| Konu: | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 5'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 36 |
| Tarih: | 10.12.2016 |
MHP GRUBU ADINA KADİR KOÇDEMİR (Bursa) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; sözlerimin başında yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Yine, sözlerimin başında, daha taze şehit verdiğimiz Derik Kaymakamı Muhammed Fatih Safitürk ve şehit Kaymakam Ersin Ateş başta olmak üzere, güvenlik, 15 Temmuz, ülkemizin birliği, bütünlüğü için şehit olan bütün şehitlerimizi rahmetle, minnetle yâd ediyor, gazilerimize sağlık ve esenlikler diliyorum.
Bugün İçişleri Bakanlığı bütçesini görüşüyoruz ama muhalefetten, halktan, realiteden, topraktan kopuk bir iktidara karşı ta 800 sene önce Magna Carta'yla gelen bütçe hakkının hakkını vermeye çalışıyoruz. Ancak, bugün, benim eski meslektaşım olan Şair Eşref'in şu beyitiyle çok iyi tarif ettiği bir hâl içindeyiz. Diyor ki: "Eyleme beyhude ey biçare feryadufigan/ Ahımazlumu hükûmet musiki zanneyliyor." Burada söylenen şeyler gülümsemeyle, istihzayla, kibirle karşılanıyor ve maalesef, milletin bize verdiği vekâletin yasama sürecine katkı manasında gerçekleşmesini sağlayamıyoruz.
Hükûmet, konularla ilgili hususları iyi çarpıtıyor. Mesela, her sene millî eğitime cumhuriyet tarihinin en büyük payını ayırdığını söylüyor. Bir iki gün önce PISA sonuçlandı ve maalesef bizler PISA'da OECD ülkeleri içinde sondan 2'nciyiz. Diğer ülkelerde bizden iyi olanlar Birleşik Arap Emirlikleri, Uruguay, Romanya, Moldovya ve Arnavutluk. Eğer bu kadar projelere, bu kadar harcamaya göre bu sonuç elde ediliyorsa lütfen bu millî eğitimle ilgilenmeyin, millî eğitime büyük kaynaklar ayırmayın ki bizim millî eğitimimiz, bundan önce olduğu gibi, en azından yukarıya doğru bir seyir takip etsin.
Benzer ilgi acil dertlerimiz için de geçerli. Bu ara doların paritesiyle çok ilgileniyoruz. Bununla da başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere bir beş on gün ilgilenmeseler -zannediyorum- dolar normal seyrine gelecektir.
İçişleri Bakanımızı bir iki hususta tebrik etmek istiyorum. Özellikle terörle mücadelede kararlılığın ne kadar etkili olduğunu son zamanlarda görüyoruz ve bu tavrı destekliyoruz. Hem bölücü örgüte karşı hem FETÖ terör örgütüne karşı hem de IŞİD'e karşı bu kararlılık kendisini göstermeye başlamıştır. Yine, FETÖ'yle mücadelede hukuk içinde kalma konusunda diğer bakanlıklara göre İçişleri Bakanlığının daha gayretli olduğunu görmek de bizi sevindirmektedir. Bu zamana kadar 400'e yakın mülki idare amirinin görevden uzaklaştırıldığı, alındığı söylense de burada biraz daha hukuk devleti prensiplerine riayet edilmektedir ve bu, memnuniyet vericidir.
Ancak bir hususta da sitemimi ifade etmek istiyorum. Yasamayı umursamazlık bu Bakanlığın fonksiyonuyla bağdaşmamaktadır. Hem Sayın Bakanımız sorulara cevap vermemekte hem de -Sayın Bakanın talimatıyla olsa gerek- İçişleri Bakanlığı birimlerinden normal internet sayfası adresi mahiyetindeki bilgileri dahi alamamaktayız. Ama Sayın Bakanın bütçe sunuşunda ve Plan ve Bütçe Komisyonundaki konuşmasını okuduğumda gördüm ki bu bilgiler Sayın Bakana da verilmiyor. Mesela trafikle ilgili "Trafik kazalarını azalttık." deniliyor ama 2012'den itibaren trafik kazalarında ölüm sayısı Sayın Bakanın ifadesinin aksine artmıştır. 3.750'den 2015'te 3.821'e çıkmıştır. 2015 yılında trafik kazalarında olay yerindekiler dışında ölenler de dâhil edildiği için gerçek rakam ortaya çıkmış ve 7.530 kişi 2015 yılında trafik kazalarında hayatını kaybetmiştir. Bu, gün başına, her Allah'ın günü 20 kayıp demektir. Bu, böyle olurken bununla övünmek gerçeklerden, realiteden kopuk olmayı gösterir.
