| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği Arasında İzinsiz İkamet Eden Kişilerin Geri Kabulüne İlişkin Anlaşma ile Oluşturulan Ortak Geri Kabul Komitesinin 2/2016 Sayılı Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 84 |
| Tarih: | 03.05.2016 |
CHP GRUBU ADINA SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 298 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği Arasında İzinsiz İkamet Eden Kişilerin Geri Kabulüne İlişkin Anlaşma ile Oluşturulan Ortak Geri Kabul Komitesinin 2/2016 Sayılı Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Geri kabul anlaşması ve vize muafiyeti konularında ülkemiz ve Avrupa Birliği arasında yaşanan belirsiz sürece ilişkin eleştiri ve uyarılarımızı sizinle paylaşacağım. Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki geri kabul anlaşması mütekabiliyet temelinde Türkiye'de veya Avrupa Birliğine üye ülkelerin birinde ülkeye giriş, ülkede bulunma, ikamet etme koşullarını sağlayamayan veya sağlayamaz duruma düşen kişilerin anlaşmada belirlenen şartlar ve kurallar çerçevesinde ilgili ülkeye geri gönderilmesini amaçlamaktadır. Türkiye 16 Aralık 2013 tarihinde Avrupa Birliğiyle geri kabul anlaşması ve vize muafiyeti için yol haritası belgesini imzalamıştı ancak Türkiye'nin bütün koşulları sağlasa da vize muafiyetine ne zaman sahip olacağı kesin bir takvime bağlanmamıştı. Bu takvim, o gün olduğu gibi bugün de net değildir.
Müzakereler başlarken, iktidar partisi kamuoyuna önce vize muafiyetinin sağlanacağını, daha sonra ise geri kabul anlaşmasını imzalayacağını beyan etmişti ancak iktidar partisinin Avrupa Birliğiyle müzakere sürecindeki öngörüsüzlüğü, başarısızlığı nedeniyle iki anlaşma da aynı tarihte imzalanmıştı. Üstelik geri kabul anlaşmasının daha önce yürürlüğe girmesi o tarihte iktidar partisi tarafından da kabul edilmişti.
Değerli milletvekilleri, dikkatinizi çekmek istiyorum: Avrupa Birliğiyle yaklaşık elli üç yıla, 1959 ilk başvurumuzu dikkate alırsak belki altmış yıla dayanan ilişkilerimizin son on dört yılını bu mevcut iktidar partisi yönetmektedir. Bu on dört yılda iktidarın, genel olarak komşularla uzlaşı ve sıfır sorun ile yola çıktığı dış politikasından, özel olarak da Avrupa Birliğiyle üyelik sürecimizdeki tutarsız duruşu ve ülkemizin ve milletimizin geleceğini, ulusal çıkarlarını kaosa sürüklemesiyle başarısızlığı bir kez daha tescillenmiştir.
Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizi tek başına sürdürdüğü on dört yıllık dönemde iktidarın Avrupa Birliğiyle müktesebat uyumunda açılan fasıl sayısı ve açılan fasılların kapanmasındaki başarısızlığı da aşikârdır. 2005 yılında başlayan tam üyelik müzakerelerinde toplam 35 başlıkta 15 fasıl açılabilmiş, bunlardan 2006 yılında geçici olarak kapatılan Bilim ve Araştırma Faslı dışında henüz hiçbir fasıl kapatılamamıştır.
Mevcut iktidar, üyelik sürecimizi tıkayan, kilit sorun olan Kıbrıs sorununda çözüm noktasında bir adım dahi ilerleme kaydedememiştir.
Yine, on dört yılda Gümrük Birliği Anlaşması'nın ülkemiz ekonomisine ve ticaretine katkı sağlayacak biçimde revizyon başarısı sağlanamamıştır. Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa Birliği arasında görüşülmekte olan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Anlaşması görüşmelerinin başlamasıyla birlikte bu anlaşmanın Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki Gümrük Birliği Anlaşmasına olumsuz etkilerini gidermek için Sayın Avrupa Birliği Bakanı bu yılın başında Komisyon toplantısında bu anlaşmanın Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki Gümrük Birliği Anlaşması'na etkilerinin revize edileceğini, hatta feshetme noktasına gelebileceğimizi beyan etmişti. Ancak Sayın Avrupa Birliği Bakanını Avrupa Birliği uyum yasalarını görüşürken pek bu Mecliste göremedik, o nedenle bu soruları kendisine soramadık, bu konuda ne düşünüyor öğrenemedik.
Son geldiğimiz nokta ise değerli milletvekilleri, mevcut iktidar hepimizin izlediği gibi mülteci krizinden fırsatçılık yaratarak Avrupa Birliği ilişkilerimizi vize muafiyeti ön koşuluna bağlamıştır.
