| Konu: | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 6'ncı Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 37 |
| Tarih: | 11.12.2016 |
MHP GRUBU ADINA ZÜHAL TOPCU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evet, bugün gerçekten çok üzgünüz. Uzun süreden beri devam eden ama dünden beri de gerçekten yürekleri parçalayan bir durumla karşı karşıyayız. Dün İstanbul'da gerçekleşen terör eyleminde şehit olan kardeşlerimize Allah'tan rahmet diliyoruz, ailelerine ve Türk milletine de başsağlığı diliyoruz, yaralı kardeşlerimize de bir an önce Cenab-ı Hak'tan şifalar temenni ediyoruz.
Bugün aynı zamanda, biliyorsunuz, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz'in dünyayı teşrifi olan Mevlit Kandili'mizi de bugün kutluyoruz. İnşallah hayırlara vesile olur. Ama şöyle de bir dileğimiz var: Bu mübarek Mevlit Kandili'nde Allah'tan niyazımız Türk ve Türkiye düşmanlarını kahretmesidir ve bir daha bu terörden nemalanan insanlara da fırsat vermemesidir.
Evet, bugün gerçekten elimiz kolumuz kalkmıyor, sözün bittiği yer aslında ama burada bir şeyler de söylemek zorundayız. Bütçe için, özellikle Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi için burada kürsüye gelmiş bulunuyoruz. Onun için de genel olarak sorunlardan bahsedip nelerin yapılması konusunda da Milliyetçi Hareket Partisi olarak görüşlerimizi ifade edeceğiz.
Bütçede özellikle Adalet ve Kalkınma Partisinin millî eğitim konusu geldiğinde sürekli gündeme getirdiği bir konu var "Biz bütçeden en fazla payı millî eğitime veriyoruz." diye. Şimdi, bu gerçekten olumlu bir gelişme diye biz de her zaman bu kürsüye çıktığımızda bu paylaşımlarda bulunduk, bunlara bakabilirsiniz de. Ama buradan şunu özellikle belirtmek istiyoruz ki para her şey değil. Okul yapabilirsiniz, sınıf yapabilirsiniz, bilmem, bir sürü altyapıyı tamamlayabilirsiniz ama bu eğitimi buralarda gerçekleştirecek olan, insan unsurunu besleyecek olan öğretmenleri ve yöneticileri yetiştirmedikten sonra, onları gerekli niteliklerle donatmadıktan sonra, ondan sonra bir sürü problemlerle karşı karşıya kalırsınız. Sonra dersiniz ki: "Aslında biz PISA'da şöyle şöyleydik ama işte Finlandiya da düşürdü, biz aslında başarılıyız." Bir yerlerden başarı arama yollarını sürekli olarak ne yaparız bu sefer, bunun telaşı içerisinde yanar tutuşuruz. Ve bu arada, özellikle Millî Eğitim Bakanlığı sürekli olarak sisteme yönelik olarak bütünsel bakış tarzı yerine yama yapmayı ve ideolojik bakmayı tercih ederken ama bir taraftan da değerlerin altüst olduğunu görüyoruz, değerlerin tepetaklak gittiğini görüyoruz. Özellikle çocuklara ve gençlere yönelik yapılan uygulamalarda ve bunların sahip olması gereken, bu milletin, bu necip milletin özelliklerini yansıtmaları gerekirken bakıyoruz ki bir sürü istenmeyen davranışların gündeme geldiğini görebiliyoruz. Bugün haberlerde, yetiştirme yurdunda 4 tane kızımız -18 yaşın altında- intihara teşebbüs ediyorlar. Acaba neden? Değerleri ihmal ettiğimizi hatırlıyor muyuz? Çocuklarımıza gerçekten önem vermediğimizi acaba hatırlayabiliyor muyuz? Okullarda ve gençler arasında özellikle uyuşturucunun yükseldiğini görebiliyor muyuz? Çocuklara yönelik istismarın ve gençlere yönelik de istismarın ve tacizin yükseldiğini görebiliyor muyuz acaba? Hani istatistiksel rakamların ötesine geçip bunların, her bir çocuğun bile ne kadar değerli olduğunu acaba hatırlayabiliyor muyuz?
Hemen burada küçük bir şeyden bahsetmek istiyorum. Millî Eğitim gerçekten sürekli olarak geometrik artışla hata üstüne hata yapmaya başladı ve şu ifade kullanılıyor: "1,5 milyon sınava giren öğrenci var, birkaç kişide hata yapılsa ne olur?" Biz kabul etmiyoruz. Bir ülkenin en değerli varlığı insan unsuru, hele de çocukları ve gençleri.