Sayın Bakan, bunun yerine benzin istasyonlarındaki araçlara çip takmaktan bahsetmektedir. Eğer güvenliği sağlayacaksa 80 milyona da birer çip takalım, herkesin nerede ne yaptığını her yerden gözleriz ve güvenlik diye bir derdimiz kalmaz. Buralarda bilişim, cihaz satma lobisi etkili olmaktadır, ona birazdan tekrar değineceğim.
Efendim, İçişleri Bakanlığı hayatın bütün alanında, doğumdan ölüme kadar, nüfus kayıt işlemlerinden belediyelerin mezarlıklar, cenaze defin işlemlerine kadar hayatımızın pek çok alanında görevli bir Bakanlıktır ve bu Bakanlığın özellikle genel idare personeli emsalleriyle karşılaştırıldığında mali ve özlük haklar bakımından oldukça geridedir.
Güvenlik koruyucusu hâline getirilen köy korucularının durumunda iyileşme sağlanmış ancak bunların sosyal güvenlik bakımından sanki kaçak çalışan insanlar olma durumu hâlen devam etmektedir.
Polislerimize 3.600 ek gösterge yıllardan beri terennüm edilmekte ancak bu zamana kadar bir netice alınamamıştır.
Uzman jandarmalarımızın, başta okulda geçen sürelerinin hizmetten sayılması olmak üzere, emsalleriyle aralarındaki negatif manadaki olumsuz farklar devam etmektedir.
Yine, muhtarlarımız, ellerinden alınan yetkilerden sonra sadece tebligat memuru durumuna düşürülmüşler; bulundukları yerle ilgili kamu hizmetlerinde etkili olma durumları maalesef aşındırılmıştır.
Mahalli idarelerle ilgili çıkarılan bütünşehir kanunu yetki, sorumluluk bakımından taşrada yerel hizmetlerin görülmesinde kafaları karıştırmış ve geçiş dönemiyle izah edilemeyecek derecede özellikle merkezden uzaktaki birimlerin hizmet alma durumlarını olumsuz olarak etkilemiştir.
Yine, mülki idare amirleri -ki mülki idare amirleri eğer çok partili hayata geçtiğimizde onlar olmasaydı pek çok şey bugünkünden daha olumsuz olurdu- her yere, her derde, herkese yakın olan kamu görevlileridir. Yine, mülki idare amirlerinin -meslekteki bir ağabeyimin tabiriyle- ağzına bir habbe zeytin verdiğinizde, ardına varili dayadığınızda o kadar zeytinyağı çıkaracak kadar küçük imkânlarla, yokluklarla büyük hizmetleri gerçekleştiren insanlardır ama maalesef, son yıllarda, taşrada emsali kamu görevlileriyle mali ve özlük hakları bakımından aralarındaki uçurum giderek büyümektedir.
Elimde Bursa'da bir araştırma şirketinin kamuoyu araştırması var. Buna göre arkadaşlar, "Türkiye'nin en önemli sorunu sizce nedir?" sorusu sorulmuş; "Yüzde 48,11 terör, yüzde 12,20 işsizlik, yüzde 5,89 ekonomi" diye cevap verilmiş. Burada, bunu hissedilen -hani hava durumlarında olduğu gibi- bir algı olarak görebilirsiniz ama yüzde 48'i indirseniz indirseniz 45'e, 40'a indirirsiniz. Bu memleketin hâlâ daha en büyük sorunu terör ise burada biraz önümüze bakıp kendi durumumuzu değerlendirmemiz gerekiyor.
Hakikaten en büyük sorun terör çünkü halkla ilişkiler binası yıkılmadan önce orada, biliyorsunuz, bir mescidimiz vardı. Burada daha önce de ifade ettim, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanı, giriş çıkışı çok elektronik, personel bakımından çok sıkı kontrol edilmiş bu Mecliste arkadaşlar, şuradan 30-40 metre ileri bir sürü "jammer"lar, sinyal kesiciler, makam arabası ve koruma ordusuyla cuma namazına gidiyor. Biliyorsunuz, cuma namazının şartlarından biri hür olmaktır, hür olmanın en kısa tanımlarından biri de korkudan azade olmaktır. Eğer biz bu Meclisin içinde bir yerden bir yere gidemiyorsak o zaman İçişleri Bakanının Türkiye'de kendisine aynada bir bakması lazım.
