GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı ilk görüşmesi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:31
Tarih:05.12.2016

MHP GRUBU ADINA ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı'nı görüşmek üzere toplanmış bulunuyoruz. Bizleri izleyen aziz vatandaşlarımızı ve muhterem heyetinizi şahsım ve Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlarken, öncelikle bizlere bu güzel vatanı emanet eden cennetmekân atalarımızı, milleti, devleti ve vatanı uğruna canlarını feda eden bütün şehitlerimizi, cumhuriyetimizin kurucu lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü ve silah arkadaşlarını rahmet ve şükranla anıyorum. Şu anda yurt içinde ve yurt dışında Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığı ve aziz milletimizin dirliği için vazifeleri başında mücadele veren kahramanlarımızı başarı dileklerimle selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, geçtiğimiz hafta Adana'nın Aladağ ilçesinde kız öğrenci yurdunda çıkan yangında hayatını kaybeden 11 öğrenci ve 1 öğretmen kardeşimize Allah'tan rahmet diliyorum, kederli yakınlarına başsağlığı diliyorum. Bir daha benzeri felaketlerin yaşanmaması için gereken tedbirlerin derhâl alınmasını bekliyoruz.

1934 yılında, bundan seksen iki yıl önce yapılan demokratik ıslahatlarla dünyanın önde gelen pek çok ülkesinden çok önce Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Cumhuriyet kadına büyük bir önem vermiş, cumhuriyeti kuranlar millî mücadeleyi omuz omuza gerçekleştirdiği kadınların sosyal statüsünü de o günün şartlarına göre oldukça ileri boyutlara ulaştırmıştır. Bu günün 82'nci yıl dönümünü de kutluyorum.

Değerli milletvekilleri, bütçe, Türkiye Büyük Millet Meclisinin önümüzdeki bir yıllık sürede kamuya kaynak aktarma ve bu kaynakları dağıtma yetkisi verdiği bir belgedir. Bütçenin amacı, dirliktir, düzenliktir, güvenliktir, eğitimdir, sağlıktır, iştir, aştır; kaygısız ve müreffeh bir hayat, daha iyi bir gelecektir. Bütçe bunun için yapılmalıdır.

Bütçe müzakerelerini aynı zamanda iktidara ayna tutma, milletimize hakikatleri anlatma vesilesi olarak görüyoruz. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bütçe görüşmelerinde bütün vatandaşlarımızın adalet, refah ve güvenlik taleplerinin takipçisi olacağız. Bunun içindir ki burada Türk milletinden aldığımız yetkiyle görevimizi icra ederken suyun aktığı yatağı aklımızdan hiç çıkarmayacağız. Meclisimiz için suyun aktığı yatak, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesi, Türk milletinin varlık ve beka ilkeleridir. Bu ilkeler, millete vekâlet bilincimizdir.

Bu çatı altında kimsenin memleketin altını üstüne getirmeye, keyfî ve tehlikeli çıkışlarla kalkınma yürüyüşümüzü kabusa çevirmeye hakkı ve yetkisi yoktur. Şu kapılardan girdik ve bir yemin ettik. Ettiğimiz yemine sadık kalınmayacaksa bu sıralar boşuna meşgul edilmemelidir. Bugün başladığımız bütçe görüşmelerinde biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak "sen, ben" demeyeceğiz, "Türk milleti" diyeceğiz, "Sizin mahalle, bizim köy." demeyecek, sadece "Türkiye" diyeceğiz. Unutmayınız, bu yüce Meclis başka bir ajandası olmayan, iradesini kimseye ipotek etmeyen bütün vatandaşların temsil edildiği bir çatıdır. Bu Meclis, Kurtuluş Savaşı'nı gerçekleştiren, hürriyet ve istiklalimizi kazandıran Gazi Meclistir. Bu çatı altında size sesimi ulaştıran şu mikrofonun her bir kablosunda dahi kefensiz yatan şehitlerin, tüyü bitmemiş yetimlerin hakkı vardır. Bu kürsüde Türk milletinin birliği, bekası ve menfaatleri aleyhine konuşulamaz. Burası saray bahçesi, Kubbealtı, Divan-ı Hümayun değildir, burası entel kafeteryası da değildir, burası terörist hücresi hiç değildir, burası Türk Milletinin kürsüsüdür. Millî hâkimiyet bu kürsüde tecelli eder, demokrasi memlekete buradan gider, hukuk, töre burada kurulur, Türk Milleti bütçe hakkını burada kullanır. Milletin bütçe hakkı hükûmete büyük sorumluluklar yükler. Orduya sahip çıkılamamışsa, peygamber ocağına teröristlerin sızmasına göz yumulmuşsa Millî Savunma Bakanlığının bütçesini hangi bilinçle görüşeceğiz? Süleyman Şah Türbesi korunamamışsa, Ege'deki Türk adalarına sahip çıkılamamışsa Dışişleri Bakanlığı bütçesini nasıl görüşeceğiz? Çocuklarımız sözde öğrenci yurtlarında yanarak can verirken, tacize uğrarken Gençlik ve Spor Bakanlığının, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının bütçesini nasıl görüşeceğiz? Meyve dalında, sebze toprağında kalmışken, hayvancılığı ithalata bağlarken Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının bütçesinde ne söyleyeceğiz?

