GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: AK PARTİ Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:22
Tarih:17.11.2016

ERKAN AYDIN (Bursa) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Adalet ve Kalkınma Partisinin son dakika getirdiği, dün gece 18.23'te yazılıp basılan, kırk sekiz saat süre sonra aslında Meclise gelmesi gereken grup önerisiyle ilgili söz almış bulunmaktayım.

Aslında, bir hafta önce farklı bir karar almıştınız ama herhâlde acele bir şeyler var, araya bu da sıkıştı.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Anayasa Mahkemesi süresi var, o yüzden.

ERKAN AYDIN (Devamla) - O yüzden, tamam.

Aslında, bu kadar önemli işler varken bunun araya sıkışması da manidar. Baktığımızda, Türkiye'de hem iç politikada hem dış politikada hem de ekonomide çok zor bir virajdan geçmekteyiz. Ekonomik veriler gittikçe kötüye gidiyor.

Bugün gene gelen son bilgilerde de FETÖ mağduriyetleri de hızla artıyor. 2010 KPSS sınavında da bir sürü mağduriyetin olduğu ve yeni belge ve bilgilerin de bugün ulaştığı, o gün o hakkı kazanan, çalışarak elde eden insanların da hakkının nasıl ödeneceğini altı yıl sonra da tabii, buradan izah edersiniz diye de düşünüyoruz.

Diğer taraftan, sessiz sedasız, İsviçre'nin Mont Pelerin kentinde de Kıbrıs görüşmeleri devam ediyor. Baktığınız zaman da Türk tarafı ile Rum tarafı bir görüşmenin içerisinde, ara verildi ve kısa süre sonra da tekrar bir araya gelecekler. Türkiye'nin de garantör devlet olduğu bu görüşmeleri Yunanistan Parlamentosu kendi parlamentosunda görüşüyor, İngiltere görüşüyor ancak bir tek Türkiye, Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosu bundan bihaber. Baktığımızda, Dışişleri Bakanı sessiz, Başbakan sessiz, Cumhurbaşkanı sessiz, buradaki Parlamento da bihaber. Ne oluyor orada? Aslında, bunları bilmek de hepimizin hakkı diye düşünüyoruz. En azından Dışişleri Bakanı gelip bir kapalı oturum ya da bir açık oturumda Kıbrıs'ta neler olduğunu bize açıklasa memnun oluruz.

Acaba bu kadar yoğunluk içerisinde Kıbrıs "Ver, kurtul." politikasına mı kurban gidiyor? Oralarda, kapalı kapılar ardında bunlar mı konuşuluyor? Baktığınızda Suriye meselesinin, Kuzey Irak meselesinin, Kıbrıs meselesinin, hepsinin de egemen güçlerin çıkarları -oradaki zengin doğal gaz yatakları- ve buradaki birtakım emperyalist hayallerin sonucunda şekillendiğini görmek çok da güç değil.

Aslında, orada barışı herkes istiyor. Sorulduğunda iktidar partisi diyebilir ki: "Kıbrıs halkı barış istiyor." Peki, barışın ön şartı, "Oradaki halk istiyor. Verelim, kurtulalım." mı? Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı diyor ki: "Türk tarafının yüzde 30'un altına inmeyi kabul ettiği gibi -gayriresmî taraftan bana gelen bilgilere göre- bilgiler sızıyor." Yani, biz bu konuyu baştan kaybetmişiz gibi bir durum var.

Diyorlar ki: "Güzelyurt federal bir kantona dönüşsün, orada hem Türkler hem Rumlar yaşasın. Karpaz federal veya özel bir statüye verilsin ve buradaki toprak bütünlüğü sağlansın." "Karpaz" dediğimiz yer neresi? Haritaya baktığınızda dürbünle hem Ürdün'ün, hem İsrail'in hem de Türkiye'nin görülebileceği, bizim Anadolu için de dış güvenlik açısından çok önemli, yüz yıllardır da dış kapısının anahtarı gibi görünen stratejik olarak çok önemli bir yer. Aslında bir zamanlar Menderes'in dediği gibi: "Kıbrıs'ı almadık ama vermedik de." denecek, bunun sonunda hep birlikte bakacağız. Ayrıca, orada bir sürü de Türk vatandaşı yaşıyor, ticaret yapıyor, işlem yapıyor. Bunları da gemiye bindirip Mersin Limanı'na geri mi göndereceğiz? Bunlarla ilgili de açıklama olursa iyi olur.

Gene, 1974 yılında hem Başbakanımız hem de Genel Başkanımız Bülent Ecevit merhum ve merhum Erbakan hep birlikte barış harekâtını başlatarak oradaki akan kanı durdurdular ve barışı getirdiler ama dün, iki gün önce Kıbrıs'ın kuruluş yıl dönümünde merhum Ecevit'in eşi Rahşan Ecevit Hanım'a yapılan o saygısızlığı da bu bahaneyle de kınamış oluyorum.

