| Konu: | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 6'ncı Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 37 |
| Tarih: | 11.12.2016 |
MHP GRUBU ADINA AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün bütçeleri üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, İstanbul'daki bu menfur terör saldırısında canlarını kaybeden aslanlarımıza, polislerimize, vatandaşlarımıza ve şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum, onların yakınlarına başsağlığı dileklerimi iletiyorum ve yaralılara da acil şifalar diliyorum.
Bu vesileyle bugün idrak edeceğimiz gecemizin de, Mevlit Kandili'mizin de hayırlı olmasını diliyorum.
Değerli milletvekilleri, yıllık bütçeler, iktidarların vizyonunu, bir yıl içinde atacağı adımları, tercih edeceği politikaları ve ekonomik seçenekleri göstermektedir. Bu bakımdan, başarılı bütçeler, geçmiş dönemlerin sonuçlarından teknik olarak ve gerçekçi bir şekilde faydalanarak ileriye yönelik tutarlı tahminler yaparlar. Bu nedenle, bütçeler düzenlenirken öncelikle de bakılması gereken yer mevcut durumdur, bir tespit çalışmasıdır.
Görülmektedir ki tıpkı öncekilerde olduğu gibi, 2017 yılı bütçesi gerek içeriği gerekse de amaçları yönünden hiç de umut verici değildir. 2017 yılı bütçesinin milletimizin refahı adına belirgin bir hedefi ve önceliği bulunmayan, daha çok devlet çarkının mevcut hâlinin döndürülebilmesine yönelik olarak hazırlandığı görülmektedir. Bu kapsamda da bu yılın bütçesinden Çevre ve Şehircilik Bakanlığına yıllık enflasyon oranında bir miktar, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne de hemen hemen yıllık enflasyon artışının biraz altında kalan miktar ödenek olarak ayrılmıştır. Milletin emaneti olan bütçe bu şekliyle maalesef emanet şuurunu kaybetmiştir. Geçtiğimiz yılların bütçelerinde olduğu gibi gene Bakanlığın, bütçesinde hem merkezî yönetim bütçesi hem özel hesap hem de döner sermaye bulundurduğunu ve yine bütçesini bu sene de yeteri kadar artırabilme başarısını maalesef gösteremediğini de görüyoruz. Her yıl bu kürsüden defalarca söylediğimiz üzere, gene 2002'den öncesine takılanlara da bir kez daha belirtmek üzere, öngörülen rakamlar 2017'de ülkemizin çevre ve şehircilik alanında ihtiyacı olan hizmetleri de sunamayacağa benziyor.
Değerli milletvekilleri, bu söylediklerimizi, eleştirilerimizi haklı çıkaran belgeler arasında da yine şu gösterdiğim Bakanlar Kurulunun 2017 Yılı Programı'nı da görebiliriz. Bu programda sayın bakanların da imzası var ve bu programlar, aslında Hükûmetin bir yıllık amaç, hedef ve politikalarını belirlemede de öncelik gösteriyor. Bu programa baktığımız zaman şu tespitler yapılıyor çevre ve şehircilik alanında: Yeni bir şehircilik ve imar kanununa ihtiyacın hâlâ sürdüğü, küresel iklim değişikliğine uyum sağlayabilmek adına ülkemizin kapasitesinin yetersiz kaldığı, ülkemizin sahip olduğu biyolojik çeşitlilik ve genetik kaynakların korunması için mevzuat ve planlamalara ihtiyaç olduğu, mekânsal planlamaların istenilen yaşam düzeyi kalitesine ulaşmadığı, planlı alanlarda imar uygulamalarının yetersiz kalması nedeniyle şehirlerin yaşam kalitesinin bozulduğu, kentsel dönüşümlerin aynı anda yürütülmesinin mali, idari, teknik sorunlara neden olduğu gibi birçok olumsuz tespit, bu biraz önce sizlere arz ettiğim dokümanın içerisinde var. Hedefler de her zaman olduğu gibi ileriki zamanlara ve ileriki döneme bırakılmış.