Değerli milletvekilleri, tam üye olmak yolunda eğer son on dört yılda bir yol haritası belirleyebilseydik bu sıkı sıkı sarıldığımız vize muafiyetini zaten elde etmiş olacaktık.
Değerli milletvekilleri, son on dört yılda Avrupa Birliğinin yayınladığı tüm ilerleme raporlarında üyeliğimizin temel koşulu olan Kopenhag Siyasi Kriterlerinden... Ki bugün itibarıyla çok önemli olan ifade ve basın özgürlüğü, demokratik hukuk devleti, azınlık ve insan hakları gibi temel Avrupa Birliği değerlerinde bir ilerleme ve iyileşme kaydedemediğimiz gibi, son yayınlanan raporda da ilk defa gerilemeden bahsedilmiştir.
Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz gündemde olduğunda veya bir gelişme olduğunda hepimizin takip ettiği gibi Kabinenin üyelerinden farklı açıklamalara şahit oluyoruz. Şöyle ki: Sayın Başbakanın Avrupa Birliği liderleriyle Avrupa Birliği başkentlerinde vermiş olduğu sempatik görüntüler; Sayın Dışişleri Bakanının veya bazen Sayın Avrupa Birliği Bakanının birbirinden farklı açıklamaları; malum, Cumhurbaşkanının Avrupa Birliği ülkelerini ve Avrupa Birliği liderlerini hedef gösteren açıklamaları. Bu demeçler ve bu karmaşık görüntü ülkemizin ulusal çıkarlarına zarar vermektedir ve uluslararası kamuoyunda ülkemizin itibarını zedelemektedir.
Değerli milletvekilleri, vize muafiyetinden daha önemli, bir an önce tartışmamız gereken ve iktidar partisinin, Hükûmetin acilen çözmesi gereken karşı karşıya kaldığımız mülteci sorunu ve krizidir. Bu sorunla ilgili Hükûmetin herhangi bir stratejisinin olduğunu bilmiyoruz, bu sorunu kısa vadede nasıl çözeceğini bilmiyoruz ki az evvel yaşanan tartışmalar da bu konu üzerineydi. Hükûmet, Başbakan Sayın Davutoğlu içinden çıkamadığımız bu temel sorunu Avrupa Birliği ilişkilerinde ve vize muafiyetinde temel koşul olarak öne sürerek kendisi için bir fırsat ve bir algı yaratma noktasındadır. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak ülkemizin ve vatandaşlarımızın çıkarı için Avrupa Birliğine tam üyelik yolunda ulusal çıkarlarımızı koruyan, kollayan tüm olumlu girişimleri bugüne kadar destekledik, bugünden sonra da destekleyeceğiz.
Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliği uyum yasalarını kabul ettiğimiz şu son altı aydır biraz da usul ve sürece ilişkin konulara değinmek istiyorum. Avrupa Birliği uyum yasalarını yoğun bir mesaiyle -bugün de olduğu gibi- hızla kabul ettiğimiz bu süreçte üyesi olmaya uğraştığımız Avrupa Birliğinin özellikle etkin kurumsal yapısının, devamlılığının, tutarlı duruşunun, başarılı entegrasyonunun temel değeri olan uzlaşı kültürüne uzak bir uygulamaya hepimiz 26'ncı Dönem milletvekilleri olarak bu kabul ettiğimiz Avrupa Birliği uyum yasalarında şahit olduk. Şöyle ki: Avrupa Birliği üye devletlerinin 1966 yılında kabul ettiği Lüksemburg Uzlaşması ve son kabul ettikleri Lizbon Antlaşması'na ekledikleri İyonya Uzlaşısı gibi, karar alma mekanizmalarında tüm üye devletlerin ve tarafların çekincelerini dikkate alan ve yansıtan uygulamalar kabul etmişlerdir. Avrupa Birliği ülkeleri bu uzlaşı ve bu uygulamalarla kurumsal yapılarındaki başkan ve üst düzey temsilcilerini belirlerken de ortak mutabakatla hareket etmektedirler. Bu kurumsal yapıyı işletecek ve en iyi temsilîyeti sağlayacak kişileri, yani en üst düzey kurumsal temsilcilerini belirlerken liyakat, donanım, nitelik bakımından seçmektedirler. İşte, Avrupa Birliğinin başarılı bütünleşme sürecinin temelinde de bu şeffaf, demokratik kurumsal yapısı ve üst düzey temsilci belirleme süreci ve karar alma mekanizmaları vardır. Peki, değerli milletvekilleri, Avrupa Birliğinin bu şeffaf ve objektif işleyen kurumsal yönetim ilkeleri ve etkin işleyişi karşısında biz son altı aydır bu Mecliste Avrupa Birliği uyum yasaları kapsamında kabul ettiğimiz kurumsal yapıları belirlerken uzlaşmadan uzak bir usulle ve özellikle bu kabul ettiğimiz kurumların oluşumları noktasında gerek muhalefetin gerek sivil toplum kuruluşlarının çekincelerini, kaygılarını dikkate almadan belirledik. Ama, daha önemlisi, değerli milletvekilleri, Avrupa Birliğine üye olmaya çabalayan bizler -ki son altmış yıldır- en üst düzey kurumsal temsiliyetimizi belirlerken ne yaptık? Cumhurbaşkanını seçerken ne dedik? "Gül Kardeşimiz olsun." Başbakanı belirlerken ne dedik? "Ahmet Hocamız olsun." Meclis Başkanını belirlerken ne dedik? "İsmail ağabeyimiz olsun." Daha sonra bu bitmedi. Doktorumuz, avukatımız, damadımız, şoförümüz, hapishane arkadaşımız... Bu liste uzayıp gidiyor, bildiğiniz gibi. Sonra da değerli milletvekilleri, ne diyoruz? Bu Avrupa Birliği zaten bizi almaz. Hep birlikte aynı şeyi söylüyoruz.