En son hemen küçücük bir örneği de sizinle paylaşıp başka konuya geçmek istiyorum. Bu son yapılan TEOG sınavında 8 tane öğrencinin sınavı aynı pakete konmadığı için iptal edildi. Bu çocuklar yeniden sınava alınacak ve her seferinde de her Bakan "Sınavı kaldırıyoruz." derken tekrar bu çocukları daha fazla sınav maratonuyla ve uygulamalarıyla karşı karşıya bıraktı. Ama görüyoruz ki hâlâ bu gençliğin, bu çocukların geleceği dikkate alınmıyor. "Ne var canım, bir daha sınava girsin!" Yani empatik bakmak lazım. Her bir sınav çocuktan bir sürü şeyleri alıp götürürken oradaki sistemin hatasını, oradaki uygulayıcıların hatasını ne yapıyoruz, bu çocukların üzerine yıkıyoruz. Devlet problem üretmez, devlet problem çözer ama her zaman problem üretmede sürekli olarak ısrarınızın olduğunu da görebildik.
Eğitim kademelerine göre harcamalara baktığımızda, artıyor ama hâlâ OECD ortalamalarından çok da fazla düşük olduğunu görebiliyoruz. İlkokul, ortaokul, lise ve yükseköğretimdeki öğrenci başına harcamalara baktığımızda, ortalamaları verdiğimde; 4,4 oranında arttığını görürken, dolar olarak verirken, OECD ortalamalarının neredeyse 10,5 olduğunu görebiliyoruz.
Ve yine, şunları vermek istiyoruz: Özellikle ikili öğretim yapan okullara baktığımızda, 2015 verilerine göre ilkokulların yüzde 20'si, ortaokulların yüzde 19'u, ortaöğretim kurumlarının da yüzde 11'i ikili öğretim yapıyor diyoruz. Ama öğrenci oranlarına baktığımızda, neredeyse ilkokuldaki öğrencilerin yüzde 51'i ikili öğretim yapıyor. Bakın, bina olarak baktığımızda, bunun çok daha küçük olduğunu görürken öğrenci oranları olarak baktığımızda da yüzde 51 olduğunu görebiliyoruz. Bir an önce tedbir alınması gerekiyor.
Ve yine, yalnızca okulla, bilgi yüklemeyle bu işlerin anlam kazanmayacağını da söylüyoruz. Yine, kendi istatistiklerine göre Millî Eğitimin, spor salonu, kütüphane gibi çocukların hem fiziki hem zihinsel gelişimlerine katkı sağlayacak olan aktivitelerin de ihtiyaçlara cevap veremeyeceğini, vermediğini de söylüyoruz. Spor salonu bulunan okulların yüzdesi, yüzde 8. Kütüphanesi olan okulların oranı da yüzde 39. Bu çocuk kitap okuma alışkanlığını nerede kazanacak, nasıl kazanacak, tekrar sorgulanması gerekiyor bunların.
Ve yine, özellikle okul öncesi eğitimdeki okullaşma oranlarının da artık gelecek yıldan itibaren zorunlu olarak gelmesi bu rakamların da ne kadar eksik olduğunu bize gösteriyor.
Ben, yine bu eleştirileri sürdürürken 6 Millî Eğitim Bakanından bir tanesi olan bir bakanın köşe yazılarında bahsettiği millî eğitim sistemini eleştirmeye yönelik ifadelerini sizlerle paylaşıyorum ve diyor ki: "PISA ve TIMSS sınavlarında son sıradayız. Eğitim nitelikli insan gücü ve insani gelişmişlik endekslerinde oldukça gerilerdeyiz, acaba bunu nasıl toparlayabiliriz?" Ve tavsiyelerde bulunuyor, "Müfredatı değiştirmek neyi değiştirir? Şu anda, tekrar, Millî Eğitim Bakanlığı, müfredatı değiştirecekmiş, acaba neyi değiştirecek?" diye yüksek sesle soruyor.
Şimdi, OECD ülkelerinin ortalamalarına göre ve herkesten çok daha eksik olarak, bakıyoruz ki OECD ülkelerinden daha eksik ders alıyoruz. Matematik dersi açısından baktığımızda, OECD ülkelerinin ortalamalarından yüz doksan sekiz saat daha az ders görüyoruz ama ders içeriği olarak bakıldığında, Singapur'un da 2 katı olarak veriliyor. Şuna göre bakıyoruz, ders saati olarak diğer OECD ülkelerinden altı yüz seksen saat biz eksik ders görüyoruz. Bunu, özellikle AKP iktidarında Millî Eğitim Bakanlığı yapmış olan bir şahsiyetin yazılarından aldık, bunları da sizlerle paylaşmak istiyoruz. Son cümlesi de: "Öğrenimin niteliğini ve niceliğini öğrencinin değil, müfredatın belirlediği sistem, özgür, yenilikçi ama aynı zamanda hüner ve hikmet sahibi insan yetiştirmez ve çocuğa özgü yöntemlere değil müfredat programını yetiştirmeye odaklı öğretmen, eğitim seviyesini yükseltemez." Evet, öğretmenlerimizi yalnızca müfredatı yetiştirme aracı olarak gören bir sistemin başarıya ulaşması da çok fazla beklenemez diyoruz. Ve buradan da şunun altını çize çize belirtiyoruz ki: Millî Eğitim Bakanlığının, millî eğitim bürokrasisinin ve iktidarın gerçek ötesi fantezilerle uğraşma yerine artık gerçeğe yönelmenin zamanı gelmiştir. On dört yıl millî eğitimi hep gerçek ötesi fantezilerle uğraştırdınız, artık gerçeğe dönün.
