| Konu: | 668 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (1/748) ile İçtüzük'ün 128'inci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 17 |
| Tarih: | 08.11.2016 |
CHP GRUBU ADINA HALUK PEKŞEN (Trabzon) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; olağanüstü yoğun bir gündemde, bir kanun hükmünde kararname hakkında Cumhuriyet Halk Partisi grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; kanun hükmünde kararnameler arasında bile bir uyarlık olmayan bir dönemi yaşıyoruz. Dün gelen kanun hükmünde kararname ile bugün gelen kanun hükmünde kararname birbiriyle örtüşmüyor. Niye? Dün alınan kararlar bugün geri alınıyor. Dün öyle bugün böyle. Dün dündür bugün bugündür! Hukuki çelişkileri de devam ediyor.
Şimdi bakın, Anayasa Mahkemesi öyle bir karar verdi ki bu kararın altında Anayasa da kaldı, Anayasa Mahkemesi de kaldı, Türkiye'nin hukuk devleti ve düzeni de kaldı. Anayasa Mahkemesinin kararı kanun hükmünde kararnameleri Anayasa'ya uyarlık açısından denetleyemeyeceği yönündedir. Bu karar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bugüne kadar yerleşik kararlarıyla, hukukun üstünlüğünün benim ülkemde hâkim olduğunu varsayan bütün insanlık ülkelerinin kararlarıyla örtüşmeyen acı, dramatik bir karardır. Aynı Anayasa Mahkemesi, 1991 yılında kanun hükmünde kararnamelerin kanun hükmünde kararname amacına uygun olup olmadığını, kanun hükmünde kararname yetkisi verilen OHAL amacı ve sınırları içerisinde kalıp kalmadığını inceleme hakkı ve yetkisini kendisinde görmüş ve ona göre de hüküm kurmuş ama bugün aynı Anayasa Mahkemesi bu geçmişteki içtihadından dönüyor. Niçin döndünüz, ne oldu da döndünüz? İnsanlık tarihinde hukuk kavramları, hukuk kuralları mı değişti? Sizin yetkiniz, göreviniz mi değişti, niçin varsınız orada? Buradan anlıyoruz ki Anayasa Mahkemesinin bu içtihatından dönmesi ve bu kanun hükmünde kararnameleri incelememe kararı vermesi Anayasa Mahkemesine yapısal değişiklik elinin değmiş olmasıdır. Bu yeni değildir, 1999 yılından beri devletin kurumlarına sürekli bir müdahale ve sürekli değişiklikler bugün Anayasa Mahkemesini de içerisine alan dramatik bir noktaya doğru gelmiştir.
Saygıdeğer milletvekilleri, durum öyle dramatik bir hâl almış ki bakın bugün tartışılan kanun hükmünde kararnamede bir düzenlemeyi sizinle paylaşmak istiyorum. Bizim Anayasa'mıza göre kamu görevine girmek anayasal bir haktır ama önümüzdeki kanun hükmünde kararnameye göre bu hak ortadan kaldırılıyor. Şimdi, bu kanun hükmünde kararnamede insanların elinden alınan kamu düzenine girme hakkını Anayasa Mahkemesine taşırsak ne diyecek Anayasa Mahkemesi, bunu hangi OHAL kapsamına sokacaklar? Bunun OHAL'le ne ilgisi var? Ben soruyorum, bunun cevabını bekliyorum. Anayasa'nın açık düzenlemesine rağmen çeşitli kamusal görevlere getirilen kısıtlamaların bile Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi gerekmiş ve iptal edilmiştir.
Bu kanun hükmünde kararnameyle kamu hizmetlerinden ömür boyu yasaklılık düzenlenmiş. Oysa bizim Ceza Kanunu'muzun 53'üncü maddesinde düzenlenen bir güvenlik tedbiri var, bir yaptırım var. O yaptırımda hüküm süresince ancak bu müeyyide geçerli. Peki, kanun hükmünde kararnamede ne oluyor bu? Ömür boyu hâline geliyor. Böyle bir şey olabilir mi? Hani kanun hükmünde kararnamenin hükümleri ancak olağanüstü hâl süresiyle sınırlıydı. Buyurun. Böyle bir şeyi, Anayasa Mahkemesi "Ben bunu inceleyemem, yetkim yok." diyebilir mi? Bunun izah edilebilir bir yanı var mı?