Yaptığınız millî görevin şuuruna varmazsanız, milletin canına, malına, emeğine, ekmeğine, değerlerine, yer altı ve yer üstü zenginliklerine sahip çıkacak millî ve milliyetçi bir duruştan yoksunsanız bütçenin amacına ulaşması mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, bu bütçeyi hangi ortamda görüşüyoruz? 2017 yılı bütçesini ağır ekonomik, siyasi ve toplumsal koşullar içerisinde görüşüyoruz. Ülkemizin iç ve dış güvenliği çok ciddi tehlike ve tehditlerle karşı karşıyadır. Milletimizi ve vatanımızı hedef alan alçak terör saldırıları artarak devam etmektedir. Toplumsal hayat ziyadesiyle elektrik yüklüdür. Türkiye bir husumet çemberinin içerisinde bunalımdan çıkış yolu aramaktadır. Üstelik 15 Temmuz günü millî irade ve Türk milleti alçakça bir saldırıyla karşı karşıya kalmıştır. Milletimiz endişeli ve rahatsız, kurumlar kavgalı, çalışma barışı bozulmuş, adalet sancılı, ekonomi sıkıntılı, ülkemiz krizlere itilmiş hâldedir. Artık hiçbirimizin sorumluluktan kaçamayacağı günlerden geçiyoruz ve "armudun sapı, üzümün çöpü" diyecek günlerde değiliz.

Değerli milletvekilleri, Türk milleti hafızası olan bir millettir. Binlerce yıldır yaşadığımız olaylar, hafızamızdan süzülüp gelen tecrübeler, bizi Türk milleti yapan değerler, bugünümüze ışık tutmaktadır. Bütün sorunlara millî tarih şuuru içinde bakmamız hâlinde milletimizin bize verdiği kutsal vekâlet görevini hakkıyla yerine getirebileceğimizi düşünüyoruz. Her şeyden önce şunu görmeliyiz ki emperyalist güçlerin büyük düşleri yüzlerce yıldır coğrafyamızda tekrar tekrar sahnelenmektedir. Dün Haçlı Seferleriyle; Hınçak, Taşnak çeteleriyle, Lawrencelarla, çeşitli isyanlarla Anadolu'daki Türk varlığına meydan okuyanlar, bugün PKK'yla, PYD'yle, FETÖ'yle, IŞİD'le, İmralı'daki ve Pensilvanya'daki elebaşılarıyla aynı hayallerin peşinden koşuyorlar. Tarih, geçmişten ders çıkarmayan milletlerin zilletleriyle doludur. Devletsiz ve ordusuz toplumlar ayak altında ezilir. Devletimiz ve milletimiz amansız saldırılar altındadır. Ancak, bu saldırılar, binlerce yıllık kutlu yürüyüşümüzü durduramayacaktır.

İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un ifade ettiği üzere:

"Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;

Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.