Yine -her yıl olduğu gibi burada da belirtiyoruz, Milliyetçi Hareket Partisi sözcülerinin de vurguladığı gibi- Sayıştay raporlarındaki eksiklikler ve yanlışlar da görmezden geliniyor ve bu konudaki hatalar da ısrarla sürdürülmeye devam ediliyor.
Değerli milletvekilleri -Sayın Bakanın gene bütçe sunumunda, o da şu doküman- çevreyi gelecek nesillere karşı sorumluluk bilinciyle ele almakta ve bir emanet olarak gördüklerini belirtiyor Sayın Bakan. Kültürümüzde ve inanç değerlerimizde "emanet" kavramı çok önemli, bunu biliyoruz. Çevreyi sadece rantın kaynağı olarak gören yaklaşımlar, maalesef bu sunuşun başlangıcındaki görüşlerle bir çelişki gösteriyor.
Değerli milletvekilleri, Bakanlığın zaten yoğun olan kentsel alanlarda aşırı yoğunluğa sebep olan bir planlama anlayışını da benimsediğini görüyoruz. Bu tercihin de kentlerin sosyokültürel yapılarını çok hızlı bir şekilde bozduğu ve âdeta çevre düşmanı kentlerin ortaya konulduğunu da bize gösteriyor. Bu hatalı tercihlerin sonucunda, ülkemizdeki çevre düzeni planlarının yüzde 97'sinin tamamlandığı, 2017 yılı sonuna kadar da plansız alanın kalmayacağı görüşü maalesef anlamsız kalıyor. Diğer taraftan, köylerin imar planları hâlen tamamlanmamış durumda. Bu, Plan ve Bütçe Komisyonunda da eleştirilmişti. Köylerde yaşayan vatandaşlarımız 6 bin ila 7 bin lira bir inşaat ruhsatı masrafı yapıyor, aynı anda geçici müteahhitlik karnesine bin Türk lirası ödenek bırakmak zorunda kalıyor ve bu şekilde baktığımız zaman, arazi toplulaştırma görevini üstüne alamayan Sayın Bakanlık da bu yönde bir irade ortaya koymamış oluyor.
Değerli milletvekilleri, 2014'ten bu yana her bir mekânsal planın veya plan değişikliğinin Bakanlıkça verilen bir işlem numarası olduğunu biliyoruz. Bu kapsamda baktığımız zaman, 70 binden fazla imar planı veya değişikliğinin elektronik kayıt ortamına alındığını bizzat Sayın Bakanın sunuşunda öğrenmiş oluyoruz. Şimdi, buradan yola çıkarsak, baktığımız zaman, imar planlarında ne kadar çok tadilat yapıldığının aslında bir tür ikrarı da bu belgenin içerisinde olmuş oluyor bu rakam ortaya konularak. Zaten -planlamayla ilgili asıl mesele- Bakanlık tarafından yapılan rant odaklı imar planı değişiklikleri var. Bakanlık bu tip uygulamalarıyla yanlış arazi kullanımının ve aşırı yoğunlaşmanın en önemli müsebbiplerinden de biri hâline gelmiş durumdadır. Üstüne üstlük, İmar Kanunu üzerinde yapılacak düzenlemeler sonucu oluşacak olan değer artışının kamunun pay almasının özellikle hedeflendiği de gene belirtilmektedir. O zaman şu anlam çıkmaktadır: "Plan sadece değer artışı için yapılır." gibi zımnen iktidar tarafından da kabul edilen bir anlayış bu uygulamalarla daha çok beslenecek hâle gelmiş olacaktır.
Öte yandan, Bakanlık, âdeta belediyelere de bir alternatif olarak belediyeden alınamayan imar planının gidip Bakanlıktan kırk beş gün içerisinde alınması gibi bir uygulamaya da artık son vermek zorundadır.