Daha dramatiğini söyleyeyim. Pes diyeceğim gerçekten. Dün Danıştay bir karar verdi. Danıştay yüksek mahkemesinin verdiği kararı emin olun daha henüz kamuoyu, toplum algılayamadı demek ki, daha henüz yansımadı ama ben size kararı özetleyeceğim. Bakın, dün diyor ki Danıştay yüksek mahkemesi -yani yüksek mahkemeyi de yüce Meclise ve halkımıza nezaketten dolayı söylüyorum, emin olun, bunu onlara yaptığım torpil olarak kabul edin lütfen- "Hâkim ve savcıların ihraç kararlarına karşı Danıştayda görülecek bir uyuşmazlık yoktur." diyor. "Bu davalar idare mahkemesinde görülmelidir." diyor. Kararın içeriğinde ise esasen ihraç kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olduğunu vurguluyor. Halbuki 2011 yılında Anayasa değişikliğiyle ihraç kararlarına karşı Anayasa Mahkemesine yargı yolu açılmıştır. Ama Danıştay bundan habersizmiş gibi davranıyor. Niçin "miş" gibi davranıyor şimdi ona devam edeyim isterseniz.
Anayasa'nın 2011 değişikliğinden sonra iptale ilişkin yargı yolu açılmış olmasına rağmen "Kanun hükmünde kararnamelerde hâkim ve savcılarla ilgili meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilir." diyerek burada kanuna karşı hile yapıyor çünkü Anayasa'da ihraç kararına karşı yargı yolu açılmış ama meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verilirse buna karşı yargı yoluna başvuramıyorsunuz. Peki, meslekte kalmalarına karar verilme hâli ne? Hâkim her türlü tedbire rağmen mesleki terfisini tamamlayamıyor, atama işlemleri yapılamıyor, bu sebeple meslekte kalma kararı kaldırılıyor ve HSYK tarafından görevden uzaklaştırılıyor. Şimdi, bu HSYK'nın vermiş olduğu kararlarda ihraç olduğu için ihraçlardan dolayı Danıştaya gidecek, Danıştay geçmişte vermiş olduğu bir sürü emsal kararda olduğu gibi yani savunması alınmadan dahi hiçbir yargıcın, savcının meslekten ve görevden ihraç edilemeyeceği gerekçesiyle bütün bunları iptal edeceği için Danıştay böyle bir film, fırıldak işine başvuruyor. Arkadaşlar, bunu yapan Danıştay. Kanuna karşı hileye bakar mısınız. "İhraç değil." diyor, "Burada meslekte kalma kararı kaldırılmıştır." diyor. Pes! Peki, bu insanların daha sonrasına ilişkin durumları ne? Daha sonra da meslekte kalma kararı kaldırılmış olanlar kamu hizmetlerinden de men edilmiş olacakları için ne ihraç edilenler ne de meslekte kalmalarında sakınca görülenler bir kez daha ne mesleğe ne avukatlığa dönemeyeceklerdir. Böyle bir hile yapılabilir mi? Bunu bir yüksek mahkeme nasıl yapabilir? Hangi gerekçeyle yapabilir? Peki, devam edelim.
Saygıdeğer milletvekilleri, çok can alıcı bir konu daha var önümüzde, Türkiye'nin gündemine oturdu; milletvekillikleri, tutukluluğu konusu. Gerçekten, biz, bir hukuk devleti olmayı, yasaları, eşit, adil ve koşulsuz herkese uygulamayı önemle vurguluyoruz ve buna sıkı bir şekilde takipçi olmaya çalışıyoruz.
Şimdi, bakınız, yüce Parlamento bir karar alıyor, beğeniyoruz, beğenmiyoruz, muhalifiz veya değiliz, alınan karar milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması kararı. O hâlde, önce Parlamento olarak biz kendi çıkardığımız yasalara öncelikle kendimiz uymak durumundayız. Bizim uymayacağımız bir yasaya başkalarını uymaya davet edemeyiz. Tıpkı Sokrates'in söylediği gibi. Sokrates'ten bugüne kadar doğru söyleyenler konuşmaya devam ediyorlar. Hepimiz yasalara uyacağız. Yasalara uymamak, yasaya meydan okumak, ne yazık ki AKP iktidarının bir meziyeti olarak anlatıldı. "Anayasa'yı tanımam." diyenler, nitekim buraya kadar "Yasayı da tanımıyorum." diyerek mahkemelere gitmeyip ifade vermeyi reddedenler de aynı hataya düştüler.
