GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 7'nci Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:38
Tarih:12.12.2016

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Adana) - Saygıdeğer Başkanım, değerli milletvekilleri; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle şehitlerimize rahmet diliyorum, Allah hepsine rahmet eylesin, mekânları cennet olsun. Ebedi hatıralarını ebediyen kalbimizde taşıyacağız, hatıralarına her zaman sahip çıkacağız.

Bu arada biz birleşimdeyken Türk Silahlı Kuvvetlerine ait bir uçak Diyarbakır'da düştü. Pilotun sağ olduğu söyleniyor, inşallah herhangi bir şeyi yoktur fakat uçağın düştüğü söyleniyor. Bu vesileyle de Türk Silahlı Kuvvetlerine ve milletimize geçmiş olsun diyoruz.

Saygıdeğer milletvekilleri, Avrupa Birliği meselelerini tartışırken sadece Avrupa Birliğiyle katılım müzakereleri ve fasıllar gibi meselelerin çok ötesine geçen bir ajandayı tartışıyoruz. Terör, demokrasi, özgürlük-güvenlik dengesi, güvenlik ve demokrasinin nasıl bir arada yaşatılacağı gibi çok geniş bir gündem içerisindeyiz. Bir an için Türkiye haritasını gözümüzün önüne getirelim. Türkiye haritasının tam ortasından bir çizgi çektiğimizde çizginin güneyinde kalan kesimde, Suriye ve Irak bölgesi başta olmak üzere ağır bir güvenlik kriziyle dünya karşı karşıya, ağır bir demokrasi kriziyle dünya karşı karşıya. Benzer şekilde, çizginin yukarısına baktığımızda bir değerler krizi, bir ekonomik kriz, Avrupa Birliği topraklarında bütün bir Batı sistemini sarsacak bir biçimde kendisini gösteriyor.

2017 yılı herkes açısından kritik bir yıldır. Avrupa'daki 5 tane ülkede ciddi bir şekilde aşırı sağın anketlerde yükseldiği seçimler yapılacak. Dolayısıyla, Avrupa'daki bu 5 ülkede ortaya çıkacak seçimlerdeki tablo Avrupa'nın ve Batı sisteminin geleceğini etkilemek bakımından fevkalade önemli sonuçlar doğuracak. Nitekim, Amerika Birleşik Devletleri'nin seçilmiş başkanı Trump'ın korumacılığa meyilli bir politika izleyeceğini ifade etmesi, NATO konusunda Avrupa'yı daha fazla yükümlülüğe, Amerika Birleşik Devletleri'ni daha az yükümlülüğe davet eden bir politik tutum serdetmesi, önümüzdeki dönemin yine güvenlik açısından da yeni tartışmalara gebe olduğunu gösteriyor.

Nitekim, Brexit sonrası Avrupa'nın nasıl bir Avrupa olacağı da ciddiyetle tartışmamız gereken, takip etmemiz gereken bir gündem. Çünkü, Avrupa düzeni fikri esasında İngilizlerin zihninde çok geniş yer eden bir fikirdir. Napolyon'un Avrupa'yı altüst etmesinden sonra Avrupa'da bir daha sınırların radikal bir biçimde değişmemesiyle ilgili ciddi bir fikriyat ortaya koymuşlardır. Hatta genç Henry Kissinger doktora tezini bunun üzerine yapıp, bunun üzerinden Birleşmiş Milletler düzenine dönük birtakım fikirler geliştirmiştir. Ama şimdi Avrupa düzeninden İngiltere'nin ayrılması demek ve üstelik ne İngiltere nasıl ayrılacağını biliyor, bununla ilgili bir yöntem var ne de Avrupa Birliğinde bu ayrılmanın nasıl olacağına dair bir yol haritası ortaya çıkmış durumda. Tüm bu belirsizlik ortamı, önümüzdeki dönemde istikrarın, güvenliğin ve demokrasinin ciddi bir türbülansın içerisine gireceğini gösteriyor. Dolayısıyla, Avrupa Birliğiyle ilgili konuştuğumuzda bütün bu ajandayı da göz önünde tutmamız gerekiyor.

