GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:86
Tarih:05.05.2016

GAMZE AKKUŞ İLGEZDİ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadına yönelik şiddetin araştırılması amacıyla Halkların Demokratik Partisi tarafından verilen Meclis araştırması önerisi üzerinde konuşmak için lehte söz aldım.

Bugünkü konuşmama, kadına şiddetle ilgili bir gazete haberiyle başlayacağım, 16 yaşında görücü usulüyle evlendirilen, eşinden şiddet gören bir kadının dramıyla. Aynen, gazete haberinde kadının söylediklerini aktarıyorum. Bu arada, şunu da söyleyeyim: Eşi tarafından yüzüne kezzap atılarak yüzü tanınmayacak hâle getirilmiş bir kadın. "2 çocuk annesiyim. Burada bir odanın içinde kalıyorum. Çocuklarım sürekli yanıma gelip benden bir şeyler istiyor. Gece yarısı su isteyince kalkıp veremiyorum, ağladığı zaman 'anne' diye ağlıyor. Ellerinden tutup kaldıramıyorum. Çocuklarımı yanıma alabilmek için bu olayları yaşadım. Benden uzak duruyorlar çünkü eski annelerine benzemiyorum." diyor anne. Burada anneye mi üzülelim, çocuklara mı?

Evet, değerli vekiller, bugün Türkiye'de, kadınların uzun yıllar verdiği mücadeleler sonucunda elde ettiği kazanımların tehdit altında olduğu karanlık günlerden geçiyoruz. Bugün ülkemizde, kadınlarla ilgili devlet politikası, kadına karşı şiddeti önlemekten uzak ve hatta teşvik edici, cinsiyetçiliği pekiştirici ve kadını toplumsal hayattan dışlayıcı. Yani gerici bir karanlık etrafımızı adım adım kuşatmıştır.

Kadın hakları savunucularının yaşamın aktığı her alanda, Meclis komisyonlarında, alanlarda ve adalet saraylarında, iktidarınızın politikalarını eleştirmelerinden daha doğal bir şey olamaz bu durumda çünkü toplumsal alanı ve kadının statüsünü gericileştirmek için özel bir çaba sarf ettiğinize şahit oluyorlar. Ve ne yazık ki iktidar, bu çabanın öznesi olarak da kadınları görüyor, siyasetinin merkezine kadını oturtuyor; canı istiyor, hedef tahtası yapıyor; canı istiyor, özgürlük simgesi hâline dönüştürüyor yani iktidar, kadını kullanıyor. Bu bakımdan kadına yönelik her türlü şiddeti adli bir vaka değil, ülkedeki gerici siyasetin doğrudan bir sonucu olarak görmeliyiz. Çünkü, bizler, ifade özgürlüğümüzü kullandığımızda erkek şiddetine, haklarımızı talep ettiğimizde ise kolluk kuvvetlerinin şiddetine maruz kalıyoruz. Şurası açıktır ki kadının sadece kamusal alandan değil, hayatın her alanından çekilmesini isteyen bir iktidar var. Bu yüzdendir ki eve kapanan, çocuklarına bakan, namusla çerçevelenen, herhangi bir konuda görüşü olmayan, kısacası yok hükmünde olan bir kadın istiyorlar. Yani öznesi "kadın", yüklemi "yok saymak" olan bu anlayışın sonucunda Türkiye'de kadın olmak daha da zorlaşıyor.

Evet, bu ülkede, giydiğiniz hırkadan, üzerinizdeki bluzdan, ayağınızdaki ayakkabıdan, hatta makyajınızdan tahrik olan ve bu yüzden sizinle kendini tatmin etmeyi hak gören bir anlayış var. Eşitlik taleplerinize tahammül edemeyen erkeklerin, siyasilerin ve devlet temsilcilerinin baskıları var. Kadına yönelik şiddeti sadece cinsiyete indirgemeye çalışan bir zihniyet var. Üstelik şiddetin fiziksel, cinsel, ekonomik ve psikolojik boyutlarını görmek istemeyen bir yapı var. Mesela, bir adres sorarsınız, torununuz yaşında bir gencin tecavüzüne uğrayabilirsiniz; maaş kartınız çalınır, sesinizi çıkartırsanız hayatınızı kaybedersiniz; hesabı sorulmaz. Kadınsınız ya bu ülkede yaşınızın bir önemi yoktur. 6 yaşındaki Gizem gibi akrabanız tarafından tecavüze uğrar, öldürülür, ormana atılabilirsiniz; katiliniz bir takım elbise giyinir, iyi hâlden yararlanır; ölen öldüğüyle kalır. 17 aylık minik bir yavruya 3 kişi tecavüz edebilir, üstelik "Çok güler yüzlü bir çocuktu." diye de ifade verebilirler. Adalet ararsınız, bulamazsınız. Evet, birer birer öldürülüyoruz, yetmiyor yaşayan ölülere dönüştürülüyoruz yani kimliği bilinmeyenlere ancak ecelimizle değil, elinizle, dilinizle öldürülüyoruz.