Bakınız, hiçbirimizin -ne milletvekillinin ne Cumhurbaşkanının- hiç kimsenin yasaları tanımama ayrıcalığı asla söz konusu olamaz. Herkes yasalar önünde eşit olduğunu ve yasalar karşısında, hâkimler ve yargıçlar karşısında üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getireceğini taahhüt ederek burada yemin ediyor. Bu bir doğru. Ancak, bir gece aynı saatte tek bir elden bir talimat verilmiş gibi birçok milletvekilinin bir yangından mal kaçırma kültürüyle bir anda derdest edilip bir yerde hemen tutuklanması ve onların milletvekilliği görevlerinin ortadan kaldırılması da hukuki bir düzenleme değildir. Bu da siyasidir, önceki de siyasidir. Siyaset yapmanın mecrası da, mercisi de yargı değildir. Yargıyı tanımayanlar da hata yapmıştır, yargıyı sopa olarak kullanıp bir siyasi parti mensuplarını tutuklayanlar da aynı hatayı yapmışlardır. Bunu ben söylemiyorum, Anayasa Mahkemesi söylüyor. Anayasa Mahkemesi diyor ki: "Bir milletvekilinin tutuklanması, ona Türk milletinin vermiş olduğu anayasal hak ve hükümlülükleri yerine getirmesini engellemeye matuftur. Doğal olarak, onunla ilgili bir hüküm kesinleşmedikçe, tutuklama, milletvekillerine ilişkin bir tedbir olarak kullanılmamalıdır." Bu itibarla, Parlamentodaki arkadaşlarımızın, milletvekillerinin bu iki kıstasa önemle bakmaları ve bunlara değer vermeleri gerekiyor.
1)
Mutlaka ayrımsız, ödünsüz ve hiçbir kaçınmaya girmeden yasalara uymalıyız.
2)
Yasalar hiç kimsenin sopası değildir, sopa olarak kullanılmasına da izin verilmemelidir. Milletvekillerinin tutuklanması da bu anlamda siyasi bir karardır, hukuki bir karar olması Anayasa'nın daha önceki içtihatlarıyla örtüşmediği kadar, aykırıdır, yanlıştır.
Saygıdeğer milletvekilleri, biz, elbette, birer hukukçu olarak, ülkemizin "hukuk devleti" iddiasına vurgu yapar şekilde devam etmek istiyoruz. Bunu yaparken de önümüze gelen kanun hükmünde kararnameler, ne yazık ki, olabildiğince limitleri zorluyor. Bunlarla ilgili, bir hukukçu olarak, ne konuşabilirim diye gerçekten zorlanıyorum. Bakınız, burada, özellikle kanun hükmünde kararnamenin içerisinde yapılan düzenlemelerde, bir kısım delillerin toplanması, delillerin elde edilme usulleri, kullanılmaları, bunlara ilişkin yargılama, soruşturma ve kovuşturma süreçleri düzenlenmiş. Emin olun, hiçbiriniz güvende değilsiniz. Ne kanun hükmünde kararname ne OHAL, hiçbirinin buradaki düzenlemelerle bir alakası yoktur. Bakınız, delil elde etme biçiminden delilin kullanılma biçimine kadar yerleşik içtihatların tamamı askıya alınıyor. Bu delillerin toplanmasında, yargılama süreci içerisinde öne sürülebilecek olan temel hak ve özgürlükler, anayasal sınırlar içerisinde olan temel hak ve özgürlükler, kanun hükmünde kararnamelerin müdahale edemeyeceği temel hak ve özgürlükler de askıya alınıyor. Peki bu askıya almalar ne kadar devam edecek? Kanun hükmünde kararnamenin uygulandığı OHAL süresi içerisinde mi, yoksa sonsuza kadar devam edebilir mi? İktidar kimdeyse onun canının istediği kadar devam edebilir. Niçin? Çünkü Anayasa Mahkemesi bu yetkiyi vermiştir. Maalesef böyle bir hukuksuzluktan şu anda nasıl çıkılabileceğini herkes kara kara düşünüyor. Ama Anayasa Mahkemesinin bu değiştirilen yapısıyla bu işin kolay olmadığını da bir kez daha vurgulamakta yarar görüyorum.