Bizim hükûmetlerimiz döneminde Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri her zaman stratejik önemde bir mesele olarak ele alındı. Avrupa Birliğine tam üyelik perspektifi sistematik bir çerçeveye oturtuldu ve tam üyelik müzakereleri yapıldı. Fakat bugün karşı karşıya olduğumuz soru şudur, zaman zaman arkadaşlarımız da eleştiriyorlar "Geçmişte Avrupa'yla ilgili şöyle söylemiştiniz, bugün böyle söylüyorsunuz." diye. Aslında karşımızda sabit bir Avrupa yok, değişen bir Avrupa var ve hangi Avrupa Birliği olduğundan bahsetmek durumundayız. Örneğin, bu seçim yapılacak ülkelerdeki anketleri ben takip ettiğimde ortada çok kaygı verici bir durum görüyorum. Aşırı sağ, İslamofobik kesimler net bir biçimde iktidar olmaya son derece yakın gözüküyorlar. Nitekim, en son Avusturya'daki seçimlerde gördük, aşırı sağ bir aday, İslamofobik, antisemitik, ırkçı, yabancı düşmanı, göçmen düşmanı bir aday kıl payı seçimi kaybetti.

Burada şöyle bir tabloyla karşı karşıyayız, bu aşırı sağcılar önlerine şöyle bir siyaset üretmiş durumdalar: Türkiye'ye dönük olarak bir siyasi matruşka oluşturmuşlar matruşka bebeği gibi. Bunun en üstüne Avrupa basınında da görüldüğü gibi bir Erdoğanfobya yerleştiriliyor. Gece gündüz Türkiye'nin Cumhurbaşkanına karşı düşmanlık üreten, kamuoylarını bu çerçevede zehirleyen bir propaganda devam ediyor. Matruşkanın üstündeki o büyük bebeği kaldırdığınızda altından Türkiyefobya çıkıyor, onu kaldırdığınızda altından İslamofobya çıkıyor, onu kaldırdığınızda aslında antisemitizm var ama köke indiğinizde, en derine baktığınızdaysa aslında Avrupa değerlerine düşmanlık eden, eurofobik diyebileceğimiz bir siyasetin giderek yükseldiğini görüyoruz. Burada tehlikeli olan şu: Ana akım siyasetçiler de maalesef bu aşırı sağa karşı, ırkçılara, faşistlere karşı yeterince tedbir alamadıkları için, onları idare etmeye çalıştıkları için sonuçta birçok yerde seçimi kaybediyorlar ve bazı yerlerde de seçimi kazansalar bile geriye aşırı sağın aşırı yükseldiği bir siyasi miras bırakmış oluyorlar.

Nitekim, aşırı sağcıları idare etme yönündeki seçim stratejisinin bir neticesi olarak Cameron'un siyasi hayatı bitmiştir, Almanya'daki yerel seçimlerde ana akım siyasiler zayıflamıştır, İtalya ve diğer yerlerde bu faşist partiler ciddi bir yükselişe geçmiştir, en son Avusturya'da ırkçı adayın kıl payı seçimi kaybetmesi ciddi bir tablo olarak önümüzde durmaktadır. O sebeple, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerindeki krizi değerlendirirken haksızlık etmemek lazım. Bunu sadece bir Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri krizi olarak değerlendirirsek tabloyu eksik görürüz. Bu, Avrupa Birliğinin içine girdiği değerler krizinin Türkiye'ye yansımasıdır, bunu net bir biçimde görmemiz lazım.

Bakın, ekonomik krizden sonra, 2008'deki avro krizinden sonra Avrupa'daki değerlerin tartışıldığı ciddi bir düzleme girildi. Arkasından, mülteci krizi karşısında Avrupa, maalesef, insanlığa karşı vazifesini yerine getiren bir siyasi perspektif ortaya koyamadı.