Bulamadığınız adaletten size küçük örnekler vereyim: "Bir kereden bir şey olmaz." dediğiniz için, "O saatte ne işin vardı?" dediğiniz için, "Kadın gülmez, kadın konuşmaz." dediğiniz için, "Kadınlardan alınacak eğitime ihtiyacımız yok." dediğiniz için, "Bizi kadın gibi yaşatamazsınız." dediğiniz için, "Cinayetleri sağır sultana duyurmaya gerek yok." dediğiniz için, "Kadına karşı şiddetle uğraşacağınıza insanlığa karşı işlenen cinayetleri önleyin." dediğiniz için her gün ölüyoruz. Sayın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı farkında mı bilmiyorum ama geçtiğimiz yıl 306 kadın öldürüldü, her güne neredeyse 1 kadın cinayeti düştü. Sizler "Cinayetler münferit." dedikçe tablo ağırlaştı. Bu yılın daha ilk üç ayında 94 kadın aramızdan ayrıldı. Yani, kadının fıtratında ölüm var. Şimdi sizleri bir dakika düşünmeye davet ediyorum: Kadına şiddet, sadece, yüze iki tokat atmak mıdır, eve kapatıp dışarı çıkarmamak mıdır? Ya çocuk gelinler, çocuk gelinler şiddetin neresinde acaba, hangi haritada, hangi tabloda gösterilmeliler? Özgecan, Serpil Öğretmen, Münevver gibi tecavüze, şiddete, istismara, darba ve gasba uğrayanları saymıyorum bile değerli vekiller.

Üstelik, Türkiye'de kadın olmanın zorluğu bunlarla da bitmiyor. Ekonomi kötüye gittiği zaman ilk suçlu kadınlar. Kadınların yüzde 71'i kayıt dışı işlerde çalışıyor. Yoksulluk sınırının altındaki nüfusun yüzde 70'i kadınlar. İşsizliği kadınlara bağlayan, "Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek." diye açıklama yapan bir bakanınız olabilir; kürtaj konusunda "Yasaklansın." diyerek saf tutan, "Tecavüze uğrayan doğursun, devlet bakar." diyerek istismarı meşrulaştıran bir bakanınız da olabilir; gülmek devrimci bir eylemdir ya bundan olsa gerek, ülkede kahkaha atan kadını iffetsiz ilan eden bakanınız da olabilir. Tüm bu bakanların ortak özelliği nedir biliyor musunuz? Kadının varoluşunu bir tahrik sebebi saymalarıdır.

Değerli vekiller, istediğiniz kadar yasa yapın, yasaları işletmedikten sonra manası yoktur. Bir zihniyet devrimi yapmak zorundayız. Hâkiminiz, savcınız, yan komşunuz, mahalle bakkalınız, apartman görevliniz, dolmuş şoförünüz yani hayatınızı sarıp sarmalayan erkeklerin tümü, hatta kadınlar namus bekçiliğine soyunuyor ülkemizde. Mahallelerimize namus bekçileri diken bu zihniyetten acilen kurtulmalıyız. Barış içinde; kimsenin kimseyi ezmediği, horlamadığı, ötekileştirmediği; çocukların savaşa, açlığa mahkûm edilmediği eşit bir düzen için bu dünyanın kadınlarına ihtiyacı varken ben bu ülkeyi hızla karanlığa sürükleyen bu anlayıştan kaygı duyuyorum. Bizleri tıkmaya çalıştıkları evlerde, bizleri kovmaya çalıştıkları sokaklarda şiddetin boyutları arttıkça artıyor. Üzgününüz, öfkeliyiz ve hepsinden önemlisi kaygılıyız. Gittiğiniz bu yolun sonu önce biz kadınlar, sonra tüm toplum için büyük bir karanlık.

Peki, bunca şiddeti konuştuk, bir de analara düşen acılar var, yürek acıları. Her gün gelen şehit haberleriyle evladını toprağa sırlayan onlarca anneye çektirilen yürek acısını hangi şiddete dâhil edeceğiz? Şehir şehir, mahkeme mahkeme dolaştırılan, öldürülen çocuklarının hakkını soğuk adalet saraylarında arayan annelerin yürek acısı ne olacak? "Oğlumun kemiklerini bulursam koynumda taşıyacağım." diyen, evladının cenazesine bile ulaşamayan binlerce annenin, Cumartesi Annelerinin feryadı ne olacak? 12 Eylülde yaşı büyütülen Erdal'ın annesinin acısını; 6 Mayısta 44'üncü idam yıl dönümü olan Deniz'in, Hüseyin'in, Yusuf'un analarının acılarını hangi kitaba yazacağız? Çilekeş anaların büyüttüğü bu 3 fidan "Emperyalizme karşı tam bağımsız Türkiye" diyerek tüm Türkiye'nin sesi oldular. Denizlerin onurlu mirası demokrasi mücadelesinin meşalesi olarak kırk dört yıldır yanıyor. Nazım Hikmet der ki:

"Delikanlım!

İyi bak yıldızlara,

Onları belki bir daha göremezsin.

Belki bir daha

Yıldızların ışığında

Kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin.

Delikanlım!

Senin kafanın içi

Yıldızlı karanlıklar kadar

Güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.

Yıldızlar ve senin kafan

Kâinatın en mükemmel şeyidir.

Delikanlım!

Sen ki, ya bir köşe başında

Kan sızarak kaşından

Gebereceksin,

Ya da bir darağacında can vereceksin.

İyi bak yıldızlara

Onları göremezsin belki bir daha.

Delikanlım!

Belki beni anladın,

Belki anlamadın.

Kesiyorum sözümü."

Evet, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan bir yangın ormanına püskürtülmüş genç fidanlardı ve hoyrattı gülüşleri, aydınlığı çalkalardı ve bir gece yürüdüler korkusuzca emperyalizmin yağlı urganına.

Şimdi bayrak bizim, şimdi dava bizim. Kadın mücadelesinde alanlarda bayrağı yükselten tüm analara ve kadınlara selam olsun, Mustafa Kemal'in tam bağımsızlık yolunda giden bütün devrim şehitlerine selam olsun.

Teşekkürler. (CHP sıralarından alkışlar)