Bırakın eski hükûmetleri meydandakiler

Yetişir, şöyle bakıp ibret alan varsa eğer.

İşte Fas, işte Tunus, işte Cezayir, gitti!

İşte Irak'ı da taksim ediyorlar şimdi."

Unutulmamalıdır ki Türk milleti birlik içinde olduğunda büyük medeniyetler kurmuş, tarihin akışını değiştirmiş, dünyaya mührünü vurmuştur.

Değerli milletvekilleri, 15 Temmuzda, Türkiye, topyekûn bir darbe teşebbüsüne maruz kaldı. Başkentimiz, millî iradenin tecelligâhı Meclisimiz saldırıya uğradı, vatandaşlarımız kurşunlandı. 15 Temmuzda demokrasi askıya alınmak, millî irade yok edilmek istendi; 15 Temmuzda Türkiye'nin bölünmesi ve bölüşülmesi için taşeronlar işe koyuldu. Bu hâliyle 15 Temmuz, yeni bir işgal hamlesi ve iç savaş girişimidir. Kardeşliğimiz hedef alınarak geleceğimiz karartılmak, birlikte yaşama irademiz hançerlenmek istendi. Türk milleti bu düşman saldırısını püskürtmüştür. Ancak yaşadığımız travma ve tehlike henüz sona ermemiştir, ülkemiz çok hassas ve tehlikeli bir dönemden geçmektedir. Bu nedenle 15 Temmuz bir milattır. Türkiye olağanüstü ve gayrimeşru bir durumla karşı karşıya bırakılmışken, Türkiye Cumhuriyeti en karanlık günlerinden birini yaşarken hiç kimse 15 Temmuz yaşanmamış gibi hareket edemez. İşte, bu nedenle, 15 Temmuz herkes için bağlayıcıdır.

15 Temmuz darbe girişiminin ilk hareketlerinin başladığı andan itibaren, daha ilk dakikalarda, Sayın Genel Başkanımız bu darbe teşebbüsünün karşısında olduklarını açıklamış, devletin ve Hükûmetin yanında yer aldıklarını açıkça beyan etmiştir. Bu duruş aynı dakikalarda bütün yurt sathında yankısını bulmuş, Milliyetçi Hareket Partisi milletimizle birlikte gereken refleksi göstermiştir. Bu duruş iyi görülmeli ve iyi anlaşılmalıdır. Bu duruş, demokrasi ve hukuktan yana bir duruştur; bu duruş, millî iradeye sahip çıkma duruşudur; bu duruş, tarih şuurunun rehberlik ettiği devleti ebet müddet duruşudur. Milliyetçi Hareket Partisi çok iyi görmüştür ki 15 Temmuz kalkışması sadece Hükûmete karşı değil, topyekûn Türkiye Cumhuriyeti'ne, bütün kurumlarına, bütün millete, millî iradeye karşı yapılmıştır. Milliyetçi Hareket Partisinin duruşu konjonktürel değil ilkesel bir duruştur. Bu duruşun "ama"sı, "fakat"ı, "lakin"i yoktur.

İsyan girişiminin ardından Türk milleti, iktidarıyla, muhalefetiyle bir ve bütün olduğunu yedi düvele göstermiştir. Bu dip dalgası, darbe girişiminin tüm unsurlarıyla mücadele etmesi için Hükûmete desteğe de dönüşmüştür. Bu çerçevede, devleti bir ur gibi saran FETÖ'nün medyadan eğitime, sağlıktan adalete, yargıdan Emniyete, Türk Silahlı Kuvvetlerinden sivil toplum kuruluşlarına kadar çöreklendiği her yerdeki yapılanmasıyla mücadele edilmektedir, edilmelidir. Ancak bu sekiz kollu ahtapotun siyasi ayağıyla mücadele hâlen fludur, görülmemektedir. Siyaset kurumunun içinden başka mercilerden emir alan kuklalar kesilip atılmadıkça bu mücadeleden başarıyla çıkmak mümkün değildir. Bunun için FETÖ'nün siyasal yapılanmasının tasfiye edilmesi, hesap sorulması bu örgütün bir daha başımıza bela olmaması için temel şarttır. Görüyoruz ki öğretmenden yargı mensubuna, polisten subaya, ebeden hemşireye, memurdan zabıt kâtibine kadar on binlerce kamu görevlisi, medya ve STK mensubu gözaltına alınmış, tutuklanmış ve ihraç edilmiştir ancak siyasi elebaşılar teşhir ve teşhis edilmemiştir. Yurtta sulh konseyinin mensupları kimlerdir, neden açıklanmamaktadır? Eğer siyaset ayağındaki ve yurtta sulh konseyindeki elebaşılar açığa çıkarılmazsa mücadele zafiyete uğrayacak, darbe alacaktır.

