| Konu: | CHP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 111 |
| Tarih: | 12.07.2016 |
HİLMİ YARAYICI (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Suriye'de faaliyet gösteren örgütlerin ülkemizdeki faaliyetleri hakkında grubum adına söz almış bulunmaktayım.
6 Temmuz Çarşamba günü 17.15 sıralarında Hatay Reyhanlı'da Suriyeli sığınmacıların kaldığı evde bir patlama olduğu haberi üzerine derhâl oraya gittim ve oradaki konuyla ilgili yetkililerle, vatandaşlarımızla ve orada olayı gören görgü tanıklarıyla konuştum ve bilgi aldım. Aldığım bilgiye göre Reyhanlı'da binanın ikinci katında bulunan bir evde bomba yapımı sırasında bir bomba patlaması gerçekleşmiş ve patlama sonucu Usam İsa ve Rahmi Hadad adındaki 2 Suriyeli terörist önce ağır yaralanmış, bir süre sonra da hayatlarını kaybetmişlerdir. O sırada, onlardan birinin eşi olan bir kadın mutfakta iş yaparken söz konusu bomba çok tesir bırakmadığı için yaralanmadan sağ salim çıkmış, sorgusu alınmış, ifadesi sonrasında onunla birlikte 6 kişi tutuklanmıştır.
Ölen kişilerin 2015 yılının Ocak ayında AFAD'tan kart alarak Reyhanlı'ya yerleştikleri, pasaport ve yerleşim kartlarının birbirini tuttuğu bilgisini öğrendim ama bunların hiçbirinin bir önemi yok çünkü AFAD kartı verildiğine göre aklımıza ilk gelen şey bir meşru statü tanındığı, yerinin yurdunun nerede olduğu, ne iş yaptığı, kim oldukları noktasında bir meşruiyet kazandırılmış. Oysa böyle insanların bile o evde bomba yaptıklarını düşündüğümüzde ülkemize milyonlarca giriş çıkış yapan Suriye vatandaşlarının hangisinin terörist, hangisinin masum olduğunu gerçekten ayırmak çok zor. AFAD'ın verdiği tanıtım kartıyla ikamet etmiş olmaları Hükûmetin Suriye iç savaşındaki rolünü bir kez daha gözler önüne sermiştir. Ancak, patlama kadar vahim olan bir başka durum; evde yine 2 susturucu tabanca olan suikast amaçlı kullanılan tabanca, 1 uzun namlulu ve çeşitli silahlar bulunmuştur. AFAD tanıtım kartıyla ülkemizde ikamet eden şahısların bugüne kadar ülkemizde katıldığı eylemler ve işlediği suçlar henüz bilinmemektedir. Bu olay, ülkemize sığınan 4 milyona yakın insanın, Suriye vatandaşının hangisinin sığınmacı, hangisinin terörist olduğunu bir kez daha somut bir örnek olarak karşımıza çıkarmaktadır. Hatay'da bir korkuya dönüşmüş bulunmaktadır bu durum.
Reyhanlı'da halkın, hâlen, 2013'te ilçelerinde gerçekleştirilen katliamın travmasını üzerinden atamamış iken bu patlamayla bir kez daha sarsıldığına ve sarsıldığımıza tanık oldum. Uzun zamandır güvenlik konusunda endişe yaşadıklarını belirten ilçe sakinleri, kimin gerçekten sığınmacı kimin eli kanlı terörist olduğunu bilememenin tedirginliğiyle uyku uyuyamaz bir durumda olduklarını belirttiler. Patlamanın gerçekleştiği evde hayatını kaybedenlerin üzerinden AFAD kartının çıkmasının tedirginliklerini daha da artırmış olduğunu gözlemledim.
