| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 108 |
| Tarih: | 28.06.2016 |
TALİP KÜÇÜKCAN (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. HDP Grubunun verdiği Meclis araştırması önerisinin aleyhine söz almış bulunmaktayım.
HDP'nin, Türkiye'nin dış politikasına ilişkin verdiği grup önerisini dikkatle okudum. Önerge, bir sistematiği olmayan, somut verilere dayanmayan, bölgesel gelişmeleri doğru okumaktan yoksun iddialarla dolu.
Dış politikadaki gelişmeleri ve bunların bölgedeki yansımalarını ele alabilmek için olayların akışını hızlıca bir değerlendirmek gerekiyor, aksi hâlde dış politika analizleri ve eleştirileri havada kalacaktır. Türkiye'nin dış politikasının içinde yer aldığı ittifakları, uluslararası örgütleri ve bölgesel güç dengelerini etkileyen üç önemli gelişme yaşandı bu bölgede. Bu gelişmeleri anlamadan yapacağımız eleştirilerin çok fazla anlamı yok.
Bunlardan birincisi şu: Soğuk savaşın sona ermesiyle beraber iki kutuplu dünyadan tek kutuplu dünyaya doğru bir evrilme yaşandı. Bu dönemde içinde Türkiye'nin de olduğu bazı ülkeler yeni fırsat alanları yakaladı. Özellikle ideoloji ve güvenlik eksenli dış politika yerine daha rasyonel ve daha çıkarlara dayalı bir iş birliği, bir dış politika algısı oluşmaya başladı. Türkiye'nin belki de terk ettiği en önemli konulardan bir tanesi bu oldu. Soğuk savaş döneminin ideolojik ve güvenlik tehdidine dayalı dış politikasında ciddi değişimler yaşandı AK PARTİ döneminde özellikle.
İkinci önemli gelişme 11 Eylül 2001 olayları oldu. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki terör saldırıları özellikle Orta Doğu'daki dengeleri değiştirecek ve uzun yıllar sürecek krizlerin, istikrarsızlıkların başlangıcı oldu. Bu noktada 11 Eylül olaylarını veya Charlie Hebdo gibi bazı saldırıları Müslümanların bir şekilde meşrulaştırdığını söylemek son derece yanlış bir yaklaşım olur; bu, Müslümanlar açısından bir bühtandır. Bazı İslami hareketleri veya Müslümanları sanki bu hareketleri destekleyen, bu radikal örgütleri meşrulaştıran şekilde göstermenin yanlış olduğu kanaatindeyiz. 2003 Irak işgaliyle başlayan talihsiz süreç Irak'ta etnik ve mezhepsel fay hatlarını harekete geçirmiş, Türkiye, ABD işgaline bu dönemde ortak olmamış, yanı başındaki ve sınırındaki bu komşu ülkedeki gelişmelerden ister istemez etkilenmiştir.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ortak olmadıysa bizim sayemizdedir, bizim; 1 Mart tezkeresi.
TALİP KÜÇÜKCAN (Devamla) - Bu da Suriye ve Türkiye'nin aldığı kararla alakalı değildir, Irak'ın işgali Türkiye'nin taraf olmadığı, tercih de etmediği bir işgaldir. Bu ülkede mezhepsel ve etnik kimlikler üzerinden yeni bir Orta Doğu tasarlanmış ve kurgulanmıştır. Bunun faturasını Türkiye'ye, hele hele AK PARTİ'ye kesmek son derece yanlıştır.
Sevgili milletvekilleri, Şiilik, Sünnilik, Araplık, Kürtlük ve Türkmenlik üzerinden ayrışmanın ne kadar büyük risklerle bizi karşı karşıya bıraktığını sürekli hatırlattık ve sürekli gündeme taşıdık. O nedenle, AK PARTİ'yi ve AK PARTİ'nin takip ettiği dış politikayı mezhepçi olarak, etnik milliyetçi olarak tanımlamak son derece yanlıştır. ABD ve ona destek veren ülkelerin Irak'tan çekilirken arkalarında bıraktıkları kaosun faturasını Türkiye'ye kesmek, bölgesel dinamikleri görmemek ve dış politikadaki çoklu değişkenleri okuyamamak demektir.