Ayrıca, neredeyse yüz bini bulan tutuklama ve ihraçlardaki bazı mağduriyetler bir an önce giderilmezse istismara çok açık bir ortama yol açacaktır, FETÖ'nün ekmeğine yağ sürülecektir. Zaten ekonomi sıkıntıda, toplumsal gerilimler artmakta; işçi, memur, esnaf, çiftçi, emekli âdeta burnundan solumaktadır. İktidarı uyarıyoruz, ülkemiz üzerinde kötü emel besleyen odaklar bir sosyal patlamaya zemin hazırlamak için sinsi sinsi çalışıyorlar. Bütün bu sorun alanlarındaki süreçlerin çok iyi yönetilmesi gerekmektedir; adalet terazisi hassas tartmalı, hukuk çok iyi işlemelidir.

Değerli milletvekilleri, bu zor günlerden çıkmak için devlet yönetimini el birliğiyle rayına oturtmamız gerekiyor, FETÖ'yle ve terörle mücadelenin ve dış politikayı iyi yönetmenin en önemli yönü budur. Devletin hiçbir alanda boşluk bırakmaması gerekir. Düşünün, devlet zafiyet alanı bırakmasaydı, informel yapılarla siyaset yapılmasaydı, bunlara açık veya kapalı yol verilmeseydi PKK ve FETÖ güç kazanabilir miydi? Çözüm sürecinin ve malum cemaat iş birliğinin ülkemizi bir belanın içine attığı açık seçik ortadadır. Millî eğitimle oyuncak gibi oynanmasaydı, kaliteli bir eğitim sunulabilseydi, hatta üniversitelere girişte dershanelere ihtiyaç duyulmasaydı FETÖ bu kadar güç kazanabilir miydi? Devlet, öğrencilerinin yurt ihtiyacını karşılasaydı FETÖ bu kadar gelişebilir miydi? Önce devleti devlet gibi çalıştırmamız lazımdır. Millî iradenin verdiği iktidar yetkisinin hiçbir illegal odakla paylaştırılmaması gerekir, yoksa bugün FETÖ gider bir başkası gelir.

Türk siyasetinin, devlet yönetiminin ilkeli ve dürüst politikalara ihtiyacı vardır. Siyaset, kısa menzilli bir koşu değildir; siyaset, egoların, çıkarların tatmin aracı da değildir; siyaset, büyük Türk milletine hizmet için verilmiş şerefli bir görevdir. Bu imkâna sahip olan her kişinin Sayın Genel Başkanımızın Türk siyasi literatürüne kazandırdığı "Önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben." düsturunu ilke edinmesi gerekir.

Değerli milletvekilleri, on dört yılın bütün günahlarının gizli olduğu kelimelerden biri de "Kandırıldık." ibaresidir. Kulaklarını her türlü ikaza kapatanlar her defasında "Kandırıldık, çok safmışız." ifadelerinin arkasına sığınamaz. Unutulmamalıdır ki devlet kandırılma yeri değildir.