Avrupa Birliğindeki bütün siyasetçilere söylüyorum, en büyük gurur kaynağı Türkiye'nin şudur: Evet, 3 milyon mazlum insanı misafir ediyoruz; evet, sivil toplumla birlikte 25 milyar dolar para harcadık ama bunları övünç meselesi olarak görmüyoruz. Övünç meselesi olarak gördüğümüz şey şudur: Türkiye'de hiçbir siyasi parti ya da siyasi tartışmaların hiçbirinin merkezinde mültecileri iç siyaset malzemesi olarak kullanma, onlara karşı ırkçılık üretme, onlara karşı faşist yaklaşım üretme gibi, birtakım marjinal yaklaşımlar haricinde, hiçbir ana akım yaklaşım olmamıştır. Bu bakımdan, bir Avrupa devleti ve bir Avrupa demokrasisi olarak Türkiye'nin mültecilere karşı ırkçılık üretmeme, faşist söylemler üretmeme konusunda yegâne ülke olduğunu sürekli olarak temaslarımızda belirtiyoruz ve bu, gurur duyduğumuz bir meseledir.

Tabii, bu kriz önümüzdeki dönemde de sürecek. Dolayısıyla, Brexit, 5 seçim, Amerika Birleşik Devletleri Başkanının yeni görevine başlaması ve birtakım serbest ticaret anlaşmaları Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde yeni dinamiklerin ortaya çıkmasına sebep olacak.

Tabii, ilerleme raporlarından bahsediyoruz. Bu ilerleme raporlarıyla ilgili söylediğimiz şey şudur: Türkiye'deki gerçekleri net yansıtmayan raporlardır bunlar ve bu raporlarda genelde seçmeci bir yaklaşım ileri sürülüyor. Özellikle de -açık bir şekilde belirttim- dünyanın her tarafında artık demokrasinin birinci şartı terörle mücadeledir. Terörle mücadele, demokrasinin gelişmiş olup olmamasından bağımsız olarak yerine getirilmesi gereken bir kavramdır. Bundan on sene evvel, yirmi sene evvel şu tartışılabiliyordu: "Eğer demokrasi gelişirse terör minimize olur." deniyordu fakat bugün görüyorsunuz ki dünyanın en gelişmiş demokrasileri terör tehdidiyle karşı karşıyadır. Dolayısıyla, terör örgütlerinin, terörün yapısında geçmişteki yapıya göre ciddi bir genetik değişikliği vardır ve terörle mücadele demokrasiyi korumanın bir ön şartı hâline gelmiştir. Bu sebeple, Türkiye'nin kararlılıkla mücadele ettiği ve etmeye devam edeceği PKK terör örgütünden bahsederken, Avrupa Birliğindeki herhangi bir raporun orantılılıktan bahsetmesini kesinlikle kabul etmiyoruz, bunları yok hükmünde sayıyoruz. Niçin? Açık ve net bir biçimde de söylüyoruz; DAEŞ terör örgütüyle mücadele ederken orantılılıktan bahsetmiyorsunuz, kendi canınızı yakan terör örgütlerinden bahsederken orantılılıktan bahsetmiyorsunuz, PKK terör örgütünden bahsederken orantılılıktan bahsediyorsunuz.

Nitekim, net bir şekilde söylediğimiz şey de şudur: Sakın ola ki Türkiye'deki terör eylemlerinden bahsederken, cümlelerinizi kurarken "Şiddete karşıyız." gibi genelgeçer cümleler kurmayın. "Şiddete karşıyız." gibisinden meşru devlet otoritesi ile terör örgütünü eşitleyen cümleler kurulması, aslında terör örgütlerine örtülü destek verilmesi anlamına gelir. Bu sebeple de "barış" ve benzeri kelimeleri kirletmeyin çünkü "barış" dediğiniz şey, iki meşru güç arasındaki çatışma neticesinde olur. Bugün, Türkiye Cumhuriyeti devleti, demokrasisine karşı, hukuk devletine karşı ve toplumsal istikrarına karşı bir terör tehdidiyle karşı karşıyadır, verilen mücadele de buna karşıdır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Dolayısıyla, bu bağlamda, hiçbir şekilde "iç savaş" kelimesinin kullanılması da doğru değildir. "İç savaş" kelimesi ya da ortada "Güneydoğuda savaş koşulları var." gibisinden bazı raporlara giren ifadeler şunun için kullanılıyor: Meşru ve egemen bir devletle, yöneticilerinin seçim yoluyla geldiği bir devlet ile bir terör örgütünü eşitleme çabasıdır. Bunun farkındayız, bu ifadelerin hepsinin ne manaya geldiğini biliyoruz. Bu ifadeleri DAEŞ terör örgütü için kullanmanız nasıl mümkün değilse, PKK, DHKP-C ya da Fetullahçı terör örgütü için de kullanmanız mümkün değildir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Şimdi, değerli arkadaşlarım, burada tabii tartışılıyor, olağanüstü hâlin ilanından ve diğer konulardan bahsediliyor. Temel konu şudur: Olağanüstü hâl, demokratik sistem içerisinde meşru bir mekanizmadır. Bir devlet, ağır bir terör tehdidiyle ya da ağır bir varoluş kriziyle karşı karşıya kaldığı zaman buna başvurabilir. Bizim Anayasa'mızın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 15'inci maddesi bunu düzenlemektedir.

Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihadı, olağanüstü hâl ilan edilip edilmemesini dış şartlara bağlamıyor, en iyi o ülkelerin değerlendireceğini, o ülkelerin yetkili makamlarının değerlendireceğini söylüyor. Ve dikkatinizi çekerim, Fransa'da tek bir terör saldırısı oldu, olağanüstü hâl ilan edildi; biz benzer onlarca saldırı karşısında bile olağanüstü hâl ilan etmedik ama ne zaman ki devlete karşı bir işgal girişimiyle, Türkiye'nin millî egemenliğini ele geçirerek bir yabancı güce peşkeş çekme şeklinde bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kaldık, o zaman olağanüstü hâl ilan ettik. Dolayısıyla, bizim olağanüstü hâl ilan etme içeriğimiz Fransa'nın olağanüstü hâl ilan etme içeriğinden 10 kat daha fazladır.

EMRULLAH İŞLER (Ankara) - 100 kat.

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Nitekim, Venedik Komisyonu Raporu da Türkiye'nin olağanüstü hâl ilan etmek için yeterli ve meşru sebepleri olduğunun altını çizmektedir. Bu hâlde, temel haklara ve burada hangi derogasyonları uygulayacağımıza, hangi istisnaları uygulayacağımıza da kesin bir karar verdik.

Bakın, şöyle bir tablo düşünelim: Irak ve Suriye sınırımızın ötesinde askerî otorite yok, sürekli terör tehdidiyle karşı karşıyayız, Fetullahçı terör örgütü Türkiye'ye karşı bir darbe girişimi yapmış, 3 milyon kişiyi ülkemizde misafir ediyoruz, böylesi şartlar altında dahi bütün dünyaya şunu söylüyoruz: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne bağlıyız. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 15'inci maddesine göre derogasyon hakkımızı kullanıyoruz ve olağanüstü hâl ilan ediyoruz. Dolayısıyla, yaptığımız iş mucizevi bir iştir.

Fransa'da, Türkiye'deki gibi tek bir terör saldırısı olduğunda bu ilan edilmiştir. Dolayısıyla, karşı karşıya kaldığımız durumda herhangi bir hukuki sıkıntı yoktur.

Ha, şu söyleniyor, o konuda da bir yanlış bilgi var: "Efendim, Fransa'da olağanüstü hâl ilan etmede kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi yokmuş." Fransa'ya olağanüstü hâl yetkisi tanıyan kanun, bizim tek tek kanun hükmünde kararnamelerle çıkardığımız bütün tedbirleri alma hakkını Fransa Hükûmetine toptan vermektedir.

BURHAN KUZU (İstanbul) - Aynen öyle.

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Dolayısıyla, biz aslında, Fransa'nın toptan aldığı hakkı yani terör örgütüne karşı mücadele konusunda toptan aldığı hakkı, gerektiği zaman kullanmak üzere ve perakende bir şekilde kanun hükmünde kararname çıkararak uyguluyoruz. Hukuk felsefesi açısından bizim tutumumuz daha doğrudur. Hiç kimse bizim önümüze "Fransa'da olağanüstü hâlde kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi yok." demesin çünkü onlara bu hak, bu tedbirleri alma hakkı topluca verilmiştir, bunun delilleri de açıktır.