Üçüncü önemli gelişme Arap Baharı olmuştur ya da Arap devrimleri süreci. Demokratikleşme, sivilleşme ve otoriter rejimlere son verme amacıyla Tunus, Libya, Mısır, Yemen ve Suriye'de halk hareketleri başlamıştır. Sivil hareketler yönetim ve rejim değişikliklerine yol açmıştır. Libya ve Suriye ise özellikle merkezi hükûmetin güç kaybetmesinden dolayı, ne yazık ki, diğer ülkelerdeki gibi süreçlerin dışında kalmıştır. Yani, özellikle Tunus'ta belirli bir istikrar sağlanmış ama ne yazık ki Suriye'de ve Libya'da bu gerçekleşmemiştir. Türkiye'nin bu konudaki duruşu açık ve netti; o zaman da netti, şimdi de net. Demokratikleşme ve insan haklarına dayalı, geniş kesimlerin temsiline imkân sağlayan meşruiyet arayışlarına Türkiye her zaman destek vermiştir. İşte, dış politikadaki belki de en önemli ilkelerimizden bir tanesi bu olagelmiştir. Ancak, bölgemizi yakından etkileyen gelişmeler önemli bir jeopolitik boşluk bırakmış ve oluşturmuştur ya da var olan jeopolitik boşluğu özellikle 2003'ten itibaren çeşitli devlet dışı aktörler ve örgütler doldurmaya başlamıştır ama bakın, Türkiye bu konuda son derece açık ve net bir tavır almıştır. Türkiye'yi bazı örgütlerle iş birliği, bazı çetelerle iş birliği içinde göstermek isteyenlere cevabımız şudur: Türkiye bu coğrafyadaki sıkıntıların başlangıcından itibaren Arap Ligi, İslam İşbirliği Teşkilatı ve BM girişimlerini tamamen desteklemiştir. Yani, devlet dışı sağda soldaki örgütlerin peşine düşmemiş, onlarla arasına ciddi mesafeler koymuş, özellikle radikal diye bilinen, terör örgütü olarak bilinenleri zaten ilk andan itibaren terör listesine almıştır.
Sevgili milletvekilleri, dolayısıyla, Türkiye ilkeli, tutarlı, ülke çıkarlarını önceleyen, Sayın Koç'un da söylediği gibi millî bir dış politikayı takip etmekte ve takip etmeye devam edecektir.
Araştırma önergesinin gerekçesinde yer alan iddialara baktığımızda bunların rasyonel temelden yoksun olduğunu görüyoruz. Bu, aslında, doğrudan bir algı yaratma çabasıdır. Türkiye bölgede oluşan jeopolitik boşluğu dolduran veya alanını genişleten gruplara, özellikle radikal ve toplumsal tabanı ve meşruiyeti sorgulanan hareketlere her zaman mesafeli durmuştur ve asla destek vermemiştir. El Kaide ve DAİŞ gibi gruplara ve oluşumlara ve bunların zararlarına ilk baştan itibaren dikkat çekmiş ve bunları terör listesine koymuştur. Bugün de zaten DAİŞ'le mücadele konusunda Türkiye mümkün olduğunca geniş bir katılım sağlamakta ve mücadele etmektedir.
Tabii, Türkiye sadece DAİŞ'le mücadele etmiyor. Bu coğrafyada DAİŞ gibi, PKK gibi, PYD gibi, YPG gibi başka terör örgütleri de var. Yani, silahların gölgesinde bu bölgeyi tasarlamak isteyenlere de Türkiye karşı çıkıyor ve onlarla da mücadelesine devam ediyor.
Bu noktada çok önemli bir konuya değinmek zorundayım. Sayın Baluken konuşmasının bir yerinde dedi ki: "Türkiye'nin Suriye politikasının en önemli handikabı, Türkiye'nin Kürtlere ilişkin statü reddi ya da Kürtlerin kazanacağı statüyü reddediyorlar." Kesinlikle öyle bir şey söz konusu değil. Bakın, Türkiye, bölgedeki ülkelerin toprak bütünlüğüne önem veriyor, toprak bütünlüğünün olmadığı ve parçalandığı, yeni yeni devletçiklerin ve grupların oluştuğu bir coğrafya istemiyor. Çünkü, biz her bölünmenin yeni bir kriz, yeni bir kaos olduğunu biliyoruz. Bu, bölgedeki Kürt kardeşlerimizin statü kazanmalarıyla ilgili bir mesele değil. Biz, Kürt kardeşlerimizin, yaşadıkları ülkelerde eşit vatandaş olarak yaşamaları arzusundayız ve bunu zaten sonuna kadar destekliyoruz. Kimlik kazanmaları, siyasi katılımda bulunmaları, eşit bir şekilde orada temsil edilmeleri bizim en büyük arzumuz. Biz kendi ülkemizde de zaten aynı süreçleri başlatmışız. O nedenle, Türkiye'nin bölgemizdeki Kürtlerin statü kazanmasına karşı olduğunu söylemek, sadece bir suçlamadan ibarettir ve hiçbir temeli, somut karşılığı yoktur, bunu ifade etmekte yarar görüyorum.