Ülkemizi bugünlere getiren ağır sorunlar yumağında, devleti yönetirken yapılan vahim hataların rolü artık görülmelidir. Yaşadığımız bazı krizleri doğru teşhis etmemiz gerekmektedir. Yaşanan menfi hadiselerin arkasında iyi yönetememe sorunu da vardır. Anayasa, kanun, hukuk hiçe sayılmıştır; Türkiye şahsi ve keyfî bir anlayışla yönetilmiştir. Devleti idare etmek ile vaziyeti idare etmek arasında dağlar kadar fark vardır. Devleti yeniden, gerektiği gibi, devlet gibi yönetmek 15 Temmuz sonrası kaos arzulayanların önünü kesmek için bu fırsatı iyi değerlendirmemiz gerekmektedir. Bugün tartışmamız gereken yönetimin kimlerde olduğu değil, ülkemizin nasıl yönetildiği ve yönetilmesi gerektiğidir. Sayısal çoğunluğa dayanarak her gelen iktidarın yeni bir sistem tartışması açmasına imkân vermeyecek bir model arayışında olmamız gerekir. Bugün veya yarın hiç kimsenin Türkiye'ye patinaj yaptırmaya hakkı da, yetkisi de yoktur. Bunun için ilk olarak devleti hukuk düzenine oturtmak gerekir. Kurum ve kurallarıyla yönetilmeyen, şahsi ve keyfî yönetilen devlet hukuk düzeninden çıkar. Hukuktan yoksun bir devlet yönetimi de ülkenin bütün işlerini çivisinden çıkarır. Hukuk devletinde yetki varsa karşısında mutlaka sorumluluk da olacaktır, olmalıdır; "Ben yetkimi kullanırım ancak sorumluluk almam." denilemez.

Değerli milletvekilleri, tarihimizde nasihatnamelere, siyasetnamelere ne ad veriliyor, hatırlıyor musunuz? "Bengi" deniliyor. Yani "bengi" demek "ebedî, ölümsüz" demektir. Peki, bu yazıtlardaki ilkeler niye ölümsüzdür? Çünkü bu yazıtlar, şanlı tarihimizde kurduğumuz devletlerin sınırlarına bir nişan olarak dikilmek suretiyle devleti ebet müddetin mühürleri olmuşlar, devletin bekasını sembolize etmişler, bir devletin nasıl yönetileceğinin reçetesini sunmuşlardır. Çünkü bu ölümsüz metinlerin neredeyse tamamında, devletin olmazsa olmazı hukuk ve töre, erdem, ahlak, vatan ve millet odaklı olmanın yanı sıra, bir devleti ayakta tutan en önemli kavram olan adalet üzerinde durulur. Evet, adalet ve töre Türk milleti için ekmekten, sudan, evden ocaktan ve dahi devlete baş olmaktan daha öncelikli, daha değerli ve daha kutsaldır. Yusuf Has Hacip Kutadgu Bilig'de der ki: "Adalete istinat eden kanun, bu göğün direğidir; kanun bozulursa gök yerinde duramaz." Çünkü devlet adalet üzerine inşa edilir. Devleti ve kamu kurum, kuruluşlarını kurum ve kurallarıyla yönetirseniz ancak devlet, hukuk ve adalet devleti olur. Genel kabul görmüş terminolojiye göre devlet, bir milletin siyasi, hukuki ve idari teşkilatlanmasıdır ancak buna ilaveten Türk kültüründe devlet "saadet, mutluluk, dirlik, düzenlik" anlamına gelmektedir. Hukukun üstünlüğüne hürmet siyaset gömleğini giyenlerin en bariz sorumluluğudur. Adalet mülkün temelidir. Güvenlik olmadan adalet, adalet olmadan güvenlik ve özgürlük olmaz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin içine sürüklendiği buhranlı süreçleri iyi idrak etmemiz gerekmektedir. Elbette sorunlar ve engeller bir taraftan hızla güçlenmektedir ancak diğer taraftan fırsatlar, bunalımlardan çıkış yolları, yakın ve uzak vadedeki hedefler de karşımıza çıkmaktadır. Asıl mesele bu durumu kavrayıp değerlendirebilecek devlet şuuruna sahip olabilmektir.