Evet, Avrupa Birliği uyum yasalarını birbiri ardına hızla Meclisten geçirdiğimiz şu günlerde, üyesi olmaya çalıştığımız Avrupa Birliğinde olduğu gibi, biz de kendi demokrasimizi, Parlamentomuzu güçlendirmek, karar alma süreçlerini demokratikleştirmek ve çıkarılacak yasaların daha kapsayıcı olmasını sağlamak adına Avrupa Birliği Uyum Komisyonu Başkanlığını belki ana muhalefet partisine devredebiliriz. Üyelik sürecini tamamlayan ve devam eden pek çok ülke Avrupa Birliği Uyum Komisyonu Başkanlıklarını ana muhalefet partilerine bırakmıştır. Ki bunun en güzel örneğini Hırvatistan'da görebiliriz. Biliyorsunuz, Hırvatistan üyelik sürecini çok hızlı şekilde tamamladı ve burada özellikle muhalefeti üyelik sürecine çözüm ortağı olarak gören bir anlayış sergiledi. Şimdi, Hırvatistan'a baktığımız zaman, Hırvatistan 2003 yılında Avrupa Birliğine üyelik başvurusunda bulundu, 2004 yılında aday ülke oldu, 2005 yılında da müzakere sürecine bizimle birlikte başladı, 2013 yılında Avrupa Birliğinin 28'inci tam üyesi oldu.
Değerli milletvekilleri, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak son altı aydır ve özellikle de son bir aydır Avrupa Birliği uyum yasaları sürecinde tam destekle bir çözüm ortağından beklenen sorumlu tavrı göstererek hazır olduğumuzu kanıtladık. Gelin, Avrupa Birliği bizden istiyor diye değil, otoriterliğe doğru hızla giden demokrasimizin niteliğini yeniden, hep birlikte güçlendirmek için, vatandaşlarımızın refahı ve mutluluğu için gerekli tüm adımları bu Mecliste birlikte atalım.
Son olarak, hepimizin önemle beklediği 4 Mayıs tarihinde, evet, Avrupa Birliği vize muafiyeti konusunda bu kriterleri sağlayıp sağlamadığımıza dair bir tavsiye kararı açıklayacak. Ancak, sanki 4 Mayısta hep birlikte, Avrupa Birliğinin vize serbestisi alanı olan Schengen bölgesinde serbest dolaşım hakkı elde edecekmişiz gibi bir algı yaratılmaktadır. Eğer 4 Mayısta vize muafiyeti konusunda olumlu bir tavsiye kararı alırsak, korkumuz, "Muhalefetin tüm engellemelerine rağmen bunu biz başardık." diyeceksiniz. Olumsuz yönde bir tavsiye kararı alırsak da, işte "Bu Avrupa Birliği zaten yıkım ekibi." Hep birlikte bekliyoruz yine, maalesef, kandırılacak mıyız?
Değerli milletvekilleri, biz ana muhalefet partisi olarak Avrupa Birliğine saygın, onurlu, koşulsuz bir tam üyeliğin arkasındayız. Avrupa Birliğine uyum yasalarına tam destek vererek, muhalefet görevimizin gereği olarak bu uyum yasalarındaki bütün eksiklikleri yapıcı yönde eleştirerek, yasama sürecine katkı sağlayarak, koşulsuz şartsız bir Avrupa Birliği üyeliğini destekliyoruz.