Sadece bu mu? Tayyip Erdoğan, Sayın Cumhurbaşkanımız 22 Ekimde Bursa'ya geldi bir program için, iki buçuk üç gün önceden Bursa'da bütün giriş çıkışlar tutuldu, hayat durdu, güvenlik ancak bu şekilde sağlanabildi. Hakikaten güvenliği olmayan bir ülkenin sade vatandaşı olmak değil, Cumhurbaşkanı olmak dahi iyi bir şey değildir arkadaşlar.
HARUN KARACAN (Eskişehir) - Nasıl konuşuyorsun öyle?
ŞAHAP KAVCIOĞLU (Bayburt) - Amerika'da da aynısı oluyor. Amerika'ya Cumhurbaşkanı gittiğinde hayat duruyor ya.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen.
KADİR KOÇDEMİR (Devamla) - Arkadaşlar, terörün amacı, beynin, zihnin, düşüncenin işgal edilmesidir; terörün amacı, bizim aramızdaki iletişimin sabote edilmesidir, ben burada bunun olduğunu görüyorum. Bu kadar körü körüne savunma, biat kavramıyla bile açıklanamaz ancak asabiye kavramıyla açıklanır. Hani, çocuğunuzun her yaptığı size güzel gelir ya ancak bununla açıklanabilir. Hükûmet davranışlarıyla buna hizmet ediyor. Bir önceki Başbakanımızın meşhur bir sözü vardı: "Biz, değer odaklı siyaset yapıyoruz." diyordu. Ama, bugün benden önceki tartışmalarda da gördüm, artık değer odaklı siyasetten siyaset odaklı değerlere geçtik; siyasete hangi değer yarıyor ise, hangi kavram yarıyor ise onu kullanmaya başladık. Eğer müzakere, analar ağlamasın, çözüm yarıyor ise onu kullanıyoruz; yok, yarın değişti, mücadele, kafasını ezme, yok etme, etkisiz hâle getirme yarıyor ise, onu kullanıyoruz.
Bu kamplaştırma ve kutuplaştırmadan medet ummanın bir göstergesi de bu memleketin bütün zihnini allak bullak eden 15 Temmuz darbesinin bir lütuf olarak görülüp ondan sonra da bütün Türkiye'de hürriyetlerin kısıtlanmasını gerektiren olağanüstü hâl durumunun üç gün önceden büyük milletimize "Çok büyük bir müjde var." diye ilan edilmesidir. Bu anlayış, hürriyetlerin kısıtlanmasının millete bir müjde olduğunu düşünen anlayış, hakikaten devletin birinci fonksiyonu olan güvenlik görevini yerine getirmeyi maalesef başaramaz. Şu anda görünen şudur arkadaşlar: Kabine üyelerimiz, sanki ağır sıklet boks müsabakasına hakem olarak görevlendirilmiş banka müdürü gibi tek bir yere, tek bir şahsa bakmaktadırlar ya da trafodaki şalterlere, düğmelere rastgele basan, gördüğü tepkiye göre düğmeyi değiştiren 8 yaşındaki çocuk gibi davranmaktadırlar. Millî Eğitim Bakanı, burada, bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde ya da kendi Bakanlığıyla ilgili kanunda hâlâ çözüm sürecinin doğru olduğunu ifade edebilmiştir. Bu çözüm süreci ne zaman başlamıştı arkadaşlar? Terör hemen hemen bitmişti, dönemin İçişleri Bakanı yanında 7-8 korumasıyla Hakkâri'de esnaf ziyaretleri yapabiliyordu. Tam bu vaziyette, nedense birdenbire bu çözüm süreci başlamış oldu.
Mesajını, talebini hayata geçirmek için silaha sarılanla müzakere yapılmaz. Dünyada bu tür müzakerelerin başarıya ulaşma oranı müzakereye başlananlarda altıda 1, beşte 1 kadardır. Bunu görmeden, bizim birlikte yaşama mirasımızı anlamadan yapılan hata, bugün bu tehlikeyi ve tehdidi büyütmüş ve baş edilemez hâle getirmiştir. Müzakere ettiğinizde, silahla konuşanı muhatap aldığınızda tanımış olursunuz, siz tanıdığınızda başkalarının tanımasına da kızma hakkınız olmaz maalesef. Bu mücadelede Hükûmetin genel zafiyeti kendisini göstermiştir. Tanpınar'ın "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" romanı vardır. Orada, saatleri ayarlama enstitüsünü kuranlar, işin sonunda, orası kapanacağı vakit bu sefer -Halit Ayarcı'dır romanın kahramanlarından biri- orada bir tasfiye kurulu kurar ve emekliliğine kadar maaşını garanti eder. Biz de şu anda Hükûmetin, her olayda işin para, ihale kısmını gördüğünü görüyoruz. Mesela, Suriye'ye duvar örüyoruz. Arkadaşlar, Suriye sınırından Türkiye'ye geçişle olan terör olaylarının toplam terör olayları içindeki oranıyla ilgili bir rakam var mı elimizde? Suriye'den gelenleri 2013 yılında basit deftere kaydetme yerine, "Biyoçiplerle biz bunların tespitini yapacağız." diye vakit kaybedip onların elini kolunu sallayarak girip çıkmasına müsaade etmenin duvar olmadığı için mi olduğunu sormak zorundayız. Neden Irak sınırından... O sınır boyundaki ilçelerimizi gözünüzün önüne bir getirin, en büyük terör olayları orada. Niye orası için böyle bir tedbir görülmüyor?