Şimdi, Avrupa'yla olan ilişkimizde dışarıdan konuşmuyoruz. Avrupa'yla olan ilişkimizde bir Avrupa devleti olarak konuşuyoruz. Bizim devletimiz, Orta Doğu boyutuna kavuşmadan evvel Avrupa boyutuna sahip bir devletti. Kayseri'yi elde etmemiz Edirne'yi elde etmemizden elli sene sonradır. Tarih boyunca bir Avrupa devleti olduk. Avrupa'da misafir değiliz, Avrupa'da ev sahibiyiz ve yüz yıldır da bir Avrupa demokrasisiyiz.

Karşı karşıya olduğumuz darbe girişimi, Jagland'ın ve Carl Bildt'in söylediği gibi, Avrupa topraklarında ve bir Avrupa demokrasisine karşı olmuştur ama bunun karşısında, taraflara itidal tavsiye eden açıklamalar gelmiştir. Taraflara itidal tavsiye eden açıklamalar gelmiştir. Taraflara itidal tavsiye eden açıklamayı biz bir yerden hatırlıyoruz, o da şu: Mısır'da Sisi darbe gerçekleştirdiği zaman "Taraflara itidal tavsiye ediyoruz." dediler yani seçilmiş Cumhurbaşkanı ile faşist bir generali eşit tuttular. Dolayısıyla, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye'yle ilgili açıklamada da "Taraflara itidal tavsiye ediyoruz." ifadesini kabul etmediğimizi, bu ifadenin gayrimeşru bir ifade olduğunu açık ve net bir biçimde ifade ettik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Şu anda Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu şey demokrasi ve dayanışmadır. Demokrasisini tanklara karşı, savaş uçaklarına karşı kullanan bir millete karşı bu dayanışma duygusunun yerine getirilmesi gerekir.

Bu mesajların bu süre içerisinde doğru alındığını değerlendiriyoruz ve mesela bugün dün yaşadığımız terör saldırısından sonra daha doğru mesajların verildiği, doğrudan terörün kınandığı, terörün lanetlendiği açıklamaların yapıldığını görüyoruz. Bu memnuniyet verici bir ilerlemedir.

Bizim açımızdan -burada yine ifade edildi, her seferinde eksik ve seçmece ifade ediliyor- evet, İnsan Hakları Komiseri Muiznieks'in birtakım açıklamaları var, eleştirilerini biliyoruz. Bu eleştirilerle ilgili de herkesle açık ve net bir görüşmeye hazır olduğumuzu söylüyoruz. Hatta, özellikle Türkiye temel haklar konusunda, basın hürriyeti konusunda, ifade hürriyeti konusunda eleştirildiği zaman aynen şunu söylüyorum: "Gelin bunları gerçekçi bir biçimde ve öz güvenle tartışalım. Basın hürriyeti, ifade hürriyeti, temel haklar, yargı bağımsızlığı, güvenlik-adalet dengesi, güvenlik-demokrasi dengesi, güvenlik-özgürlük dengesi, tüm bunları içeren fasıllar 23'üncü, 24'üncü fasıllardır. Ben Türkiye'nin Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakerecisi olarak söylüyorum: Buyurun, 23'üncü, 24'üncü fasılları açalım. Bu fasıllardaki gerekleri ne kadar hızlı bir şekilde yerine getirdiğimizi göreceksiniz." Zannediyorlar ki biz "ifade hürriyeti", "basın hürriyeti" gibi kavramlar kullanıldığında bu kavramlardan çekiniyoruz. Tam tersine, biz bu kavramların olmadığı bir Türkiye hayal etmiyoruz, hayal etmedik, bunlar için mücadele ettik ama şunun adının iyi koyulması lazım: Sivil siyaset ile terör arasına, basın hürriyeti ile terör arasına çizgi çekilmediği takdirde demokrasi bir hayal olur, bir yalan olur.