Türkiye'nin karşı olduğu nedir, biliyor musunuz sevgili milletvekilleri, sevgili meslektaşlarımız. Statünün dışında, Türkiye'nin hemen yanı başında eli silahlı bir örgütün DAİŞ'le mücadele adı altında etnik temizlik yaparak bir bölgesel güç olarak karşımıza çıkmasına Türkiye karşı. Bunun Kürtlerle alakası yok. Bu, bölgedeki dengeleri değiştirmek isteyenlerin bir planı, bizim karşı olduğumuz bu.
Burada, elbette İsrail'le ilişkilerin normalleşmesi konusu da gündeme geldi. Bakın, bizim, İsrail'le ilişkilerimizin normalleşmesi, Rusya'yla ilişkilerimizin normalleşmesinden daha doğal bir şey olamaz. Bizim bu ilişkilerimiz, birtakım haklı gerekçelerimizle gerginleştiği zaman muhalefet bizi çok eleştirdi. "Niye gerginleşiyorsunuz, niye Türkiye'yi yalnızlaştırıyorsunuz, niye izole ediyorsunuz?" denildi. Evet, şimdi de biz diyoruz ki: İşte, yeni ilişkiler kuruyoruz, normalleşiyoruz. E, bu defa da "Niye normalleşiyorsunuz?" diye bize yükleniyorlar. (HDP sıralarından gürültüler)
MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) - Ya dün doğruydu ya bugün doğru; hangisi? İkisinden birisi yanlış ama.
TALİP KÜÇÜKCAN (Devamla) - Şimdi, asıl ikircikli olan budur, asıl ilkesizlik budur. Dün söylediklerinizin tamamen tersini söylüyorsunuz. İşte, biz de diyoruz ki: Hiçbir ülkenin bir başka ülkeyle ebediyen dostluğu ve düşmanlığı söz konusu olamaz, böyle bir şey mümkün değil. O nedenle, Türkiye'nin özellikle İsrail meselesinde 3 tane şartı vardı, birileri de diyor ki: "Niye yazılı bir belge yok?" Gerek yok ki, bütün dünya âlem biliyor, 6 milyar insana sorun, Obama da biliyor, Netanyahu da biliyor, İsrail'deki bütün medya organları da bunu yazdı çizdi zaten, bunun mektubunu getirmeye gerek yok ki.
Ve bakın, Gazze şehitlerinin 2010'da yapamadığını yapıyor Türkiye bugün. Gazze şehitleri 2010 yılında o yardımı götürememişti ama bugün kapılar açıldı, biz onların amaçlarını gerçekleştiriyoruz bugün. Türkiye'de AK PARTİ'nin yaptığı alkışlanması gereken bir hareket arkadaşlar, bunu bilin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sipariş alkış bu kadar oluyor, kusura bakma.
TALİP KÜÇÜKCAN (Devamla) - Rusya ilişkileri de aynı şekilde. Biz -2015 yılı Kasım ayında Rusya'yla ilişkilerimiz gerginleşti- o günden bugüne kadar çok yapıcı bir dil kullandık, bugün de onun sonucunu alıyoruz, bundan daha doğal ve daha güzel bir şey olamaz ki. Aslında bunu sizin alkışlamanız lazım Türkiye ilişkilerini düzelttiği için.
Son olarak şunu dikkatinize sunmak istiyorum: Sayın Koç'la biz Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinde beraber çalışıyoruz. Kendisine, özellikle terörle ilgili olarak orada bize verdiği destekten dolayı teşekkür etmek istiyorum ama diğer taraftan şunu da ifade etmek istiyorum çünkü bu çok önemli bir mesele bizim için: Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinde kabul edilen rapor, 2017 Nisanıyla alakalı bir rapor değildir. Bu rapor, sevgili arkadaşlar, zaten 2017 yılında denetim komisyonundaki raportörler tarafından yazılması gereken bir rapor. 2017'de zaten verilecek, bu öne alınmış bir rapor değil. Bu anlamda, bir düzeltme yapmam gerekiyor: Sayın Koç burada farklı bir algı yaratmak istedi, bu doğru değil. Zaten bu süreç 2017 sonunda ortaya gelecek, Türkiye'nin karnesi ortaya konulacak ve değerlendirme yapılacak. Yani Türkiye, bu diyalog sonrası süreçte mi kalacak, yoksa diyalog sürecine tekrar mı indirilecek? Bu, 2017 sonunda zaten tartışılacak bir konu, doğal olarak bu takvim işliyor zaten. Bunu sanki öne almış gibi, sanki Türkiye'nin orada, dış politikada bir başarısızlığı varmış gibi sunmanın ben yanlış olduğu kanaatindeyim, burada doğruları konuşalım. AK PARTİ ve AK PARTİ Hükûmeti, dün sürdürdüğü gibi bugün de millî dış politikasını sürdürecektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TALİP KÜÇÜKCAN (Devamla) - Dünyayla ve bölgesi ülkelerle barış içerisinde yaşamaya devam edeceğiz ve bunun gayreti içerisinde olacağız.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)