Değerli milletvekilleri, mevcut uygulanan kentsel dönüşümün mantığına baktığımız zaman, hem vatandaş kazanacak hem müteahhit kazanacak hem de kamu yönetimi üzerine düşecek gibi bir kolaycılık noktasında anlayışla karşı karşıyayız. Ancak, bu durum kentlerin belli alanlarında aşırı bir yoğunluğa sebep olmakta, içinden çıkılmaz kentsel problemlerin de yaratılmasına neden olmaktadır. Burada acil yapılması gereken şudur: Uygulanan ve herkesin kazandığını zannettiği bu yaklaşımın acilen terk edilmesi gerekmektedir. Popülizme kaçmadan, kentsel dönüşüme tabi tutulacak gayrimenkulü bulunan vatandaşın ve kamunun da maddi olarak katkılarını içeren, özellikle, gerçekten risk altındaki alanlardan başlamayı öngören bir kentsel dönüşüm programının benimsenmesi gerekmektedir.
Devlet tarafından toplanan çevresel vergilerin ancak dörtte 1'lik kısmı çevre hizmetlerine ayrılmaktadır. Ki burada da bir garabetle karşı karşıyayız, 2014 yılında toplam çevresel harcamalar 20,7 milyar lira, çevresel vergilerin toplamı ise 73,7 milyar lira; büyük bir fark var. Bu yüzden, bu eleştiriler artık burada doğrudan cevaplanmak zorunda.
Değerli milletvekilleri, yine, bazı arkadaşlarımın, bu kürsüden, çok sevdiği bir polemiği dile getirmek istiyorum: "AKP öncesi, AKP sonrası." İşte, şimdi size bir tane örnek vereceğim. AKP öncesinde, kısa adına "ÇED" dediğimiz çevresel etki değerlendirme raporu, bir projenin inşası ve işletilmesi süresince doğaya yapacağı olumsuz etkinin önceden belirlenmesi ve önlenmesi için alınacak tedbirlerin uygulanmasıydı ÇED raporunun kendisi fakat gelinen noktada, günümüzde baktığımız zaman, artık ÇED, sadece internetüzerinden tamamlanan ve bir yasak savma aracı hâline gelmiş. Niye bunu böyle söylüyoruz? Türkiye'de ÇED Yönetmeliği 1993 yılında yürürlüğe giriyor, o günden bugüne kadar 18 kez değişmiş ama 10 kez değişiklik AKP hükûmetleri döneminde ve enteresan olanı, son değişiklik geçen şubat ayında yapılmış. En tehlikeli değişiklik de 2011 yılında yapılan değişiklik. Bakın, o değişiklikte şöyle söylüyor: 2015'e kadar yatırımına başlanacak ve proje aşamasında olan projelerde ÇED şartı aranmasına izin veren değişiklik.
Değerli milletvekilleri, 2003-2015 yılları -bu yıl tam bitmediği için elimizde rakamlar yok- arasında 44.869 projeye "ÇED gerekli değildir." kararı verilmiş durumda. Bu da işin facia boyutunda olduğunu gösteriyor.
Sayın Bakanın korunan alanlara ilişkin açıklamaları esasında konuya ilişkin bütün tarafları da cidden endişelendirmektedir. Zira, bu alanda daha şeffaf bir yaklaşımın sergilenmesi ve yeniden oluşan kurallara yapılan başvurular sonucu hangi alanlarda sit derecelerinin değiştirilip yatırım yapılabilir hâle getirildiğinin de bilinmesi gerekir.
Biz, tabii, burada her zaman olduğu gibi herhâlde gene tutanağa konuşmuş olacağız değil mi Naci Bey? Öyle anlaşılıyor, sayın bakanlar çevrelenmiş durumda.
Özel Çevre Koruma Kurumunun kapatılarak Bakanlık bünyesindeki Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü bünyesine alınmasından sonra özel çevre koruma alanlarının gerçekten korunup korunmadığı da tam bir muammadır şu anda. Bu alanlarda yoğun yapılaşma baskısının yanı sıra söz konusu alanlardaki denetim eksiklikleri göz önüne alındığında konunun hassasiyeti daha çok anlaşılacaktır.
Şimdi, bir başka bakanlığa bağlı kuruma gelmek istiyorum. İller Bankasında gerçekleştirilen yapısal değişikliklerle banka âdeta bir arsa spekülatörü hâline gelmiş. On dört yıldır kendisiyle çalışan firmalara bankamız birtakım kazanç kapılarını açan sihirli bir anahtar hâline dönüştürülmüş durumda. Burada can alıcı soru şu: Neden İLBANK Anadolu'da maddi imkânsızlık içindeki belediyelere yardım yerine, işte İstanbul gibi, Ankara gibi büyük şehirlerimizdeki arsa peşinde koşuyor? Bunlar kamu yönetimi adına maalesef değer yitirici uygulamalardır.
