GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:109
Tarih:29.06.2016

MHP GRUBU ADINA KADİR KOÇDEMİR (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimin başında yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

400 sıra sayılı, Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın ikinci bölümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum.

Çokça tekrar edilen bir sözdür "Adalet mülkün temelidir.", "Adalet ülkenin temelidir." Bir yüksek lisans sınıfında hocamız yönetim sistemi, yönetim biçimi ile kalkınma, gelişme arasında nasıl bir ilişki var, bunu araştırmamızı istemişti; dünyanın değişik ülkelerinden öğrenci arkadaşlarımız vardı ve kalkınmaya delalet eden göstergeler ile bu göstergelerin alındığı tarihlerde o ülkenin yönetim sistemi arasında bir ilişki var mı bunu araştırdık yani kalkınmaya delalet eden göstergeler neler olabilir. Kişi başına düşen gelir artışı, intiharlar, suçluluk oranları, icatlar, patentler, basılan kitap sayısı, okunan gazete tirajları gibi. Bunlar bir tarafa kondu ve bunlardaki değişim ile ülkedeki cari yönetim biçimi arasında bir ilişki arandı. Ülkede yönetim merkeziyetçi mi, ademimerkeziyetçi mi, demokratik mi, otoriter mi, totaliter mi ve bu yönetimdeki değişikliklerin kalkınmaya delalet eden bu parametreler üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu aradık; vardığımız sonuç şu oldu arkadaşlar: Kayda değer bir ilişki kurulamadı yani bir ülkede yönetim biçiminin merkeziyetçi ya da ademimerkeziyetçi, otoriter ya da gevşek olmasıyla kalkınma parametreleri iyiye ya da kötüye doğru gider gibi bir ilişki bulunamadı. O zaman kalkınmayı, gelişmeyi, birlikte yaşamanın verimli olmasını hangi parametreler, ne izah eder arayışına girdik ve vardığımız 2 sonuç var. Bunlardan birisi, öngörülebilir bir ortamın tesis edilmesi, ödüllendirme, cezalandırma, tayin, terfi, tenzil mekanizmaları bakımından hesaplanabilir, öngörülebilir bir ortamın olması; ikincisi de insanların ne için yaşadıklarına, ne için çalıştıklarına, ne için siyaset yaptıklarına dair sordukları soruya anlamlı bir cevap bulabilmeleri. Maalesef, ülkemizde tam da bu 2 parametre bakımından durum iyi değil, bundan daha kötü olmak üzere de her geçen yıl bu 2 parametre bakımından durum daha da kötüye gidiyor. Bu ülkede tayin, terfi, ödül, ceza, yükselmeniz, para kazanmanız, zengin olmanız ya da sahip olduğunuz şirketleri kaybetmeniz önceden hesaplanabilir, bir tarafta yazılan kriterlere göre değil, doğru zamanda, doğru adamın yanında doğru tavır almanız ya da yanlış yerde olmanıza bağlı bir kader var.

Yine, bu ülkede, Kızılay'da gezen insanlara eğer döndürüp sorsak "Ne için yaşıyorsun?" diye, yaptığı iş siyaset, memuriyet, iş adamlığı, STK'cılık her neyse "Ne için bunu yapıyorsun?" diye sorduğumuzda alabileceğimiz motivasyonu sağlayan bir cevap maalesef yok. Bu tasarı da bunun en ileri gitmiş bir örneği olarak önümüzde durmaktadır. Çünkü benzer gerekçelerle son beş altı yıl içinde Türkiye'de adaletin iyileştirilmesi adına müdahalelerde bulunuldu. Yüksek yargı organlarına bir gecede, beş günde, on günde çok yüksek sayıda yüksek hâkimler atandı ve bu sefer de bunu tersine çeviriyoruz, beş gün içinde yüksek yargıyı sıfırlıyoruz. Şimdi, oraya giden insanlar kendileriyle ilgili hesaplanabilir, öngörülebilir ortam bakımından neler hissediyorlardır?