Ve son yapılan sınavlara baktığımızda bizim öğrencilerimizin kaçıncı sırada olduğunu artık herkes söyledi ama yine de oradan hareketle baktığımızda artık diyoruz ki beceri sahibi, belirli niteliklere, özelliklere sahip öğrenci yetiştirmemiz lazım, gençlik yetiştirmemiz lazım. Yani diyoruz ki, tekrar ediyoruz, şapkamızı koyup biz nerede hata yapıyoruz diye bütüncül perspektiften olayı irdelememiz lazım. Suçlu aramayı bir kenara bırakalım. Tamam, herkes birbirini suçlar. "Şu suçlu..." İşte, okul yöneticileri öğretmenleri suçlar, veliler sistemi suçlar veya siyasi partiler şunu suçlar ama biz de diyoruz ki özellikle çok zor bir dönemden geçtiğimiz bugünlerde muhalefetin ikazlarına da lütfen ses verin. Yıllardır buradan Adalet ve Kalkınma Partisini uyardık ama hâlâ da dinlenmediğini ve ideolojik ve partizan bir tutumdan olaylara bakıldığını da biz buradan paylaşmak istiyoruz.
PISA sonuçlarına gitmeye hiç gerek yok. Sayın Bakan, özellikle tekrar ediyorum, YGS'deki ortalamalara bakalım. Türkçe dersinde 40 sorudan ortalamamız -2016 ortalaması- 19,3, matematikte 40 sorudan 7,9, sosyal bilimlerde 10,7, fen bilimlerinde de 4,6. Bu sonuçlara bakarak PISA'yı değerlendirmeye kalktığımızda, PISA sonuçlarını değerlendirdiğimizde bu sonuçların böyle olacağı çok önceden belliydi çünkü sürekli olarak sistemdeki parçaları değiştiriyorsunuz, "Olmadı şunu yapalım, olmadı bunu yapalım..." Derdimiz yalnızca müsteşar yardımcılığını artırmak veya işte, okul denetimlerini şuradan alıp buraya vermek, yurt açtırmak. İşte, "Şunlar baksınlar, şunlara yurt açma imkânı verelim." şeklinde kategorize olmuş zihinlerle bu iş gitmeyecektir. Buradan özellikle bunları da paylaşmak istiyoruz.
TEOG kapsamındaki derslere bakıldığında da matematik dersinin not karşılığı 1, fen bilgisi 2, Türkçenin ise 3 olduğu da görülüyor. O zaman, bakıldığında, demek ki daha çok, PISA sonuçlarıyla... Eğer bu zihniyetle gittiğimiz zaman, bu sonuçlara çok fazla üzüleceğiz demektir. Bunları da vermek istiyoruz.
Tabii ki uluslararası kriterler, bunlarla mukayese kendimizin ne kadar gelişme katettiğini görebilme imkânı açısından önemli. İşte, diyoruz ki: Uluslararası öğrenci başarı testleri skoru ile özellikle kalkınan ülkelerin gelişmişlik boyutlarına baktığınızda, yani gayrisafi yurt içi hasıla arasında doğru orantılı bir ilişkinin olduğunu görebiliyoruz. Yani uluslararası endekslerde başarılı olan ülkelerin gayrisafi yurt içi hasılaları da yüksek. O zaman, ekonominin iyi gitmesini istiyorsak eğitime ağırlık vermemiz lazım. Terörün bitmesini istiyorsak gerçekten çözüm üretmemiz lazım ve birçok alanda değerlerin tekrar Türk İslam âleminin ruhuna, geleneğine, değerine uygun olarak yeşermesini istiyorsak eğitime önem vermemiz gerekiyor.