Türkiye çevre ve çevre korumayla ilgili 30 kadar protokole ve 40 civarında da uluslararası sözleşmeye taraf olmuştur. Ki, bunlar ülkemizdeki çevre şartlarının ne kadar ciddi boyutta korunma altına alındığını gösterir ancak ilginç olan şudur: Bu kadar uluslararası sözleşmelere bağlı olan ülkede çevreyle ilgili hâlen çözüm bekleyen çok ciddi de sorunlar vardır. Mesela, etkin denetim mekanizmasının olmayışını en başa alabiliriz diye düşünüyorum. Hava, su, toprak ve kıyı kirliliğinin devam etmesi gene bunlardan başlıcaları. Türkiye'nin bütününü kapsayan üst ölçekli planların hâlen yapılmamış olması, imar işlerinde -burası enteresan- belediyelerle birlikte TOKİ, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Özelleştirme İdaresi ve daha birçok kurumun yetkili olması; burada da bir garabet yatmaktadır. Yerleşim yeri seçimlerinde jeolojik etütlere, çevresel faktörlere ve afete duyarlı yer seçiminde ciddi eksiklikler hâlâ devam etmektedir. Kentsel dönüşüm projelerinin afet öncelikli olması gerekirken rant odaklı hâle getirilmiştir ve Türkiye'de kadastro çalışmaları maalesef hâlen bitirilememiştir. Buna benzer bir yığın sorun alt alta sıralanmaktadır.
Sayın milletvekilleri, geçtiğimiz ay Fas'ın Marakeş kentinde Birleşmiş Milletler Dünya İklim Konferansı yapıldı, ülkemizden de ciddi boyutta heyetlerle katılım gösterildi. Ancak oradaki bazı raporlara göre Türkiye'nin küresel ısınmayla mücadelede yükümlülüklerini ihmal ettiği ve iklim politikasında da en kötü ülkeler arasında yer aldığı tespiti de yapılıyor. Yine, bu raporlara göre, baktığımız zaman 58 ülke arasında iklim politikası olmayan tek ülke konumundayız, bununla da herhâlde gurur duyacak değiliz. Konferans sırasında yayımlanan İklim Değişikliği Performans Endeksi 2017'ye baktığımız zaman karbon emisyonlarının yüzde 90'ından sorumlu 58 ülke arasında Türkiye 51'inci sırayı alabilmiş durumda. Yine, 2015 Avrupa Konseyi Raporu, hâlâ çevreyle ilgili olan kısmı güncelliğini koruyor. Raporda özellikle atık yönetimi ve endüstriyel kirlenmeye karşı uygulamaların yetersiz olduğu belirtiliyor, biraz önce söylediğim ÇED'le ilgili uygulamalar çok ciddi eleştiriliyor, mevzuatla ilgili çalışmaların yapılmasına ihtiyaç olduğu ve daha da ilginci çevreye ilişkin mahkeme kararlarının yeterince uygulanmadığı tespiti yapılıyor.
Sayın milletvekilleri, TÜİK'in verileri de bize bunları doğrular nitelikte bulgular veriyor. Mesela sera gazı emisyonlarında karbondioksit eş değeri olarak 2014 yılı toplam sera gazı emisyonumuz 1990'a göre yüzde 125 artış göstermiş. Ha, diyebilirsiniz ki "Bu neye yarıyor?" İşte bu, daha önce anlaşmalarını imzaladığımız birçok yükümlülüğün altına bizim ağır bir şekilde sorumluluk içerisine konulmamıza vesile oluyor.
Çevre Mühendisleri Odası, hava kirliliği raporları, İstanbul, Ankara, İzmir'le ilgili birçok bulguları yayınladı. Burada belki dikkati çekilmesi gereken özel bir kısım var, bizim sınır değerlerimiz Avrupa Birliğinin ve Dünya Sağlık Örgütünün belirlediği sınır değerlerin maalesef üstünde, onlarla uyumlu bir şekilde gözükmüyor.