Sınır ilçesi Reyhanlı halkı, Suriye savaşının ağır yükünü üzerinde taşımaktan yorulduklarını, sığınmacılara sağlanan hakların kendilerine tanınmadığını, sığınmacıların iş yeri açmalarına rağmen vergiden muaf tutulmaları yüzünden kendilerinin rekabet edemez konuma geldiklerini, bu nedenle işsizliğin had safhaya ulaştığını; zaten ülkemizde 6 milyon insanın yoksullukla, 17 milyon insanın açlık sınırı, yoksulluk ve işsizlikle boğuştuğunu bir kez daha hatırlatarak Hükûmetin bir an önce bu duruma el atmasını istedi. Reyhanlı'da yaşayan vatandaşlarımızın iletmiş olduğu sıkıntılar belki özetle bunlar olabilir, ancak detaylarının daha da iç karartıcı olduğunu özellikle belirtmek isterim.
Hükûmetin insanlık suçlarının işlenmesine zemin hazırladığı Suriye iç savaşının etkileri Suriye'yle sınırlı kalmamıştır. Özellikle sınır şehirleri cihatçı çetelerin eğitim kampı, geçiş güzergâhları ve lojistik üsleri hâline dönüşmüştür. Hükûmet her ne kadar üst perdeden IŞİD'le mücadele ettiğini söylese de koskoca bir yalandır. IŞİD'in kamuflaj elbiseleri hâlen Hatay'daki tekstil atölyelerinde üretilmeye devam edilmektedir. Üstelik bu kıyafetler insanlık dışı koşullarda, 9-12 yaş aralığındaki çocukların çalıştırıldığı atölyelerde üretilmektedir. İngiliz gazetecilerin gelip röportaj yaptığı bu atölye sahiplerini istihbarat örgütlerimizin bilmemesi düşünülemez. Geriye tek bir seçenek kalıyor, o da bu işletmelere göz yumulması seçeneğidir. Yine, başta Atatürk Havalimanı ve birçok saldırının emrini veren IŞİD'çi terörist İlhami Balı'nın -kaldı ki, bununla ilgili ben hem mart ayında hem haziran ayında verdiğim araştırma önergelerinde ismini özellikle belirtmiştim ve yine bizim milletvekili arkadaşlarımız defalarca altını çizmişti, yine buna ilişkin hiçbir çalışma yapılmadı ve önlem alınmadı ne yazık ki- örgütün her türlü lojistik malzeme tedarikini Hatay'dan sağladığı, hastanelerde tedavi ettirdiği IŞİD'lileri Kilis üzerinden Gaziantep'e gönderdiği mahkemeye sunulan dinleme kayıtlarında net olarak görülmüştür. Aynı İlhami Balı, 2013 yılında elini kolunu sallayarak Ankara'da Hacı Bayram civarında haftalarca örgütlenme faaliyetlerinde bulunmuş ama ne hikmetse sadece telefonları dinlenmiş, kendisine dokunulmamıştır ve o İlhami Balı, askerimizi şehit etmiş, yüzlerce vatandaşımızın katliam emrini vermiştir. Bu acılar yaşatılırken istihbaratımızın tek tesellisinin şahsı takip altında bulundurmuş olmasıysa trajedidir.
