GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Teklifleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:27
Tarih:25.11.2016

CHP GRUBU ADINA MUSTAFA ALİ BALBAY (İzmir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gecenin bu vakti demeyeceğim, 26 Kasımın ilk saatlerinde gerçekten, ben hepinizle eğitimde üç yüz yıllık sürecimizi ana hatlarıyla paylaşmak istiyorum. Öncelikle de, Meclis Kütüphanesinde de var; dünya çapında Türk bilim adamı Niyazi Berkes'in "Türkiye'de Çağdaşlaşma" adı altında üç yüz yıllık mücadelemizi özetleyen kitabını hepinize öneriyorum haddimse.

Arkadaşlar, 1699 Karlofça Antlaşması'ndan Osmanlı İmparatorluğu, ilk kez artık dünya imparatoru, dünya hâkimi değil, muhatap ülkelerle eşit bir devlet olarak masaya oturduğunda çok geç kalmıştı. Avrupa Rönesans'la sınırlar aşmış, buhar gücüyle artık Sanayi Devrimi başlamış ve artık, Osmanlı onlara ulaşmakta çok geç kalacağı bir geri noktada kalmıştı.

Üç yüz yıl boyunca, sevgili arkadaşlar, bizim tarihimiz bir anlamda eğitim tarihidir. Eğitim alanındaki bocalamalarımız, 2 ileri, 3 geri adımlarımız Türkiye'yi bugün hâlâ "Avrupa Birliğine mi girelim, birbirimize mi girelim?" tartışmasında patinaj yapmamıza neden olmaktadır.

Arkadaşlar, Osmanlı Dönemi'ne özellikle AKP'li arkadaşlar ayrıca ilgililer, o döneme iyi baktıklarında özellikle son iki yüz yılda eğitim alanında reform yapmak isteyen herkesi ama her padişahı o dönemin egemenleri ya dizginlemişler ya da görevini yapamaz hâle getirmişlerdir değişik nedenlerle. Niyazi Berkes diyor ki: "Üç yüz yıllık sürecimizde reformları, kafasına koyduklarını sonuna kadar başarabilen tek lider Mustafa Kemal olmuştur." II. Mahmut, III. Selim'in attıkları her adımın, o -tarih kitaplarındaki- orduların yeniden düzenlenmesi, devlet yapısının yenilenmesiyle ilgili her adımın altında bir eğitim reformu vardı arkadaşlar. Ancak, ne yazık ki başarılamadı, ta ki Kurtuluş Savaşı'na dek. Tabii, Osmanlı Dönemi'nin bu süreciyle ilgili pek çok örnek var arkadaşlar. Örneğin, Profesör Adnan Adıvar'ın bilim tarihi kitabında diyor ki: "Osmanlı döneminde medreselerde kara tahtanın gündeme geldiği dönemde şeyhülislam kara tahtanın kullanılmasına izin vermiyor, 'Bunu eğer Kâbe'ye götürür tavaf ettirirseniz kullanabilirsiniz.' diyor." Adnan Adıvar, kaynak gösteriyorum, oradan şey yapabilirsiniz. Buna benzer pek çok örnek var ve ne yazık ki o dönem çağı yakalayamıyoruz arkadaşlar.

Tabii ki Kurtuluş Savaşı'ndan sonra en büyük adım kuruluş savaşıydı ve Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı'na iki kesimin katılmamasını istedi: Öğretmenler ve öğrenciler; "Onlar bizim gelecekteki mücadelemizin başlıca gücü olacaklar." dedi. 9 Eylül 1922'de İzmir'den düşman askerlerinin denize dökülmesinden sonra, Mustafa Kemal Atatürk'ün ilk toplantısı Bursa'daki -o dönemin diliyle- Muallimler Şûrası'ydı. 22 Eylül 1922'de Bursa'daki o meşhur sözünü söyledi; "Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır." dedi ve ondan sonraki kuşaklar eğitime öylesine sarıldı ki arkadaşlar...

Örneğin, daha önce, sanıyorum, Milliyetçi Hareket Partisinden konuşan arkadaşlarımız, Cahit Arf'tan örnek verdiler. Cahit Arf, lise yıllarında cumhuriyetin ilk eğitimini almış kişilerden. Şöyle diyor anısında: "Biz öylesine cumhuriyet heyecanıyla ve yeni şeyler öğrenme heyecanıyla doluyduk ki..." Ki Cahit Arf, biliyorsunuz, dünya çapında bir bilim insanı ve Arf teoreminin bulucusu. "Biz derslerimizde bütün problemleri çözeceğimize, eğer bütün problemler biterse yeni problemler üretip -matematik olarak- onları da çözeceğimize inanıyorduk." diyor ve başarıyor. Atilla İlhan, ünlü şair, yine anılarında "Lisede biz derslerimize öyle bir cumhuriyet heyecanıyla çalışıyorduk ki karnemizde zayıf gelirse cumhuriyetin de zayıflayacağını düşünüyorduk." diyor. İşte böyle bir neslin üzerinde yükseliyor cumhuriyet. İşte, eğitim alanında elde edilen bu başarı...

