GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:112
Tarih:13.07.2016

MUSTAFA ALİ BALBAY (İzmir) - Teşekkür ediyorum Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biraz da rastlantı oldu ama HDP ve AKP milletvekilleri arasındaki yakın geçmişe ilişkin bu ilginç tartışmanın sonrasında ben de konuşmamı tümüyle değiştirdim. Bu tartışmanın devamında bu ülkeye yararlı olması için, Türkiye'nin geleceği için yaşadıklarımı ve gözlemlerimi kısıtlı zaman içinde paylaşmanın daha iyi olacağını düşündüm.

Sayın milletvekilleri, ben Ergenekon duruşmasında 3 bin saat hâkim karşısında kaldım, 3 bin saat ve bu 3 bin saat içinde, arşivler ortada, bütün görüntüler ortadaydı; bir tek sanığa, Veli Küçük dâhil, faili meçhul cinayet sorulmadı. Orada tanık PKK'nın ikinci adamıydı, sanık İlker Başbuğ'du ve en uzun süren tartışmaların başında da zaten o dönemde bu geliyordu. Bu davanın savcısı Öz şu anda yurt dışında kaçak, hâkimleri kaçak. O yüzden, Sayın Ensarioğlu'nun değerlendirmeleri... Tabii "Oğlan bizim, kız bizim." demekle olmuyor. Gerçekten hâkimler, savcılar olsaydı... O davalar içinde ben o kürsüden de bağırdım, dedim ki: Bütün gerçekler ortaya çıksın, her şeyi burada konuşalım ama tanıklar artık dinlensin; ama hiçbiri kabul edilmedi sayın milletvekilleri. O yüzden, o davalar, faili meçhul cinayetlerin üzerine beton dökmüştür. (CHP sıralarından alkışlar) Beton dökmüştür arkadaşlar.

Zekeriya Öz bana Vatan Caddesi'nde ilk şu soruyu sordu: "Uğur Mumcu'yu öldüren örgüte üyesin, olmadığını ispat et." Şimdi, ben, insan vücudunun, kimyasının bu kadar hızlı değişebildiğini bilmezdim. Bir an, köşesinde, köşesini doldurmak değil ama bayrağı yerde bırakmamak için yazdığınız o köşenin bir önceki sahibini öldüren örgüte üyesin... "Biz biliyoruz." diyor, "Ama sen, olmadığını ispat et." diyor. Baştan sona böyleydi arkadaşlar.

Zaten bugünlerde sürdürmekte olduğunuz operasyonlar, o dönemdeki yargılamaların hâkimleri, savcıları ve delil üreticileriydi. Bu delil üreticilerinin neler ürettiği dünkü Akşam gazetesinde vardı, Star gazetesinde vardı, bugün Hürriyet'te var. O yüzden, gerçekten o dönem açılan davalar, pek çok kişiyi sadece mahkemelerde, daha doğrusu hapislerde yıllarca yatırmadı Sayın Ensarioğlu. Burada iddiayla söylüyorum, benim için de pek çok sanık için de tutuklu kalmak ikinci sorundu. Birinci sorun, karşı karşıya kaldığımız yargılamaydı. Öyle bir ortamdaydı ki yargılama bütün sanıkların üzerinden mikrofon sarkıyordu. Bir sanık ötekine fısıltıyla bir şey söyledi, hakkında hakaretten dava açıldı ama ne yazık ki biraz önce sizlerin, AKP'nin, HDP'nin konuştuğu faili meçhul cinayetlerin hiçbiri oraya getirilmedi.

O davayı isterseniz inceleyin, rakam vereyim, A4'e kâğıda basarsanız 120 milyon sayfa. Ne arayıp ne bulabilirsiniz 120 milyon sayfadan? Maalesef, çok acı bir dönemdi, hukuki sonuçları, toplumsal sonuçları çok acı bir dönemdi. O yüzden, yakın gelecekte ne olursa olsun ben bu ülkeden umudunu kesmemiş bir insanım.

İlk gözaltına alındım, beş gün kaldım, çıktım. Bana "Bir fırsatını bul, git. Kesin seni tutuklayacaklar." dediler ama ben bu ülkeyi terk edemezdim. Sekiz ay sonra da tutukladılar. Beş yıl o tutukluluğun ardından bütün o yargılama süreçlerinde, sayın milletvekillerim, herkes "Suçunuz ne?" diye sordu. Savcılar "Kendisi bilir." dediler. Evet, işkence yoktu. Neden yoktu? Çünkü, savcılar diyor ki: "Bu suçu işlediysen delile gerek yok. Sen işlemediğini ispat etmeye çalış." diyor. Bu mantık, sayın milletvekilleri -lütfen muhakeme edin, bakın, sizlerle yüz yüze konuşuyoruz, muhakeme edin- 12 Eylülden dahi kötü bir mantıktı, lütfen bunu böyle görün. 12 Eylülde çok işkence vardı. Neden? Çünkü, sanığa suçu kabul ettirmeye çalışıyorlardı. O da sonunda kabul ediyordu doksan günlük gözaltının ardından. Şimdi yok, şimdi "İşledin zaten bunu." diyor. "Sen işlemediğini ispat et bize." diyor. Hukukun binlerce yıl, yüzlerce yıldır getirdiği birikimin sonucu, iddia eden iddiasını kanıtlamak zorunda.