İçinden geçtiğimiz şu zor günlerde Anayasa tartışmalarını kişilerden ve bugünden bağımsız ele almalıyız. Meseleye dün, bugün, yarın perspektifiyle bakmalıyız. Mesele kimin ne olacağı, hangi makama geleceği değil; Türk milletinin, Türk devletinin ve Türk vatanının bekası meselesidir. Mücadelemiz koltuk sevdası değil, Türkiye'nin önünü açacak bir anayasal yönetime sahip olmaktır. İllüzyon mühendislerinin peşine düşülmemelidir; kara propagandaya, felaket tellallarına itibar edilmemelidir. Devlet yönetiminin anayasal ve hukuki bir zeminde çalışmasını istiyoruz. Aksi hâlde, fiilî durum, sürdürülemez bir devlet yönetimini dayatmaya devam edecektir. Son günlerdeki tartışmalarda kara propaganda yaparak tahterevalli siyaseti güdenler, fiilî durumu devam ettirerek toplumdaki kamplaşmaları ve krizleri derinleştirmek isteyenlerdir; işte, biz bunu engellemek istiyoruz. Milliyetçi Hareket Partisinin yolu hukukun üstünlüğünü esas alan, çok partili, demokratik, parlamenter, hürriyetçi nizamdır.

Değerli milletvekilleri, bütçe gündemimizin önemli konularından biri de dış politikadır. Dış politikanın on dört yıllık özeti: Millî olmaktan uzak, pusulasız bir dış politikadır ve bu tarz dış politika, geçmişte "değerli yalnızlık" gibi süslü ambalajlarla sarılan ancak şimdi muhatap olduğumuz tehlikeler karşısında bir anlam ifade etmeyen bir tablo göstermektedir. On dört yılda dış politika millî bir politika olmaktan çıkmıştır. Dış politika, idareimaslahat düzeyinde, günlük durumlara göre vaziyet almaya indirgenmiştir. Ne strateji ne de taktik düzeyde bir başarıyı henüz görmüş değiliz. Önümüzde hedeflerine ulaşamamış bir politika var. Komşularla sorunları sıfırlamak için çıkılan yolda etrafımızda bir husumet kuşağı oluşmuştur. İçi boş ve hamasi sözlerle ülkemizin dış politikadaki eli zayıflatılmış, etkinliği, saygınlığı ve güvenirliği zedelenmiştir.

Orta Doğu'da ABD ve Avrupa Birliğinin, terör örgütlerini muhatap aldığı, Türkiye'nin baypas edilmek istendiği bir garabet yaşanmaktadır. Önümüzde çok ciddi dış politika sorunları bulunmaktadır:

Ege Denizi'ndeki 18 Türk adası Yunan işgali altındadır. Türk topraklarında Yunan egemenliği ve bayrağı hüküm sürmektedir.

Suriye'de kaos artmakta, Türkiye'nin güvenlik hassasiyeti büyümektedir. Bugün 104'üncü gününde bulunduğumuz Fırat Kalkanı operasyonuyla Suriye'de terör örgütleriyle mücadelemiz kararlılıkla, amansızca devam ediyor. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu mücadelenin tam destekçisiyiz.

Kerkük'te, Musul'da, Tuzhurmatu'da, Sincar'da, Telafer'de, Halep'te, Lazkiye'de, Humus'ta Türkmenler etnik, sistematik saldırılara ve katliamlara maruz kalmaktadır.

Kilis'e sadece 60 kilometre uzaklıktaki Halep'te insanlığın mirası çökmektedir. Açlık ve su krizi kapıdadır.

Irak'ın kuzeyinde bir suni devlet peydah olmaktadır. Kandil, PKK'nın ini olmaya devam etmektedir.

Kıbrıs'ta Türklük yok edilmek istenmektedir. Türk vatanı işgal tehdidi altındadır. Sırf çözüm olsun diye tavizlerle Kıbrıs'ı terk etmek, tarihsel hak ve çıkarlarımızdan bir çırpıda ayrılmak yanlıştır, skandaldır.

24 Kasımda Avrupa Parlamentosu müzakereleri durdurma kararı almıştır. Tarihe kara bir leke olarak geçen bu kararla, Avrupa zihniyetinin Türkiye düşmanlığı bir kez daha teyit edilmiştir. Darbe girişimini bir buçuk ay geçtikten sonra kınayan Avrupa Birliğinin tutumları karşısında, onlara muhtaç olmadığımız bilinciyle başkent Ankara merkezli bir dış politika geliştirilmelidir. Netice itibarıyla, dış politika bir sorunlar yumağı hâlindedir. Hükûmetin bütün bu sorunlara karşı millî ve güçlü bir yaklaşım geliştirmesini bekliyoruz.