Bütün bunlar olurken peki ekonomide neler oluyor? Son verilere göre büyüme tahmini yüzde 3'lere gerilemiş durumda, enflasyon yüzde 8'lerde, işsizlik hızla artıyor, Türk lirası da yabancı para birimleri karşısında hızla değer kaybediyor özellikle dolar karşısında. Tabii, ekonomiyi sadece bir veri olarak görmemek gerekiyor, bütün olarak bakmak gerekiyor. Dış politik hamlelerin içerideki antidemokratik hamlelerin, Cumhuriyet gazetesine yapılanların, gazeteci ve yazarların hapse atılmalarının, şirketlere kayyum atanmasının ve diğer AB'ye, dışarıdaki insanlara ayar vermenin sonucu olarak içeride dolar tutulamıyor yani keskin sirke küpüne zarar veriyor.

Geldiğimiz noktada özel sektör borç sıkıntısına, borç batağına hızla giriyor ve kendini döndüremeyecek bir noktadan, inşallah, çıkma umudu olabilir diyoruz. Nasıl çıkacağız? Baktığımız zaman cumhuriyetin kuruluşundan 2002 yılına kadar seksen yılda Türkiye'nin borcu 257 milyar. 2002'den bugüne kadar ise -316 milyar- katlanarak artıyor. Bunlar evet, "Yollarımız oldu." diyor iktidar partisi, "Köprülerimiz oldu." ama ancak hepsi borç parayla oldu. Aynı kumarbaz babanın çocuklarına yaşattığı kısa süreli bir saadet gibi alacaklılar kapıya dayandığında ne yapacağımız henüz belli değil. Umarım, bu sıkıntılar da başımıza gelmeden atlatırız diyorum.

Ama bütün bunlar olurken ülkenin gündemi ne? Başkanlık. Başkanlık sistemiyle halkı bütün bu sıkıntılardan, dış politikadan, içerideki sıkıntılardan kurtaracağız. Nasıl yapacağız bunu da? "Başkanlık değil, aslında bir cumhurbaşkanlığı sistemidir." masalıyla uyutarak yapacağız. Bu, bugün Türkiye'de olanlar bütün dünyanın mantığını da zorluyor. Halkımız iyi bilmelidir ki şu anda bulunduğumuz durum aslında Cumhurbaşkanının bir karşı devrimidir. Padişahlık ilanından önceki son noktadır. Hem Meclisimiz ve hem de Türk milleti, halkı adaleti aramaktadır. Şimdi, başkanlık için varını yoğunu ortaya koyan Sayın Cumhurbaşkanı, bakın, 1993 yılında ne diyor? "Başkanlık sisteminin ortaya çıkışı bir özentinin sonucu ya da Amerikan emperyalizminin bize bir tavsiyesidir." Şimdi, yirmi üç yıl sonra ne oldu? Biz o tavsiyeyi dinleme kararı mı aldık, birdenbire gündemimiz başkanlık olarak tekrar geldi? Lütfen, bunun yanıtını da çıkıp buradan versinler.

Atatürk ne diyor? Kurtuluş Savaşı yapılmış, ülke düşmanlardan sıyrılmış ve bütün yakın çevresi, artık "Cumhuriyet ilan edildikten sonra nasıl yönetim konusuna geldiğinde başkanlık ya da padişahlık sistemini kuralım." diyor ama Atatürk diyor ki: "Amerika sistemini ülkemizde uygulamayı hiç aklıma getirmedim. Sistemsiz ve kanunsuz tarzda bir reisicumhurluk ile başkanlığı birleştirmeyi asla düşünmedim. Bu da tam bir felakettir. Ben devlet işlerinden anlamam, benim bildiğim iş dış politikadır, askerliktir. Devlette bir yığın bakanlık var, herkes haddini bilmeli. Ben onlara bırakıyorum. Ben bu işlere karışmam asla." diyor. (CHP sıralarından alkışlar) Yani Atatürk, başkanlık sistemine tamamen muhalif. O zaman bir tek Amerika sistemi var başkanlık olarak. Bir de ne var? Avrupa'da Hitler var, İtalya'da Mussolini var. Ve Atatürk bu ikisine de hem Hitler'e hem Mussolini'ye karşı aşırı derecede olmaması konusunda uyarılar yapıyor, "Böyle bir sistem olamaz." diyor. Ve her fırsatta da bunu vurguluyor.

Şimdi geldiğimiz noktada, işte, başkanlık sistemi budur. Bu başkanlık sistemine Hitler'in başkanlık sistemi, Mussolini'nin başkanlık sistemi ve eğer Atatürk'ün yüz yıl önce bize yaptığı uyarıyı dikkate almaz isek korkarım -ama inşallah olmaz diyorum- sonumuz da bu tür diktatöryal ve iç karışıklık olabilir diyorum.

Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyor, buradan müsaade istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)