Bakın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de onayladığı, İspanya Yüksek Mahkemesinin aldığı Batasuna kararı -o bir partiyi kapattı, biz parti kapatmalara karşıyız- aynen şunu söylüyor, diyor ki: "Bir milletvekili -İspanya'da da değil, Venezuela'da- ETA terör örgütünün övüldüğü bir mitinge katıldığı için Batasuna Partisi kapatılmalıdır." "ETA terör örgütü Sosyalist Partiyi tehdit etmiştir. ETA terör örgütü Sosyalist Partiyi tehdit ettiği için, Batasuna ETA'yı kınamadığı için bu kapatma kararı doğrudur." diyor. Bir milletvekilinin terörist cenazesine katılması demokratik haklarla ve milletvekilliği göreviyle bağdaşmaz ve bir partinin terör örgütünü kınamaması bile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadına göre suçtur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Şimdi, eğer biz sivil siyasetle, demokrasiyle terör arasına bir çizgi çekemezsek, burada muğlak bir alan oluşturursak, burada gri bir bölge oluşturmaya kalkarsak...

MEHMET TÜM (Balıkesir) - Peki, gazetecileri niye yargılıyorsunuz? 140 tane gazeteci...

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) - Aynı şekilde...

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Aynı şekilde, bütün bu dosyaları... Bakın, toptancı bir şekilde değerlendirmeyin.

Şimdi, önüme "gazeteci" diye getiriyor...

MEHMET TÜM (Balıkesir) - Cumhuriyet yazarları hangi teröre bulaştı?

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Cevap veriyorum size, cevap veriyorum.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen Sayın Bakanı dinleyin efendim.

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Önüme getiriyorlar, "Bu gazeteyi niye kapattınız?" Ben de gösteriyorum ona buradaki köşe yazısını. Diyor ki: "PKK terör örgütünün sadece güneydoğuda askerlerle savaşması yetmez. Bu mücadelesini AVM'lere ve batı şehirlerine taşıması gerekir." Eğer buna herhangi bir Avrupa devletinde "izin verilecek köşe yazısı" diyorsanız, sizde böyle bir basın hürriyeti düzenlemesi varsa bana bunu gösterin.

ALİ ŞEKER (İstanbul) - Karikatürist niye içeride?

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - O sebeple, genel bir şekilde "tutuklu gazeteciler", "tutuklu şunlar bunlar" diyerek genel başlıklar altında konuşmayın. Bunu tek tek dosyalar hâlinde konuşacağız, tek tek dosyalar hâlinde değerlendireceğiz bunu.

MUSA ÇAM (İzmir) - Benim adaşım Musa Kart niye içeride?

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Dolayısıyla, burada, bakın, İnsan Hakları Komiserinin de sözleri seçmece alınıyor. Komiser bu eleştirileri yaptıktan sonra -ki biz bu eleştirileri Muiznieks'le de tartışıyoruz, başkalarıyla da tartışıyoruz- aynen şunu söylüyor, diyor ki: "Bu memorandumdaki hiçbir şey PKK'nın eylemlerini veya güneydoğudaki terör faaliyetlerini mazur gösteremez." Bunlar İnsan Hakları Komiserinin raporundan ifadeler ve yine devam ediyor: "Türkiye'nin karşı karşıya olduğu terör tehdidinin büyük olduğu, terörün her türüyle mücadelenin Türkiye'nin hakkı ve görevi olduğu" aynı raporda da altı çizilerek belirtilmektedir.