Üzerinde önemle durulması gereken bir diğer noktaysa, özellikle sınır illerimizin IŞİD'ten El Nusra'sına kadar birçok örgütün hesaplaşma alanı hâline çevrilmesidir. Geçtiğimiz yıl, üst düzey bir sözde El Nusra komutanı olan Cemil Radon Hatay'da aracına bomba konularak öldürüldü. Aynı şahsa yine Hatay'da birçok kez suikast girişiminde bulunuldu. Keza, Şanlıurfa'da, Gaziantep'te IŞİD ve diğer örgütlerin kendilerine muhalif gazetecileri rahatça öldürmelerine defalarca tanık olduk. Bu katillere o kadar kol kanat gerildi ki, 2011 yılında Apaydın Kampı'na dönemin milletvekilleriyle girmemize dahi izin verilmemişti. Bizi kamp kapısında bıyıksız, uzun sakallı, elinde keleş olan paçavralar, eli kanlı katiller karşıladı ve ne yazık ki kendi toprağımızda, kendi ülkemizde bizi tehdit etme cüretini gösterdiler. Esad'ı devirme uğruna küresel terörizmin tüm unsurları ülkemiz üzerinden Suriye'ye gönderildi; örgütler desteklendi, her türlü para ve lojistik destek sunuldu. Geldiğimiz aşamada Esad yerinde kaldı ve savaşı körükleyen ülkeler Esad'lı çözümü kabul etmiş görünüyor. Uzun bir süredir bu gerçeği kabullenemeyen Hükûmet, son uluslararası gelişmeler doğrultusunda politika değişikliğine gideceğinin sinyallerini vermeye başladı; bu uğurda, ilan ettiği tüm kırmızı çizgilerin çiğnenmesine örtülü onay vermeye başladı. Bu politika değişikliğinin diğer sonucu, başta IŞİD ve El Nusra olmak üzere cihatçı örgütlerle araya mesafe konulması zorunluluğudur. Savaşın daha da radikalleştirdiği örgütlerin bunu sessizce kabullenmeleri beklenmemelidir. Bu örgütlerin, artık ülkemizi de bir savaş alanı olarak kullanmaya başlayacakları kesindir. IŞİD'in son eylemleri bunun sinyalleridir. Bu nedenle, ne yazık ki ülkemiz için artık sıkıntılar daha fazla artmıştır. Savaşın asıl faturasını ne Amerika emperyalizmi ne Suudi Arabistan ne gerici, tutucu, yobaz Katar ödeyecektir. Hükûmetin kör dış politikasının faturasını sadece ama sadece halklarımız ödeyecektir.
Hükûmetin yüzlerce tır dolusu silahla iç savaşı kışkırtmasının ayrıntılarına bir kez daha girmeyeceğim, burada defalarca konuştuk.
Bu savaşın baş aktörlerinden olması ve yaşanan bu trajedinin sorumluluğu kendisinde değilmişçesine Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık müjdesi açıklaması utanmazlığın, aymazlığın tarifinden başka bir şey değildir. Hükûmetin ülkemize getirdiği 4 milyon sığınmacı bugün insanlık dışı koşullarda yaşamak, büyük bir çoğunluğu dilencilikle yaşamını sürdürmek zorunda kalmıştır. Kamplarda yaşayan çok küçük bir azınlık dışında büyük bir çoğunluğu açlıkla, sefaletle yaşamak, kadınlar 3-4 evlilik yapmak zorunda, taciz ve tecavüze uğramak zorunda kalmıştır. Bu nedenledir ki yüzlerce Suriyeli ülkemizden Avrupa'ya geçmek isterken hayatlarını kaybetmiş, buna rağmen, ölümü göze alarak kaçmaya devam etmişlerdir.
Tüm bunlara rağmen, Hükûmet sıklıkla algı operasyonuyla sığınmacılara karşı olduğumuz yönünde algı yaratma peşinde. Bu da ayrı bir utanmazlık örneğidir. Sığınmacıların yaşadığı acıların sorumlusu ülkemiz Hükûmeti ise öncelikle bu insanların insanca yaşamalarını talep etmek bizim insanlık görevimizdir, bu insanların hakkını aramak da bizim görevimizdir.
Bugün sayıları 500 bine ulaşan okul çağındaki Suriyeli çocuk eğitim haklarından mahkûm kalarak karanlık bir geleceğe yürüyor. Bu çocukların eğitimini sağlamak da hastaları tedavi etmek de hepsine temel insan haklarına uygun bir yaşam sunmak da Hükûmetin insanlara borcudur. Bizler Suriye'de yaşanan insanlık dramının acısını yüreğimizin en derininde hissediyoruz. Bu nedenle, savaştan kaçıp ülkemize sığınan insanlara evimizin yanı sıra yüreğimizi de açtık, açmaya da devam edeceğiz. Burada asıl sorun, Hükûmetin kapalı kapılar ardında binlerce cihatçı katile kapıları açarak onlara silah, eğitim, her türlü desteği sunmuş olmasıdır. Şu an Suriyelilerin bizden beklediği barışı sağlamaktır yoksa vatandaşlığa geçmek onların bizden talep ettiği bir durum değildir.
Teşekkür ederim. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)