Evet, son olarak da, geçen hafta özellikle ülkemizin ve bu Meclisin gündeminde yoğun şekilde ve çok önemli olduğuna inandığımız bir tartışma yaşandı. Meclis Başkanı Sayın Kahraman'ın "laiklik" ilkesi üzerine yapmış olduğu açıklamayı hepimiz birlikte tartıştık. Anayasa'da belirlenen yetkilerini ihlal eden ve bu kürsüdeki, hepimizin karşısındaki, bu yüce milletin karşısındaki yeminini ve cumhuriyetin kurucu değerlerini yok sayan bir açıklama idi. Ancak, benim değinmek istediğim konu, Meclis Başkanının bu açıklamaları, bu laiklik ilkesi üzerinden yapmış olduğu açıklamalar, takip ettiğiniz üzere, Avrupa Birliği kamuoyunda çok büyük bir etki yarattı. Şöyle ki: Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz Almanya'da yayınlanan bir programda, "Mülteci Krizi ve Türkiye" konulu bir programda şu açıklamaları yaptı: "Erdoğan'ın baskı politikalarını ve otoriter devlete yönelmesini çok tehlikeli buluyorum. Ülkeye büyük zarar veriyor." Yine aynı hafta içerisinde Avrupa Birliğinin Genişlemeden Sorumlu Komiseri şu açıklamalarda bulundu: "Gerçek amaç Avrupa Birliğine üye olmaksa o zaman hukukun üstünlüğü önceliklerin en başındadır. Türkiye'nin tutum değişikliklerine gitmesini bekleriz. 'Şu yasayı yaptım, bu yasayı yaptım.' deyip birtakım kutucuklara tik atmaktan ibaret değil. Bunların uygulanmasındaki performansla ilgili, nasıl uygulandığı, saygı duyulup duyulmadığı önemli." Yine Genişlemeden Sorumlu Komiser şu açıklamalarda bulunuyor: "Hukukun üstünlüğü ilkesi ve demokrasi tektir, farklı çeşitleri yoktur. Avrupa ve Türk demokrasisi diye farklı demokrasilerimiz yoktur." Sürekli bir Türk tipi Başkanlık demokrasisi, laiklik tanımları yapılmasını eleştirmiştir.
Şunu açıklamak istiyorum değerli milletvekilleri: Avrupa Birliği uyum yasalarını burada, hep birlikte, özellikle vize serbestisi anlamında başarı sağlamak için, tamamlamak için yoğun ve ağır bir mesaiyle kabul etmeye çalışıyoruz. Ancak, diğer taraftan, yapılan üst düzey açıklamalar Avrupa Birliği kamuoyunda bütün bu yaptıklarımızı yıkan bir durum ve görüntü oluşturmaktadır. Bu demeçler ve bu uygulamalar bizim üyelik sürecimizi Avrupa Birliği kamuoyunda zedeleyen açıklamalardır.
Son olarak, biz burada Avrupa Birliği uyum yasalarını görüşürken, tam da uzlaşı kültüründen bahsederken bazı milletvekillerinin bu görüşmeler sırasında sözlü saldırılarına ama daha da vahim olanı, fiziki saldırılarına şahit olduk.
Değerli milletvekilleri, ben de bu Parlamentoda bir milletvekili olarak Avrupa Birliği değerleri ve uzlaşı kültürü bir yana, bizler bu yüce Mecliste etik ve ahlaken sahip olduğumuz değerlerimize sahip çıkarak bu millete örnek olmalı, birbirimize tahammül ve saygı sınırlarını koruyarak zaten yeterince kutuplaşan ve ayrışan topluma örnek teşkil etmeliyiz. Bu bizim Avrupa Birliği üyesi olmamızdan ve vize muafiyetini almamızdan daha önemlidir diye düşünüyorum.
Bugünün özelliği itibarıyla 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü. Bildiğiniz üzere, -bugün de gündeme geldi- sınır tanımayan gazetecilerin yapmış olduğu rapor neticesinde Türkiye geçen yıla nazaran 2 sıra gerileyerek 180 ülke arasında 151'inci sıraya gerilemiştir. Yine, Freedom House'un raporunda da Türkiye basının durumu noktasında "Özgür değildir." açıklamasıyla nitelendirilmiştir.
Konuşmamda da bahsettiğim üzere, Avrupa Birliği İlerleme Raporu'nda özellikle en çok eleştiri aldığımız basın ve ifade özgürlüğü ve genel anlamda bütün özgürlüklerdeki gerileme durumumuz. Özellikle, bu gerilemenin önüne geçilmesi, medya, ifade ve basın özgürlüğünün güvence altına alınması ve özellikle 23'üncü fasıl olan yargı ve temel haklar, 24'üncü fasıl olan adalet, özgürlük ve güvenlik fasıllarının bir an önce açılması için gerek Avrupa Birliği gerekse bizim Hükûmetimizin ortak bir irade ortaya koymasını ve bizim de ana muhalefet olarak buna tam destek sağlayacağımızı belirtiyorum.
Bu vesileyle tüm baskı ve yıldırma girişimlerine rağmen fedakârca, özgürce görevlerini yerine getirmeye çalışan tüm basın emekçilerinin 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü günlerini kutluyorum.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)