O yüzden, bu konuda da çok şey söylenebilir ama ben HDP'nin grup önerisiyle ilgili düşüncelerimi de ana hatlarıyla paylaşmak istiyorum.

Sayın milletvekilleri, terörle mücadelede, Türkiye, 1984'ten beri, yirmi iki yıldır 9 kez eve dönüş yasası çıkarmış. Terörle şiddetli mücadele "Dağda tek terörist dahi kalmayıncaya kadar bitireceğiz." bir yıl sonra "Eve dönsünler, yasa çıkaracağız." Bu 9 eve dönüş yasasından 2'sini AKP çıkardı. Biri 2003'te, öteki de 1 Temmuz 2014'te, anımsayacaksınız ve 1 Temmuz 2014, Cumhuriyet Halk Partisi de yeter ki terör bitsin, bu ülkeye barış gelsin çırpınışlarıyla Türkiye'nin bu konudaki bütün çabalarını desteklemeye çalıştı. Ama aradan bir yıl geçti, o şefkatli devlet gitti, şiddetli devlet geldi. Bu kez, "Dağda tek terörist kalmayıncaya kadar yok edeceğiz." Şimdi, bu süreçtesiniz. O dönemde Cumhuriyet Halk Partisine "Ya, barışa gidiyoruz, destek versenize." diyordunuz, biz de "Evet, verelim ama biraz açın, gelin, bu Mecliste konuşalım bunu." diyorduk. Şimdi de "Sonuna kadar mücadele ediyoruz, mücadeleye destek versenize." diyorsunuz. Biz de evet, verelim ama hukuki zeminde olsun ve bu Parlamento devrede olsun istiyoruz.

Bu anlamda, her türlü iddia -HDP'nin iddiası dâhil- bu Parlamentoda açıkça konuşulabilmeli. Bazı olaylar vardır ki dedikodusu gerçek olmasından çok daha kötüdür. O nedenle, gelin, Kurtuluş Savaşı'nda dahi açık olarak ve Başkumandan Mustafa Kemal Atatürk'e altı aylık geçici sürelerle başkomutanlık vermiş bu Meclis, "Ben denetleyeceğim." demiş, "Altı ay sonra gel, ne yaptığını bileceğiz, ondan sonra süreyi uzatalım." demiş Mustafa Kemal'e. Arkadaşlar, Kurtuluş Savaşı'nı dahi kendi inisiyatifi içinde yöneten bu Meclis terörle mücadeleyi nasıl devreder? O nedenle, Meclisin her aşamasında devrede olması gerekir.

Ama bugün, şu anda görüyorum ki iki yıl önce çok farklı bir tablodaydı, Dolmabahçe'de ortak fotoğraflar vardı HDP'liler ve AKP'li milletvekilleri arasında ama bugün müthiş bir çatışma var. Bu yöntemle biz terörü çözemeyiz arkadaşlar. Son bir yılda terörle mücadele sürecinde güneydoğudan göçenlerin sayısı 500 bin. Bunu en iyi, sanıyorum, Ensarioğlu biliyordur. 500 bin kişide her 100 kişiden biri devlete nefret duysa, 100 kişiden biri "Bunu bana yapanları affetmeyeceğim." dese 5 bin yeni terörist katılmış oluyor arkadaşlar. Siz "O kadarını yok ettik." diyorsunuz ama o kadarı katılıyor.

En son -Sayın Çavuşoğlu yok ama- NATO zirvesi fotoğraflarla konuşuldu, genel, işte Merkel, "Elin soğuk, bakışın sıcak." gibi yorumlarla konuşuldu ama sayın milletvekilleri, 130 maddelik NATO bildirisine, PKK, terör örgütü olarak girmedi. Ben, Sayın Elitaş'tan ya da AKP'li sorumlu bir arkadaştan bunun nedenini öğrenmek istiyorum. Niçin PKK terör örgütü olarak o listede, NATO listesinde yer almadı?

Sayın milletvekilleri, bütün bunların ardından ben ne olursa olsun... Biz tabii, ki... Son kısa, şeye de değinmek istiyordum ama... Bütün dünya Türkiye'nin, AKP'nin terörle mücadele ederken zaman zaman mukabele ettiğini konuşuyor. İnternet'e girdiğinizde Columbia Üniversitesinden David Phillips'in konuşmasını ya da raporunu göreceksiniz.

Ben her şeye rağmen, son olarak -dün Srebrenitsa'yı andık- bir Balkan sözüyle sözlerimi noktalamak istiyorum: "Kardeşe kardeş demeyen yabancıya efendi." der diyorum, terörü bu Mecliste hep birlikte çözelim diyorum sayın milletvekilleri.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)