Şimdi, bakınız kıymetli milletvekilleri, burada hep yaptığımız bir hata var; herkes olumsuzlukları başkalarına ait eder. "Beni ilgilendirmez. Bu trafik kazaları zaten benim başıma gelmez. Ben zaten tutuklanmam. Benim zaten Maliyeyle bir problemim olmaz. Benim başıma bu işler gelmez. Ben hastaneye düşmem. Ben kanser olmam." Hepimiz bu özgüvenle bu olumsuzlukları başkalarına söyleriz ama hukuk herkesi tanır, hepimiz başkalarının da başkalarıyız. Bugün siyasi tarihimize bir bakın, hukuk hiç unutmaz. 2009 yılında Balyoz ve Ergenekon davalarında "Oh olsun." diyerek hayıflananlara söylüyorduk, "Hukuk size de lazım olacak." diyorduk. Bugün hepinize söylüyoruz "Hukuk sizlere de lazım olacaktır." hiç unutmayınız. Bakın bir örnek, size bir örnek vereyim: Sizin önünüze gelecek, Yüce Divana gideceksiniz, bunlardan dolayı hesap vereceksiniz. Umuyorum, yargıladığınız gibi yargılanmazsınız adil yargılanırsınız. Bu halkın karşısına bu hukuksuzluklarla değil hukukla sizi çıkarmayı başarırız. Bir örnek: Millî İstihbarat Teşkilatı size bir yıldır 1.715 FETÖ'cünün isim listesini verdi mi? Verdi. Israrla bunlarla ilgili hukuki bir sürecin yapılmasına vurgu yaptı mı? Yaptı. Peki, bu 1.715 kişiyle ilgili hiçbir şey yaptınız mı? Hayır. Bu 1.715 kişinin 1.685'i 15 Temmuz gecesi elinde silahlarla meydanlarda mıydı? Meydanlardaydı. Peki, size soruyorum: Siz nesiniz; Hükûmetseniz bu MİT'in size bildirdiklerini niye ciddiye almadınız, niye bunlara itibar etmediniz? Bunu ciddiye almamak gibi bir lüksünüz var mıdır? Almadıysanız sizin bir hukuki sorumluluğunuz yok mudur? Hesap vermeyecek misiniz? Bu, bir ihmal değil mi? Kelimenin en hafif deyimiyle, bu bir ağır ihmal değil mi? Peki, siz nasıl mağdur oluyorsunuz? Ben soruyorum, siz on dört yıldır iktidardasınız üzerine düşen yükümlülüklerin hiçbirini yerine getirmiyorsunuz ve yasal olarak da hesap vermemek için kanun hükmünde kararname gibi yasayı dolanma yöntemlerine yaslanıyorsunuz ama potansiyel mağdur oluyorsunuz. Ya mağdursunuz ya kandırılmışsınız ya aldatılmışsınız. "Allah affetsin." Amin. Allah affetsin ama yasalar affetmez, emin olun yasalar işler, herkesi tanır.
Bugün sizden olduğunu düşündüğünüz yargıçlara da seslenmek istiyorum burada: Dünyanın her yerinde yargıç, vicdanına göre karar veren, vicdanına göre kanaat getiren insandır; tarafsızdır, bağımsızdır ve vicdanına göre karar verir ama Türkiye'de böyle değildir. Niçin? Şimdi, Yargıtay Başkanı çıkıyor... Yani onun adına nasıl bir cümle kurabilirim, mesleğime olan saygımdan, size olan saygımdan, en hafif deyimiyle... Şöyle bir şey söylüyor -siz nasıl bir cümle söylerseniz söyleyin- diyor ki: "Yargıya güven yüzde 30'lara inmiştir." Sayın Yargıtay Başkanı, siz böyle bir durumda o koltukta oturabiliyorsanız sizi Türk halkı alkışlar. Emin olun, bu, rahmetli Levent Kırca'dan daha büyük bir espridir. Size söylenecek başka bir şey olamaz. Bir Yargıtay Başkanı, kendisi temsil ettiği yargının başında "Bana güven yüzde 30." diyor ve bunu kabul ediyorsa eser sizindir, bu, sizin sayenizde buraya kadar gelmiştir. O hâlde siz orada nasıl oturuyorsunuz, hangi yüzle oturabiliyorsunuz?
Danıştayla ilgili az önce anlattım; bakın, Danıştay kanuna karşı hile yapıyor. Biz, sokaktaki insanlar buna ne diyoruz? "Film, fırıldak." diyoruz. Ya, Danıştay, yüksek mahkeme böyle bir şey yapar mı? Bu kadar ayıp bir şey olabilir mi? Aynısı, Yargıtaya geliyorsunuz orada var. Nasıl geldik peki bu hâle? Türkiye'nin bu hâle gelişinin sebebi ne? Bakın, geçmişe bir bakın Allah aşkına, on yılda "soruşturma" adı altında insanlık tarihi rekoru kırdınız. Hele hele son beş ay içerisindeki bu rekoru dünyada bir daha kırabilecek hiç kimse olmayacaktır.
