metrenin de altına inmiş durumda.
"Ha bundan ne olur?" derseniz, ben size söyleyeyim: En başında, bir kere, kuşların göç yolunu ciddi manada etkilemekte, arıların çiçek ve kovan arasındaki gidiş gelişini etkilemekte, ses kirliliği yapmakta, insanların sağlığını bozmakta, birtakım radyoaktif maddelerin havada uçuşmasına yol açmakta. Yani velhasıl, çok ciddi sağlık sorunlarına, çevre sorunlarına da yol açmaktadır.
Öte yandan, belki daha önemli olan bir başka konu da şu: Köylülerimizin arazileri, bu biraz önce söylediğim acele kamulaştırma yasası vasıtasıyla, Millî Emlak Genel Müdürlüğünce kırk dokuz yıllığına da ellerinden alınmaktadır. Bakın, bu da ciddi problemlere, toprak kullanımıyla ilgili ileride birtakım sıkıntı ve sürtüşmelere yol açabilecek bir konudur.
Değerli milletvekilleri, orman ve sularımızı koruyup geliştirmekle sorumlu olanların bir zamanlar şu sözü de çok meşhurdu: "İzmir'e vereceğimiz müjdeler, milletvekili sayısına göre artacak." diye bir sözler söylenmişti. Bu, İzmirlilerin hafızasında, cidden kara bir mizah olarak da yer aldı. O günden bugüne ben bakıyorum bir İzmir Milletvekili olarak, kaç tane proje verilmiş, kaç tane de milletvekili alınmış, bu "al gülüm, ver gülüm" hesabı, acaba, iktidar tarafından nasıl yapılacak ve ileride nasıl tahsil edilecek, onun da ciddi takibini yapmak istiyorum. İşte, bu anlayışta olanlar, esasen üçüncü köprü, üçüncü havalimanı, Akkuyu Nükleer Santrali gibi büyük projeleri ÇED sürecinden çıkarmak için de yırtınıyorlar. Öyle enteresan ki ÇED yönetmeliğinde çok ciddi değişiklikler yapıldı ancak bu yönetmeliklerin hemen hepsi Danıştaydan geri döndü ve iptal edildi. Peki, bu sefer ne oldu? Bunu çıkaran arkadaşlar hukuku arkabahçeden dolanarak bir başka yönteme başvurdular, Çevre Kanunu'nda birtakım yasal kılıflar ve değişiklikler yaparak çaba harcadılar ama bu sefer de Anayasa Mahkemesinden döndü. Demek ki yasa uygulamalarına, en alt hukuk uygulamasından tutun en üst hukuk normuna kadar, en başta sizlerin yani iktidar partisinin ve Hükûmetin tabii ki uyması gerekir, dolayısıyla bütün toplumu da bu hukuk normunun arkasında toplulaştırıp arkasında durması sağlanabilir.
Değerli milletvekilleri, 61'inci Hükûmet döneminde oluşturulan ve adına da "Yeşil Yol" denilen ancak Karadeniz'in bütün yüksekliklerini tıraşlayan proje tam bir fiyaskoyla karşımızda duruyor, gerçekten neresine giderseniz gidin bu Yeşil Yol Projesi bir fiyasko olarak karşımızda durmakta. Bu konuda da Danıştay, Aralık 2015'te, Yeşil Yol Projesi'ni ve Karadeniz'deki 6 ilimizi yani Ordu'dan başlayıp işte Giresun, Gümüşhane, Bayburt, Trabzon, Rize, Artvin illerini kapsayan bu projeyi durdurdu ve iptal etti. Değerli arkadaşlar, bu plan uygulamasının yani çevre düzeni planı uygulamasının iptal edilmesinden sonra başka uygulamalar gene hukukun arkabahçeden dolandırılma uygulamalarıyla -biraz önce söylediğim gibi- karşı karşıya bırakıldı. Aslında, Danıştayın bu kararının bilirkişi raporunu alıp, önünüze koyup okutsanız orada size çok daha düzgün ve yol gösterici birtakım materyaller de var. Bakın, orada, çevre düzeni planının bölgedeki önemli doğa koruma alanlarını, su havzalarını, tarım alanlarını korumadığına vurgu yapılmış özellikle ve gene plan ayrıca bölgedeki korunması gereken doğal varlıkları doğal kaynak olarak görmekte yani bir nevi maddileştirmekte ve ticarileştirmenin yolunun açıldığına da dikkat çekiyor. Yani diyor ki: "Başka insanlar doğaya, çevreye, ağaca, yeşile baktığı zaman huzur görürken siz -günün moda tabiriyle- para görüyorsunuz." Yani, böyle de bir uyarıcı bir noktada yazmış. Bu bilirkişi raporu bile aslında Orman ve Su İşleri Bakanlığının doğaya ve su havzalarına ne kadar bakar kör olduğunun da açık bir delili değerli milletvekilleri.