UNESCO'nun Okuryazarlık Atlası'na bakıldığında, Türkiye'de 7 milyonu aşkın kişinin okuma yazma bilmediğini görebiliyoruz ve yine, Küresel İnovasyon Endeksi 2016'ya baktığımızda, Türkiye'nin 42'nci sırada olduğunu söyleyebiliriz. Yüksek teknoloji ihracatına baktığımızda, Türkiye'nin 2,3 milyar dolarla alt sıralarda kaldığını da söyleyebiliriz burada. Endüstriyel tasarım başvuru sıralamasında -2016 verileri bunlar hep- ilk 10'da olmadığını söyleyebiliriz. Marka başvuru sıralamalarında ilk 12'de yok. Yine, dünya üniversiteleri sıralamasına bakıldığında da ilk 300'e bazı zaman 1 üniversite giriyor ama ilk 500'e baktığınızda birkaç üniversitemizi görebiliyoruz. Gerçekten, bizim bütün üniversitelerimizin katma değer üreterek bu ülkenin gelişmişliğine ve kalkınmışlığına katkıda bulunmasını ve dünya sıralamasında önemli yerlerde olmasını da gönül istiyor. Tabii ki burada, işte bunların yapılabilmesinde en önemli unsur "öğretmen yetiştirme" diyoruz ama öğretmen yetiştirmeye baktığımızda da -sürekli olarak, demin ifade ettiğimiz- hâlâ yamalar var ve gereken önemin verilmediğini de görebiliyoruz.
Şimdi, 2015-2019 Strateji Planı'na baktığımızda hâlâ ücretli öğretmenlik sütununun açıldığını görüyoruz. "Öğretmenliğin sözleşmesi olmaz." diye, "Sözleşmeli öğretmen olmaz." diye buradan tekraren söylememize rağmen, bir de daha ücretli öğretmenliğin strateji planına alındığını da görebiliyoruz. Bu, gerçekten onur kırıcı bir şey, gerçekten yüz karası olarak ifade edilebilecek bir şey. Bunun bir an önce ortadan kaldırılması gerekiyor. Bunları da belirtelim.
2015 yılında 417.480 öğretmen adayı KPSS eğitim bilimleri sınavına giriyor. Eğitim fakültesi sayısı 92 ve şu anda eğitim fakültesinde okuyan öğrenci sayısı 217 bin, kontenjan da yıllık 46 bin. Ama görüyoruz ki, eğitim sistemi popülist politikalara sürekli alet ediliyor ve her yıl kontenjanlar artırılarak ve alternatif çözüm önerileri geliştirilmeden yine de "Her yere üniversite açtık." ifadeleriyle, gurur kaynağı gibi bunlar, bu çocuklar dört yıllık oyalama sürecine sokuluyor. Tabii ki üniversitelerimiz olsun ama çözüm üretebilecek üniversiteler olsun. O çocuklar mezun olduğunda, her biri bir alanda katma değer üretebilecek konumda olsunlar. Gönül istiyor ki, bu şekilde, her gittiğimiz yerde Aziz Sancarlarımız olsun, Gazi Yaşargillerimiz olsun ama bunların sayılarının parmakla sayılacak kadar çok az olduğunu da paylaşmak istiyoruz.
Açık Öğretim Lisesi... Yıllardır buradan dedik ki: "Bu çocukları açık öğretim liselerine göndermeyelim. Bizzat sınıflarda o eğitimin tozunu yutsunlar, sınıfların, tebeşirin tozunu yutsunlar, birbirleriyle iletişim içine geçsinler, sosyalleşsinler, öğretmenlerle bir araya gelsinler." Ama görüyoruz ki, işte, yine bir sendikanın hazırladığı rapora baktığımızda, hâlen 1 milyon 536 bin öğrenci Açık Öğretim Lisesine kayıtlıdır. Ama bunların akıbetini bilmiyoruz ve diyoruz ki...Sendikanın da kullandığı başlığı burada vermek istiyorum: "Başarısız öğrenci deposu mu?" diye de böyle bir başlık kullanmış.
Şimdi, son yapılan, biliyorsunuz, Antalya'da da bir toplantı yaptınız, "mesleki eğitimi memleket meselesi" olarak da her yerde vurguluyorsunuz ama gördük ki mesleki eğitim öğrencileri itilmiş öğrenciler. Bakın, zamanında, imam-hatip öğrencileri derece yapan öğrencilerdi ama şu anda görüyoruz ki yani imam-hatip açacağız diye bütün mesleki eğitimleri de bütün her tarafı da telef ettiniz. Yani, öğrencileri alıyorsunuz ama imam-hatiplerdeki kaliteyi düşürdünüz. Biz, tekrar, o imam-hatiplerin ve diğer meslek liselilerin kaliteli hâle getirilmesini istiyoruz. Ortalamanın çok çok altındalar üniversite sınavlarında, bütün mesleki eğitimler ve imam-hatipler.
Artık diyoruz ki: Yeter. Bu ülke bizim. Yüreğimiz yaralı. Bir an önce çözüm üretilmesi lazım. Bu çözümün de şu andan itibaren başlangıç noktası millî eğitimdir. Onun için, buradan tekrar sizlere seslendik.
Teşekkür ediyoruz, saygılar sunuyoruz.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Topcu.