Ben ilkokulu bitirdiğimde yatılı okul imtihanına girdim ve öğretmen okulu imtihanını kazandım. Etrafımda herkes "Okuyacak, muallim olacak." diyordu. Okula gittik, kaydı yaptık, dört ay sonra öğretmen okulları öğretmen lisesine çevrildi ve ben bunu etrafıma anlatamadım, annem babam da anlatamadı "Sizin çocuk ne olacak?" diye sorduklarında.

Bu ortamın bozulmasından herkes zarar görür ve bu ortamı tesis etmek de yargının birinci derecede üstlenmek zorunda olduğu bir fonksiyona tekabül eder. Ama bakıyoruz Türkiye'de yargıyla ilgili, yargının mevcut hâlinde -Bakanımız yüksek yargı başkanları da bunu telaffuz etmekten çekinmiyorlar- yargıya güven son yıllarda giderek azaldı ve yüzde 30'ların altına indi. Eğer bir ülkede insanlar yargıya daha başka pek çok kurumdan daha az güveniyorsa orada adalet mülkün temeli olmaktan uzaklaşmaya başlamıştır ve tehlike çanları çalmaya başlıyordur.

Peki kendisine güvenilmeyen bu yargının sebebi oradaki hâkim ve savcılar mıdır? Ben vazifem gereği taşrada uzun yıllar adliye mensuplarıyla birlikte çalıştım. Orada şunu gördüm: Yirmi-yirmi beş yılı geride bırakmış adliyede arkadaşlarımızdı bunlar ama bir adanmış ömür, bir fedakârlıkla, bir feragatle geçen bir ömrü arkalarında bırakmışlardı. Doğru dürüst sosyal ilişkiye bile girmekten çekinen, tarafsızlıklarına halel gelir, tarafsızlıklarına laf edilir diye başka insanların yaşadığı hayatın pek çok unsurundan gönüllü olarak vazgeçen insanlardı. Bu kadar ihtimam gösteren mensupları olan bir kuruma, bir müesseseye güven nasıl oluyor da yüzde 20 ila 30'lar arasında oluyor? Bunun üzerine oturup düşünmemiz gerekiyor.

Hatta bu tasarıyla ilgili kendileri bu tasarıdan birinci derecede etkilenecek ve bir gecede statüleri sıfırlanacak olan yüksek yargı organlarından ve mensuplarından da herhangi bir ses çıkmamaktadır çünkü Türkiye'de bir korku ortamı tesis edilmiştir. Bu kanun muhtemelen cumartesi akşamı onaylanıp o beş günlük sürede bir gecede tamamlandığında "Belki oraya girmeyebilirim." beklentisiyle yüksek hâkimlerimiz bu Kanun Tasarısı hakkında görüşlerini ifade etmekten çekinmektedir.

Peki, sadece yüksek yargı organları ya da hâkimlerimiz mi? Bütün toplum böyledir çünkü toplum kayyumları, el koymaları,. susturmaları ibretle seyretmekte, kendi gücü olmadığı için de korkmaktadır. Kimsenin sesinin çıkmaması sağlıklı bir topluma delalet etmemektedir çünkü orada karşılıklı diyalogla bulunmayan hükümler yaygınlaşır ve rövanşist bir beklentiyle hınç büyür büyür bir gün bütün toplumu temelinden yıkabilir. Bu kanunun görünürdeki gerekçesi istinaf mahkemeleridir ama daha istinaf mahkemeleri yürürlüğe girmeden, hiçbir dosyaya bakmadan Türkiye Büyük Millet Meclisi mübarek ramazan ayında sabah saat beş-beş buçuklara kadar meşgul edilerek belli bir tarihe yetiştirilmeye çalışılmaktadır ve yine açıkça Anayasa'ya aykırı olduğu belli olan bu kanunun, anayasa yargısı denetiminden kaçırılması için de beş günlük bir uygulama süresi getirilmiştir çünkü daha önce HSYK'nın idari kısımlarında yapıldığı gibi Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye yürümemesinden -tırnak içinde söylüyorum- istifade edilmeye çalışılmaktadır. Bu, kanuna karşı hiledir; bu, yasama hakkının kötüye kullanılmasıdır. Anayasa'ya aykırı olmadığını burada iktidar partisi mensupları söylüyorlar. Eğer bunda kendinize güveniyorsanız Anayasa Mahkemesinin Anayasa yargısını tamamlayacağı kadar bir süre bu kanunun yürürlüğe girmesini erteleyebiliriz. Çünkü, temmuz ayının son haftasında adli tatille birlikte istinaf mahkemeleri hizmet vermeye başlayacak. Şu anda yüksek yargıda çok sayıda birikmiş dosya vardır, o zamana kadar yüksek yargının çalışması hiçbir mahzur doğurmayacaktır.