O dönemin bilim insanları öyle bir ruhla yetişiyor ki arkadaşlar, yaptığım araştırmalara göre -sanıyorum bir tane bile yok- o dönem dünyanın değişik ülkelerine bilim için giden Türk bilim insanları, profesörler, doçentler, öğrencilik çağında gidenler, sevgili arkadaşlar, hepsi ama hepsi Türkiye'ye geri dönüyor ve öğrendiklerini bu ülkede uyguluyor. Ama, bugün, arkadaşlar, eğitim sistemimizin geldiği nokta o ki yurt dışına giden bir öğrenci dönmüyor, eğer dönmek isterse ailesi "Dönme evladım, orada gelecek kur kendine." diyor.

Üniversitelere gidin arkadaşlar. Ben zaman zaman gidiyorum. O öğrencilere diyorum ki: İçinizde yurt dışına gitmeyi ve bundan sonraki hayatını yurt dışında sürdürmeyi isteyen var mı? Siyasi görüşü ne olursa olsun, çok büyük bir çoğunluk "Evet, gitmek istiyorum." diyor.

Arkadaşlar, bir ülkede en büyük erozyon, bir ülkenin en büyük kaybı, gençliğinin geleceğini kendi ülkesinde aramamasıdır. Bugün böyle bir tabloyla karşı karşıyayız. Evet, eğitimde geçmiş dönemlerden kimi örnekler verdim, ağırlığı oraya verdim ama şimdi sözü getirmek istediğim yer... İkinci bölüm daha çok üniversitelerle ilgili. Ne yazık ki bu yasayı biz görüştüğümüzde üniversitelerle ilgili herhangi bir olağanüstü durum yoktu -sanıyorum, mart, nisan, o aylardaydı- ama 15 Temmuzdan sonra 18 üniversite birden kapatıldı. Ondan sonraki dönemde öyle gelişmeler yaşandı ki arkadaşlar -burada Ceyhun İrgil arkadaşımız özellikle kapatılan üniversitelerle ilgilendi, biz de ilgilendik- gençlerin büyük bir çoğunluğu bir kez daha hayal kırıklığına uğradılar.

Şimdi, bu yasayla birlikte, üniversitelerdeki disiplin yönetmeliğinden öğretim üyelerinin ne yapması gerektiğine ve hatta üniversite sınavlarına nasıl girilmesi gerektiğine kadar, güvenliğine kadar her şey yeniden planlanıyor ama her şey öylesine yeniden planlanıyor ki bunun en iyisi olduğu yönünde bizim de gerçekten kuşkularımız var. Sadece şu görüşmekte olduğumuz yasada bile, arkadaşlar, torba yasada bile pek çok düzenleme, son beş yıl içinde, 2-3 kez yapılmış. Her şey bir yana, düşünün, "eğitim müfettişi" denmiş, "maarif müfettişi" denmiş, onların adı bile 4 kez değişmiş. Teftiş kurulu da 2 kez değişti. 1 kez teftiş kurulları iptal edildi, şimdi tekrar getiriliyor.

Üniversitelerde özellikle öğrencilerin bilim yapmasını sağlayacak, özgür düşünmelerini sağlayacak önemli ortamlardan biri de istediklerini söyleyebilmeleridir. Tabii, bu yanıyla teşekkür ediyorum, alt komisyonda ortak bir anlayışa büyük ölçüde gelindi yeni YÖK disiplin yönetmeliğiyle ilgili ama orada da genel ruh, özgürlüklerin kısıtlanması ve öğrencilerin ne yapmaları ve ne yapmamaları gerektiği konusundaki sınırlamaların ne yazık ki daha da güçlendirilmesi yönündeydi.

Şimdi, tabii, madem üniversitelerden açtık arkadaşlar, çok kısa... Dünyada üniversite sayısı bakımından 1'inci ülke Hindistan arkadaşlar, 7 bin üniversitesi var; 2'nci ülke Amerika, 6.500 üniversitesi var; 1,5 milyar nüfuslu 57 İslam ülkesinde, arkadaşlar, Türkiye'yi çıkardığınızda, toplam üniversite sayısı 600; arkadaşlar, Hindistan'ın onda 1'inden daha az. Bu tablo bize İslam dünyasının da içinde bulunduğu bu çağı yakalayamama ve emperyalist ülkelerin etkisi altında kalma sorununun özünde gerçekten eğitim sorunu olduğunu gösteriyor. Biz öyle bir lidere sahibiz ki Mustafa Kemal Atatürk "Benim tek mirasım akıl ve bilim." demiş. Böyle, başka bir lider yok dünyada. Bu reforma da ben o ışıkla bakmamız gerektiğini düşünüyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.