Şimdi, bakın, etrafımızda çok büyük bir türbülans var. Demokrasimizi korumak, geliştirmek, hukuk devletimizi korumak geliştirmek için bu kimlik siyaseti meselesinde daha çok hassasiyet göstermemiz gerekiyor. Kimlik siyaseti hiçbir demokrasiyi iflah etmez, hele de kimlik siyasetinin terörle muğlak bir ilişki kurduğu, terör örgütünü bir şekilde mazur göstermeye dönük bir yaklaşımla ele alınması demek bir ülkenin demokrasisi için felakettir. "Demokrasi", "hukuk devleti", "özgürlük" bu kavramları tek başına kullanmak yetmez. Bakın, Almanya'daki ırkçı partinin adı Alternatif Partisi, Hollanda'daki ırkçı partinin adı Özgürlük Partisi, Avusturya'daki ırkçı partinin adı Özgürlük Partisi. Dolayısıyla, "demokrasi", "özgürlük" dediğimiz zaman bu kavramları doğru yerde ve doğru siyasetlerle konumlandıracağız. Eğer bütün dünyada PKK hakkında terör örgütü hükmü verildiği hâlde -Avrupa Birliği açısından da PKK terör örgütüdür- Türkiye Büyük Millet Meclisinde birisi çıkıp da "PKK terör örgütü değildir." diyorsa bu, sivil siyasetle ilgili imkânların terörü savunmak, terörün propagandasını yapmak üzere kullanılması, araçsallaştırılması anlamına gelir. Bu, meşru değildir. Bu, hiçbir şekilde meşru görülemez ve açık ve net olan bir şey vardır: Demokrasinin artık bütün dünyadaki birinci maddesi terörle mücadeledir. Eğer terörle mücadele konusunda net bir tutum içerisine girmezsek bu konuda yanlış bir iş yaparız. Hele de bugün çok şaşırdığım bir şey oldu, terör örgütü ile devleti eşit göstermek için Kur'an'dan ayetler okundu burada. Bakın, Hazreti Ali'ye karşı da terör faaliyeti yapanlar Hazreti Ali'yi öldürmek için attıkları okların üstüne Kur'an yaprakları yapıştırmışlardı, takmışlardı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) En meşru kavramları, maneviyatımızdaki en meşru kavramları, siyaset alanındaki meşruiyet içerisindeki en meşru kavramları bu şekilde konumlandırırsak bu kavramların içini boşaltmaktan, bu kavramları yanlış bir şekilde araçsallaştırmaktan başka bir işe yaramaz.

Değerli arkadaşlarım, fasıllarla ilgili ilerlemeler konusunu da arkadaşlarımız söyledi. Geçen bir yıl içerisinde iki tane fasıl açtık fakat, tabii, açmak istediğimiz fasılların pek çoğu Güney Kıbrıs'ın blokajı yüzünden ilerleyememektedir. Peki Türkiye'de durum nasıldır? Türkiye'de fasıllar açılmamasına rağmen, Türkiye fasıllarla ilgili reform sürecinden kopmuş mudur; reform süreci konusundaki iradesi sürmekte midir, sürmemekte midir?

Bakın, 2016 yılı İlerleme Raporu'nda 33 faslın 30'unda Türkiye'nin uyum düzeyinin iyi olduğu söyleniyor. Bakın, bu kadar siyasi çifte standarda rağmen, bu kadar engellemeye rağmen 33 faslın 30'unda Türkiye'nin uyum düzeyinin iyi olduğu söyleniyor.

AK PARTİ hükûmetleri her zaman reform hükûmetleri oldu. Olağanüstü hâl döneminde bile askerî vesayeti azaltan, askerî otorite üzerinde sivil denetimi artıran çeşitli düzenlemeler hayata geçirildi. Kuşkusuz, çok daha yüksek reform iradesi ortaya çıkması için Türkiye'nin terör konusundaki şartlarının doğru bir bağlama oturması, Türkiye'nin bu terör tehdidi karşısında bir güvenlik kaygısına, bir güvenlik riski içerisine girmemesi gerekiyor.

Reform sürecinde vize serbestisi, göçmenlik konuları, mali iş birliği konularında, bunları çeşitli şekillerde sizlerle paylaşıyoruz ama söylemek istediğim şey şudur: Ben muhataplarımla bu meseleleri konuştuğum zaman açık ve net bir şekilde şunu söylüyorum; "Açıkça konuşalım ve arkadaşça konuşalım. Ortaya çıkan tablo, eğer siz Türkiye'nin Avrupa Birliği ilişkileri konusunda objektif kriterlere dayanan bir müzakere yapmak istiyorsanız biz Türkiye olarak buna hazırız." Sık sık şu ifade ediliyor: "Türkiye bizden istisnai kriterler beklemesin." Bizim de ifade ettiğimiz şey şudur: "Türkiye sizden hiçbir şekilde fasıllar konusunda ve diğer konularda indirim beklemiyor ama söz konusu Türkiye olunca, büyük bir stratejik güç olunca siz de bu kriterlere zam yapmayın; biz indirim beklemiyoruz, siz de zam yapmayın."