Bu sıfırlama, tarihte, 27 Mayıstan sonra Danıştayla ilgili buna benzer bir şey, tam böyle yapılmamış; bir de Hitler zamanında 1942'de Nazi Almanyası'nda yapılmıştır. Bunun hâkimlik teminatıyla bağdaşmadığını, bunu yazan arkadaşlarımız da gayet iyi bilmektedirler.

Yine, bu yasayla kayyumlara getirilen sorumsuzluk ve kendilerine dava açılamaması, devletin rücu etme prensibinin getirilmesi ama devlete de bu rücu etmeyle ilgili bir yıllık bir zaman aşımı süresi, hak düşürücü süre konulması da yine iyi niyetle ve Türkiye'nin ihtiyaçlarıyla izah edilebilecek bir şey değildir.

Meclis tutanaklarına baktığınızda arkadaşlar, muhtemelen, yüksek yargıyı bugün temizlemek istediğiniz unsurlara verirken çıkardığınız kanunlarda, burada endişeler dile getirildiğinde bu endişelere yine siz "Çok daha iyi olacak. Yargı hızlı, etkin ve tarafsız bir şekilde çalışacak." diye cevap verdiniz. Yani bugün, o unsurları yüksek yargıya kendiniz yerleştirirken belirttiğiniz gerekçeleri, bu sefer o unsurları yüksek yargıdan uzaklaştırmaya yönelik yaptığınız bu tasarıda yine ifade ediyorsunuz. Tarih şunu gösteriyor: Bir problemi, o probleme yol açan süreci tersine çevirerek çözemezsiniz. Bunu çözüm sürecinde de böyle yaptınız. Yani bir adama 80 kilometre hızla bir araba çarptıysa siz bunun çözümü olarak adamı arabaya çarptırarak bunu çözemezsiniz. Hâliyle, yargının, cumhuriyet tarihi boyunca tabii ki bir sürü eksikleri vardı ama ona rağmen bir birikimi, bir düzeni vardı. Bunu siz hızlıca değiştirmek istediğinizde nasıl beklentilerinizin tam aksi sonuçlarla karşılaştıysanız bugünkünde de muhtemelen böyle olacaktır çünkü bu meselenin sebebi, yöntemdir ve bu tasarı, aynı yöntemin devamı mahiyetinde bir çabadır.

Onun için biz diyoruz ki gelin biraz daha soğukkanlı düşünelim. Dün de söyledim. İstikametinizin doğru olması önemlidir ama bazen hız, istikametten çok daha önemlidir. Doğru bir istikameti belirlersiniz ama hızınız bu istikamete uygun değilse o hedefinize asla varamayabilirsiniz. Ama hedefiniz uygun olmayan bir istikamete çıksa bile hızınız doğruysa bu istikamette gerekli değişiklikleri, revizyonları yaparak tekrar bu hedefe varma imkânınız olur. O açıdan diyorum ki gelin bu kanunun yürürlüğünü 1 Ocak 2017 tarihinde yapalım ve atama için de bu sıfırlamadan sonra kalacakları tespit için de bir aylık bir süre koyalım; bir gün, iki gün içinde atadıklarınızdan bugün nasıl rahatsızsanız, ola ki bir gün, iki gün içinde attıklarınızdan da aynı şekilde rahatsız ve pişman olabilirsiniz. Yöntem değişmedikçe sonucun da değişme ihtimali küçüktür diyorum.

Bu açıdan tekrar değerlendirmenizi istirham ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)