Değerli milletvekilleri, ben, Çevre bütçesi görüşülürken yine bu mevcut sorunları dile getiriyorken İzmir iline de değinmek istiyorum çünkü seçim bölgemiz olduğu için, orada da çevreyle ilgili çok ciddi ihlaller ve sorunlar var. RES yatırımları Ege Bölgesi'nin yüzde 39'luk bir kısmını teşkil ediyor Türkiye çapında ve o bölge içerisinde de İzmir yüzde 19'luk bir yatırım fazlalığı alan ilimiz. Böyle bakıldığı zaman, maalesef bu alandaki mevzuat yetersizlikleri ve keyfiyet ile denetimsizlik sonucunda İzmir'de de köylerimiz ve doğamız yok olmakta ve göç yolları değiştirilerek zeytinlikler sökülmekte, kısacası doğayla birlikte köylümüzün doğal yaşamı da maalesef yok edilmektedir. Yine İzmir'de 2,8 kilometre uzaklıkta kıyılarda kurulması gereken balık çiftliklerinin artık 500 metre kıyıya kadar yaklaştığını, sokulduğunu da görüyoruz. Bu da çok ciddi bir kirliliğe yol açmaktadır ama herhâlde şu söyleyeceğim daha ciddi bir şey: İzmir ilinin merkezinde 178 tane kömür satış firması 444 merkezî kömür sistemiyle çalışan konuta hizmet veriyor ve bunların yol açtığı hava kirliliği maalesef on dört yıldır çözüm bekliyor. Yine İzmir'de çöp sorunu, su ve tarım havzalarının kirliliği de bu manada devam etmekte sayın milletvekilleri.
Sayın milletvekilleri, şimdi Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüyle ilgili birkaç bahse değinmek istiyorum. Ama ilginç olan şu: Şimdi, biraz önce de söylendi, yüz altmış dokuz yıldır hizmet veren, 18 bin personeli olan bu saygıdeğer Genel Müdürlük hâlen vekâletle yönetiliyor ve bu Genel Müdürlük içerisinde gerek hukuk müşavirliği gerekse iç denetçilik gibi görevler normun altında kadrolarla tutuluyor ve kamunun üst yönetimi maalesef siyasetin de altında eziliyor.
Şimdi, ilginç olan bir başka konu, ultralüks Bakanlık binaları yapıyorsunuz. Eskişehir yoluna çıktığımız zaman sağlı sollu bu binaları görüyoruz; muhteşem yapılar ancak her nedense tüm Türkiye çapında tapu müdürlüklerinin çoğunluğuna kira ödeniyor, ki en önemli kurumlardan birisi. 2015 işlem hacmine baktığımız zaman...
TAHSİN TARHAN (Kocaeli) - Adliyelerde de yapıyorlar.
AHMET KENAN TANRIKULU (Devamla) - Doğru, adliyelerin de aynı şekilde olduğunu belirtiyorlar.
2015 yılında tapulardaki işlem hacmi yüzde 5,7 artmış. "Bu nedir?" denebilir. Yüzde 5,7'nin manası şu: 7 milyon işlemin üstünde çalışılıyor değerli milletvekilleri.
Şimdi, on dört yılda Çevre ve Şehircilik Bakanlığına 8 tane bakan gelmiş geçmiş -saygıdeğer bir başka bakan da şu anda oturuyor- ancak sorunlar çözülememiş. Bu sorunların üstesinden gelebilecek bütçeler dahi Genel Kurulumuza maalesef indirilememiş. Onun için, biz şunu söylüyoruz: Görev yaptığınız süre boyunca modern, kalıcı bir uygulama, bir değer, bir saygı bırakabilmek büyük bir onur olabilecekken sorunlara sadece göz yumarak, gelip geçici birtakım usullerle çözmeye çalışmak ve onları ranta bel bağlayarak götürmek uygun bir tercih olmasa gerek diyoruz kamu yönetimi adına ve bu düşüncelerle Genel Kurulumuzu tekrar saygıyla selamlıyoruz.
BAŞKAN - Çok teşekkür ediyorum Sayın Tanrıkulu.