Şimdi, deniyor ki: "Yılda 333 milyon ağaç üretiyoruz." Bütçe konuşmasında söylenmiş bu güzel söz. Siz 333 milyon ağaç üretiyorsunuz ama geçtiğimiz yıl yani 2015 yılında 63 milyon liralık fidan ve süs bitkisi ithal etmişsiniz. Şimdi, ortada ciddi bir planlamanız olsa, proje çalışmanız, fizibilite çalışmanız olsa ve bundan da bir başarı olarak söz etseniz o zaman bu ithalat rakamlarının tedricen azalması gerekmez miydi? Sizlere soruyorum.
Değerli milletvekilleri, Artvin'e kuş uçuşu 4 kilometre mesafede, Türkiye'nin belki de en zengin bitki örtüsüne sahip ve kuşların da göç alanı üstünde olan "Cerattepe" denilen bölge var. Şimdi bu bölgeye baktığımız zaman Bakanlık, burada yaşayan insanların ne talepleri noktasında ne de hassasiyetleri noktasında maalesef ciddi girişimde bulunmamış. Daha ilgincini söyleyeyim ben size, birkaç ay önceki o günleri hatırlayın. Sayın Başbakan bu bölgeden gelen sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle görüşme yaptığı esnada ve onlara şu sözü verdiği sırada "Hukuksal süreç bitene kadar bu alandaki çalışmalar duracak." demesine rağmen ne ilginçtir ki -öğreniyoruz- Artvin Bölge İşletme Müdürlüğü yaklaşık 77 bin metrekare bir alanda daha maden arama ruhsatı veriyor. Şimdi, bir yandan Sayın Başbakan iyi niyetli bir girişimde bulunuyor, sivil toplum kuruluşlarıyla konuşuyor -ki doğrusu da bu- ama öbür tarafta bakıyoruz, sayın bakanlığın bir birimi icraata devam ediyor. Şimdi, nereden bakarsanız bakın insanını ve doğasını geri plana iten bu hırsın sebebi rant olarak karşımıza çıkıyor. Tabii, rantın iyi yönleri de vardır mutlaka ama çevre ve doğayla ilgili olan bu alanda konuştuğumuz kısımda maalesef hayırla yâd edemeyeceğiz. Milletimize "Büyük proje" diye sunulan, aslında belli bir kesimin büyük rant elde ettiği, çevre ve doğa katliamıyla da karşı karşıya olan bu projeler çok pahalı bir şekilde hayata geçmekte ve aslında Hazine güvenceleriyle de maalesef karşı karşıya kalmaktadır.
Değerli milletvekilleri, hâlen orman ve su ürünleri mühendislerimiz, orman işçilerimiz, mevsimlik işçilerimiz büyük ölçüde kadro beklerken Bakanlığı maalesef, yakınlarınıza, eşe dosta, şuna buna birtakım kadrolar vererek de bu alanda da haksız ve adil olmayan uygulamaların içerisinde görüyoruz.
Bu bakımdan, biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak diyoruz ki: Ormanlardan çok amaçlı yararlanma, biyolojik çeşitlilik, su ve yaban hayatıyla ilgili ekosistemin etkin korunması ve geliştirilmesi için gerekli olan bütün politikaların hayata geçirilmesini çok ciddi bir şekilde gözden geçirip denetlenmesi noktasına devam edeceğiz.
Bu düşüncelerle hepinize tekrar saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)