İnsanlar yasayla yargılanmak isterler, niyetlerle yargılanmak istemezler. Ceza Kanunu, insanların amaçlarıyla meşgul değildir. Saygıdeğer milletvekilleri, insanların amacının ne olduğu bizi hiç ilgilendirmez; ne amacı olursa olsun, ister cemaatçi olsun ister bilmem neci olsun, beni hiç ilgilendirmez, yasalar ve yasa uygulayıcıları amaçlara değil uygulamalara bakarlar. Eğer yasanın suç saydığı bir eylem varsa ve o eylemi kim yaptıysa onun yakasına yapışmaktır yasa koyucunun görevi. Adam cemaatçiymiş, cemaatin bankasına para yatırmış, bilmem ne olmuş, falan filan olmuş, içeride. Peki, o zaman soruyorum: Kıymetli milletvekilleri, tutuklananlar, tutuksuz yargılananlar, meslekten ihraç edilenler, kamu görevinden ihraç edilenler ve el dokunmayanlar arasındaki ayrımın farkını bilebiliyor musunuz? Yani niçin tutuklanıyorlar, niçin tutuklanmıyorlar; niçin yargılanıyorlar, niçin yargılanmıyorlar, arasındaki ayrımı bilebiliyor musunuz? Hiç kimse bilebiliyor mu? Bir hukuk güvenliğinin olmadığı, geleceğin planlanmadığı bir ülkede sizler yarın evinize gidebileceğinize inanıyor musunuz, elinize kelepçenin vurulmayacağını düşünebiliyor musunuz? Milletvekilinin güvenliği, dokunulmazlığı, sözüm ona, kürsü dokunulmazlığının var olduğuna inanıyor musunuz? Hiçbirinizin inanmadığına ben de eminim. Peki, hiç kimsenin geleceğini planlayamadığı, bir ülkede insanların yasasız yargılandığı, yargılanma görüntüsü altında mahkûm edildiği, esasen mahkûmiyet değil insanların tutsak edildiği bir düzenin dünyada yürüdüğünü hiç gördünüz mü? Böyle bir düzen yürüyebilir mi? Böyle düzenlerin akıbetleri çok bellidir, bunlar gidiş düzenleridir. Dünyada böyle sistemlerin hepsinde finallerde böyle olmuştur. O ülkenin içerisinde iktidarı bırakmamak için çok ciddi güçler belli ellerden toplanmaya çalışılır. Bütün mücadele de bunun mücadelesidir; gücü elinde tutacaktır ve o güçle iktidarda kalmaya, iktidarda tutunmaya çalışacaktır ama bunu başarabilen dünyada hiç kimse olmamıştır. Hele hele bu kurucu Meclis, hele hele bu yüce Meclis böyle bir şeye hiç izin vermez.
Bakınız, size çok açık bir şey söyleyeyim: 7 Haziranda bu kürsüden Cumhuriyet Halk Partisi size "Yüzde 60 dahi oy alsanız iktidar olamayacaksınız çünkü iktidarda kalmak için meşru yöntemleri kullanmıyorsunuz." demişti; "Gelin, meşruiyete yaslanın." demişti; "Bu ülkenin meşruiyet beklentilerine kulak verin, Cumhuriyet Halk Partisiyle bu ülkeyi yeniden meşru bir dünya ülkesi hâline beraberce taşıyalım." demişti ama siz bunu yapmadınız. 1 Kasımdan sonra tek başınıza iktidarsınız, sevindiniz ama kaybettiniz. Bugün büyük kaybettiğinizi hepiniz görüyorsunuz. Niçin? Çünkü meşru olmadığınızı siz de anladınız. Size oy veren seçmenler bile emin olun yalnızca tehdit yapıyorlar, yalnızca baskı yapıyorlar; sizi koruyabilmek için hukuk dışı yol ve yöntemlere başvuruyorlar. Niçin? Çünkü iktidarınızın arkasındaki o meşru, o savunulabilir, o hukuken haklı iddiayı onlar da taşıyamıyorlar.
MEHMET METİNER (İstanbul) - Sonuna kadar meşruyuz, sonuna kadar!
HALUK PEKŞEN (Devamla) - Saygıdeğer milletvekilleri, meşruiyet hesap vermektir, hesap! Hesap vermeyen bir iktidar meşru değildir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)