Benzer şeyler, işte, her araca çip projesi, FATİH Projesi ve bu zamana kadar olayı aydınlatmada belki faydası olsa bile, olayı önceden fark etmek için hiçbir faydasının olmadığı defalarca görülen kent güvenlik yönetimi sistemlerindeki bütün çalışmalar, sonuçta bunlar çok büyük yer kaplıyor.
Size bu iktidar zihniyetinin somut bir örneği olarak bugün gazetelerde çıkan bir haberi vermek istiyorum. Bursa Büyükşehir Belediyesinin kurumsal web sitesinin güncellenmesi işi. Bir kurumun web sitesinin güncellenmesi işi için 2015 yılında 690 bin lira, 2016 ve 2017 yıllarında her yıl için 3,5 milyon lira, 7 milyon lira para harcanıyor. Bunu güne böldüğümüzde çıkacak sonucu sizler düşünün arkadaşlar ki bu büyükşehir belediyesinin bütçesi, 20-25 tane şirket bunun dışında. Ben büyükşehir belediye başkan adayı olduğumda hesaplamıştım, büyükşehir belediyesinin kendini tanıtmasının; Suriye'de, Irak'ta gördüğümüz gibi birilerinin fotoğraflarıyla her sokak başında, her binada bize birilerini gülümsetmenin, "Hayırlı olsun, hayırlı olsun." yazılarının bedeli yıllık 30 trilyona yakındı arkadaşlar.
Günümüzde hakikaten güvenlik bütün devletler için ciddi bir problem hâline gelmiştir, özgürlük ve güvenlik arasındaki dengenin kurulmasında eski anlayışlar terk edilmektedir ama değişmeyen bir şey var demokratik özgürlüklerin kullanılması için demokratik güvenlik anlayışıdır. Bunun da üç temel şartı vardır.
Birincisi, şeffaf ve olması gerektiği gibi iletişim yani 5 t'nin olmadığı bir iletişim. Tahrip edilmemiş bir iletişim ortamı, tahrif edilmemiş bir iletişim ortamı, tahdit edilmemiş bir iletişim ortamı, tehdit edilmemiş bir iletişim ortamı ve sembollerle tahrik edilmemiş bir iletişim ortamı. Eğer bu iletişim ortamı içinde bu önlemleri almıyor iseniz o zaman başarılı olma şansınız, ihtimaliniz yok demektir. Ama Türkiye özelinde buna 6'ncı bir t ekleyip 6'ncı t'nin Anayasa'da olduğu yerde durduğu ve öyle davrandığı bir iletişim ortamını eklemek gerekiyor.
İkinci şartımız, demokratik karar alma süreci ve bu alınan kararların kuvvetler ayrılığını dayalı kontrolüdür. Yani hürriyetleri kısıtlayan değil tam aksine güvenceye alan bir yaklaşımı getirmek durumundayız çünkü artık güvenlik hakkı dava edilebilir temel bir hak olarak önümüzde durmaktadır ve Hobbes'tan beri güvenliği sağlayamayan devlet meşruiyetini kaybetmektedir.
Şair Eşref'le başladım onunla bitireceğim ama işin özetini söyleyeyim: Hükûmet Türkiye'yi yönetememektedir. Bu bir devletin birinci fonksiyonunu yerine getirmedeki problemin Türkiye'nin en önemli sorunu olarak yüzde 50'ye yakın insan tarafından ifade edilmesinde, yargıya güvenin yüzde 20'lere düşmesinde kendisini göstermektedir.
Son olarak şunu söylüyorum: Arkadaşlar, alkışların eşlik ettiği yıkılışlar, tenkitlerin eşlik ettiği yıkılışlardan daha fazladır.
Şair Eşref'le başladım, onunla bitiriyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KADİR KOÇDEMİR (Devamla) - Diyor ki: "Gam değil amma mülkün böyle elden çıkması/Gitgide zulmetmeye elde ahali kalmıyor."
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)