| Konu: | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı Maddeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 41 |
| Tarih: | 15.12.2016 |
ERKAN AYDIN (Bursa) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı hakkında dış borçlar üzerine söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisinizi ve ekranları başında bizi izleyen vatandaşlarımızı saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
İki haftadır bu kürsüde hem siyasetimize hem de ekonomimize ilişkin önemli değerlendirmeler yapıyor, ciltlerce sayfa bütçe üzerinde de oylamaları yapıp geçiştiriyoruz ama bu durumu, geldiğimiz noktayı aslında en iyi şekilde Başbakan Yardımcı Mehmet Şimşek çok güzel özetledi, dedi ki: "Türkiye, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonraki en zor günlerini yaşıyor." Başka söze de sanırım gerek yok. Sayın Bakan, AKP iktidarının Türkiye'yi nasıl bir yaşam mücadelesine getirdiğini çok güzel ifade etmiş.
Şimdi, bakalım dış borca. Türkiye'nin 2016 üçüncü çeyrek itibarıyla dış borçları 421,4 milyar dolar, özel sektörün yurt dışından sağladığı kısa vadeli kredi borcu ekim ayında 16,8 milyar dolar, uzun vadeli dış borcu ise 207,6 milyar dolar. Döviz sıkıntısı bulunan bir ülke, er ya da geç, harcadığından daha fazla kazanarak bu borçları ödemek zorunda. Üstelik, dış borçların ekonominin yıllık üretimine oranı 2001 krizinden sonra en yüksek düzeye ulaşmış ama bugün yüzde 60'lara dayanmıştır. Türkiye'nin Eylül 2016 itibarıyla bir yıl içerisinde ödemesi gereken dış borç miktarı 164,7 milyar dolardır. Üzerine son bir yılın cari açığını da eklediğinizde 200 milyar dolara yaklaşan bir para ihtiyacı vardır.
Bu rakamlar uzayıp gider. Peki, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonraki en zor günleri geçirmenin sebebi kimdir? Nasıl oldu da bu duruma geldik? Hangi politikalar buna sebep oldu? Tabii ki sonuç, on dört yıllık AKP iktidarının uyguladığı politikalar, ekonomiler.
Herkes biliyor ki ülkedeki demokrasinin, özgürlüğün standardı, bağımsız kurumların varlığı, ekonomiyle doğru orantılı. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, aynı zamanda hem Merkez Bankası Başkanı hem de Cumhurbaşkanı olursa sonuç buraya gelir. Yani, yatırımcı, OHAL kararnamesiyle bir gecede insanların malına mülküne el konulan, bağımsız kurumları, işleyen hukuku olmayan, tek adamın her şeye karar verdiği bir ülkeden kaçar -nitekim de öyle oluyor- ve ülkenin ekonomisi de zayıflar veya çöker. Özellikle, bizim gibi ekonomisi yabancı kaynakla ayakta duran ülkeler için de bu kaçınılmaz bir sondur. Eğer illa burada kalacaksa da riskine karşılık yüksek kazanç ister yani yüksek faiz oranı bekler. Güven veremiyorsanız yüksek faiz verirsiniz. Bu da -gösterir ki- bir neden değil, sonuç olarak ülkemizin ekonomisini kötüye götürür.
Durum bu kadar açık iken, Hükûmet halka "Bozdurun dövizlerinizi, verin şunların parasını, gideceklerse gitsinler." diyor. Ben de diyorum ki: Öyleyse önce söküğü kendiniz dikiniz. Biraz önceki hatip de söyledi, dört beş sene önce dolar ve avro üzerinden yaptığınız şu sözleşmeleri tarafları, şirketleri çağırın da TL'ye çevirin. Kimisini yirmi iki yıl, kimisini otuz yıla varan sözleşmelerle bağladınız. Üçüncü havalimanı Cengiz-Limak-Kolin'e, üçüncü köprü İçtaş-Astaldi'ye, Osman Gazi Köprüsü Nurol-Özaltın-Makyol gibi hep yandaş şirketlere verilmiş. Yani, kapitülasyonların postmodern versiyonu sayılabilecek, her biri yüz-yüz elli yıllık sözleşmelerle doğmamış bebekleri bile borca soktunuz.
Bakın, geldiğimiz noktada, dış politikada, ekonomide, iç politikada her alanda büyük bir yıkım yaşıyoruz ve tüm bunlar ortadayken hâlâ bunlardan ders çıkarıp yanlış politikalardan vazgeçmiyorsunuz.
Geldiğimiz noktayı gene sizin Kabinenizden Kültür Bakanı Nabi Avcı tek cümleyle özetlemiş, "Duaya ihtiyacımız var." demiş. Ben de buradan, Allah Türkiye'yi bu duruma sokanlara akıl, fikir, vicdan versin diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.