Değerli milletvekilleri, milletimiz sıkıntıdadır, devletimiz dardadır, demokrasimiz zordadır, bağımsızlığımız tehlikededir, sahip çıkmamız gereken bir vatanımız vardır. Bu yolda en büyük görev, şüphesiz ki siyasilere, bizlere düşmektedir. Bugün her siyasi partinin birinci amacı devleti yönetmektir. Madem yönetmeye talibiz, o zaman öncelikle devletimizi yaşatmamız, millî varlığımızı korumamız gerekmektedir çünkü bunlar olmazsa ne iktidar olur ne muhalefet ne de bir siyaset. Bunun içindir ki bu zor günlerde bir taraftan muhalefet vazifesini yerine getirirken diğer taraftan da millî mukavemet sorumluluğunu unutmamamız gerekir. Eğer vizyonunuz iktidar olmaksa devleti yaşatmak için millî mukavemet sergilemelisiniz. Milliyetçi Hareket Partisi hem millî muhalefetin hem de millî mukavemetin adıdır.

Bu kürsüden büyük Türk milletinden aldığımız güçle yedi düvele haykırıyoruz: Binlerce yıllık kardeşliğin ve birliğin yoğrulduğu bu topraklar, Türkiye'dir. Devletimizin adı "Türkiye Cumhuriyeti"dir. Türkiye Cumhuriyeti millî ve üniter bir devlettir. Milletimizin adı "Türk milleti"dir. Bayrağımız ay yıldızlı Türk Bayrağı'dır. Dilimiz Türkçedir. Millî marşımız, millî mücadele destanı olan İstiklal Marşı'dır. Yürüyeceğimiz yol, demokrasi ve hukuk yoludur.

Bu değerleri bütün hücrelerinde benimseyenlere bir çağrıda bulunuyoruz. Bizim çağrımız, kısır çekişmelere girmeden, büyük Türkiye'yi inşa etmek için kardeşliğe, birliğe ve sağduyuyadır; fikirde, işte, dilde birliğedir. Çağrımız, kendi söküğünü kendi dikebilen, namerde el açmayan, diz çökmeyen bir Türkiye'dir. Buluşma yerimiz, büyük Türkiye'dir. Bizim için muhalefet olmak, siyasi çıkarlar uğruna ülkemizin önceliklerini görmezden gelip durumdan çıkar ummak değildir; bu sebeple çözüm üretiyoruz, yapıcı oluyoruz, yanlışın nasıl düzeltileceğini gösteriyoruz. Devletimizin bölünmezliğine, birlik ve beraberliğimize, bağımsızlığımıza, egemenliğimize, millî ve manevi değerlerimizin güçlendirilmesine yürekten bağlıyız. Vatan, sahipsiz değildir; millet, yetim değildir; devlet, öksüz değildir. Biz ne vatanımızdan vazgeçeriz ne devletimize sırtımızı döneriz; biz ne hıyanetten korkarız ne haram yiyenden çekiniriz. Dalgalanışıyla göğsümüzü kabartan bayrağımıza sahip çıkacağız. Mensubu olmakla övündüğümüz milletimizi ve devletimizi ilelebet payidar kılacağız. Şerefle savunduğumuz bağımsızlığımızı, demokrasimizi, hukukumuzu, inançlarımızı yaşatacağız.

Konuşmama burada son verirken 2017 yılı bütçesinin Türkiye'miz için hayırlı sonuçlar getirmesi temennisiyle yüce heyetinizi ve büyük Türk milletini saygıyla selamlıyor ve Mustafa Kemal Atatürk'ün sözleriyle konuşmama son veriyorum: "Bu memleket tarihte Türk'tü, hâlde Türk'tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır. Ne mutlu Türk'üm diyene!" (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Çok teşekkür ediyorum Sayın Akçay.