Bakın, çok çarpıcı bir şeydir, biz Türkiye'nin sadece Avrupa Birliğine üyelik meselesiyle ilgili bir müzakere yürütmenin ötesinde, Avrupa'nın geleceği hakkında da kaygılarını iletmek durumunda olan bir ülkeyiz. Avrupa'da aşırı sağ yükselirse, Müslüman varlığı, oradaki soydaşlarımız ırkçıların ve faşistlerin saldırısıyla karşı karşıya kalırsa, bu bizim için iyi bir Avrupa tablosu olmaz. Güvenlik kriziyle ve ekonomik krizle karşı karşıya kalan bir Avrupa tablosu, Türkiye'nin millî çıkarları açısından doğru bir Avrupa tablosu olmaz.

O sebeple, millî çıkarlarımız açısından şunu söylüyoruz: Biz bir değerler Avrupa'sına tam üyelik için yolumuzda yürümeye devam ediyoruz. Ama, tabii ki Sarkozy'nin Avrupa'sını istemiyoruz, tabii ki Le Pen'in Avrupa'sını istemiyoruz, tabii ki ırkçı Wilders'in Avrupa'sını istemiyoruz, tabii ki Avusturya Dışişleri Bakanının zihnindeki Avrupa'yı kesinlikle istemiyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bizim istediğimiz Avrupa, gerçek demokratik değerlere dayanan bir Avrupa'dır. İçinde bulunduğumuz şartlarda gerçek demokratik değerlere dayanan, bu değerler etrafında konsolide olmuş bir Avrupa Birliği için Türkiye'nin tam üyelik perspektifi aynı şekilde devam etmektedir. Ama, mültecileri dışlayan, sınırlar ören, bunları engelleyen bir Avrupa'da Türkiye'nin bir işi yoktur.

Bakın, tarihî bir ironidir. Büyük tarihçi Braudel, aslında Avrupa'nın güney sınırının Akdeniz olmadığını, güney sınırının Sahra Çölü olduğunu söyler. Akdeniz'e bile inememiş, Doğu Roma'nın büyümesinde olduğu gibi Türkiye'yi bile içerememiş bir Avrupa, Akdeniz'i bırakın, Güney Sahra'ya inemediği, bu genişlemeyi sağlayamadığı için bugün Sahra'dan gelen göç dalgasıyla âdeta Kavimler Göçü gibi bir ortam içerisinde bütün değerlerin, Avrupa haritasının altüst olduğu bir altüst oluşla, bir türbülansla karşı karşıya.

Dolayısıyla, genişleme perspektifinin durması demek, sadece Türkiye'yle ilgili bir konu demek değildir, Avrupa Birliğinin geleceğiyle de ilgili bir konudur. Dolayısıyla, hep beraber, sadece Türkiye-Avrupa Birliği ajandasıyla ilgili konuları değil, onun ötesinde, Avrupa'nın değerler Avrupa'sı temelinde...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakan, bir dakikalık ek süre veriyorum, tamamlayınız lütfen.

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Çok teşekkür ederim Başkanım.

Diğer konulara değinmek isterdim, onlara artık yazılı olarak cevap veririz.

Umudumuzu kaybetmeyelim. Çok zor bir döneme giriyoruz. Bunu da halledeceğiz.

İçindeki kelimelerin mecaz olduğunu, gerçek olmadığını söyleyerek Nazım Hikmet'ten bir şiirle bitiriyorum.

"Düşmezse düşmesin yakamızdan ölüm

Bizim de üstümüze güneş doğacak gülüm

Gülüşüne bir kurşun sıksa da ölüm

Unutma ki umuda kurşun işlemez gülüm"

Türkiye'ye kurşun işlemez, Türkiye Büyük Milet Meclisine kurşun işlemez, millî iradeye kurşun işlemez. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Umutla, çalışarak yolumuza devam edeceğiz.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)