| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 45 |
| Tarih: | 22.12.2016 |
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; insan yaşamına çok önem verilmeyen bir dönemden geçiyoruz maalesef yani ben burada rakamlar vermek istemiyorum çünkü insan ölümü maalesef günlük yaşamımızda bir sayıdan, rakamdan ibaret hâle geldi. Son on sekiz ay içerisinde ölen, yaşamını yitiren insanların sayısı yüzlerce -asker, polis, sivil- ve bununla ilgili olarak da sonuçta bu Meclisin aldığı bir tedbir yok. Daha dün El Bab'da 16 asker şehit edildi, yaşamını yitirdi. Normal koşullarda bir ülkede 16 askerin şehit edilmesi, yaşamını yitirmesi hâlinde orada yaşam durur ama bizde hiçbir şey olmamış gibi yaşam devam ediyor, hatta Mecliste yaşam devam ediyor. Dün bu haberin duyulmasından sonra Anayasa Komisyonu faaldi ve Anayasa Komisyonunda CHP'li üye arkadaşlarımız bir teklifte bulundular, "Bir dakikalık saygı duruşunda bulunalım." dediler. Yani bu sembolik bir şey, anma ve orada bir anayasa tartışması yapılıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi çoğunluğu bu bir dakikalık anmayı bile ölümlerin sıradanlaşması bakımından kabul etmedi ve Anayasa Komisyonunda, ölen, yaşamını yitiren, şehit edilen askerlerin anısına bir dakikalık bir saygı duruşu bile yapılamadı değerli arkadaşlar.
Şimdi, bu ortam içerisinde hasta tutukluları konuşuyoruz. Bakın, cezaevleri, bütün dünyada insan haklarının ölçütü bakımından seçeneklerden bir tanesidir ve başta gelir. Çünkü, sizin gözetiminiz altındadır, devletin gözetimi altındadır ve oradaki standart, ortalama bir ülkedeki insan hakları standardını gösterir. Ona bakarak insan hakları durumu bir çerçeve çizer bütün dünyada. Türkiye'de öyle mi? Evet, Türkiye'de öyle maalesef. Cezaevleri, geleneksel olarak insan haklarının en ağır şekilde ihlal edildiği ortamların başında geliyor. Hele hele Türkiye'de geleneksel olarak böyle. Ve son yıllarda da çok ağır bir biçimde böyle ve son bir yılda, 15 Temmuzdan sonra çok ağır bir biçimde, sistematik olarak insan hakları ihlalleri var cezaevlerinde. Ve bu ihlaller nedeniyle -biraz önce ben saydım- 35 insan, yurttaş cezaevinde yaşamını yitirmiş, intihar etmiş, yaşamına son vermiş, şüpheli bir şekilde ölmüş 15 Temmuzdan sonra. Sadece rakam veriyorum yani, isimleri var; savcısı var, polisi var, öğretmeni var, sıradan insanı var. Yani cezaevleri öyle güllük gülistanlık değil ve bir işaret veriyor bütün Türkiye bakımından.
Şu anda kayıtlara göre 960'a yakın hasta tutuklu var cezaevlerinde ve bunların 331'i ölüm sınırında. Hepsinin ayrı hikâyesi var ve 5275 sayılı Yasa da maalesef bunlarla ilgili olarak birçok zorlaştırıcı düzenlemeyi içeriyor. 16'ncı maddesi, Adli Tıp Kurumunu, tarafsız ve bağımsız olmayan Adli Tıp Kurumunu tek bilirkişi olarak seçiyor, kendi bulundukları hastanelerden aldıkları raporlar geçerli olmuyor, Adli Tıp Kurumu bakımından da aylarca sıra bekliyorlar. Ve Adli Tıp Kurumunun da tarafsız ve bağımsız olmaması nedeniyle de sonuçta raporlar çıkmıyor ve birçok insan ölümü cezaevinde bekler duruma geliyor. İşte son yıllarda, özellikle de Adalet ve Kalkınma Partisinin son on beş yılında cezaevlerinde ölüm, özellikle hastalık konusunda, yüzde 400 artmış durumda. Bunu şöyle şey yapabilirsiniz yani "Eskiden biz Türkiye'yi devraldığımızda cezaevlerindeki mevcut 50 bindi, dolayısıyla şimdi 200 bine çıktı, ölü sayısı cezaevlerinde 50 ise şimdi 200'e çıkması da normaldir." diyebilirsiniz. Ama normal demokratik bir ülkede, insan haklarına saygılı bir ülkede hiçbir insanın hiçbir nedenle, özellikle hastalık gibi bir nedenle cezaevlerinde ölmemesi lazım.
Bakın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği karar da var: Gülay Çetin, Türkiye kararı, 2013 yılında. Hastaneye ulaşamama ve bu nedenle de tedavi görmeme nedeniyle Türkiye'yi hem işkence yasağından, 3'üncü maddesinden hem de 14'üncü maddesinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nden mahkûm etmiş 2013 yılında. Bu kararın gereğini Türkiye yerine getirmiş mi? Hayır, getirmemiş. Bunun gibi onlarca örnek var ve Türkiye'de, tıpkı olağanüstü hâl döneminde Dicle'de, Silopi'de, Nusaybin'de, Diyarbakır'da, Sur'da olan ölümlerden dolayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulardan dolayı, 35 başvuru nedeniyle nasıl Hükûmetten bir karşılık istemişse yakın gelecekte, çok yakın bir zamanda, cezaevindeki ölümler nedeniyle de Türkiye'den, Hükûmetinizden bir yanıt istemek durumunda kalacak ve bunlar da maalesef sizin tarafınızdan yanıtlanamayacak, maalesef yanıtlanamayacak.
Değerli arkadaşlar, cezaevlerini ziyaret ediyoruz, gerçekten de yani insan onuruyla bağdaşmayan bir durumda olan birçok mahkûm ve tutuklu var ve bizim, cezaevine girmeden önce tanıdığımız insanlar var. Birçok gazeteci var, isimlerini buradan teker teker saymayacağım ama bu sıralarda oturan insanların randevu almakta zorlandığı, köşe yazısında ismi geçerse belki milletvekili olabileceği şeklinde telkinde bulunduğu insanlar şu anda cezaevlerinde ve hastalar, birçok hastalığı var ama bu sıralarda bulunan hiçbir insan, bir milletvekili, özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekilleri bunlar konusunda kendi dostlarına ve arkadaşlarına bir tek ahde vefa göstermiş durumda değiller. Hastalar, tutuklanmamaları lazım; zaten tutuklanmamaları lazım bana göre, bir hukukçu olarak söylüyorum ama onların referansıyla bu sıralarda bakan olmuş insanlar bile tek bir kelime bir ahde vefa göstermiş değiller, bir kelime bile. Bizim tanıdıklarımızı, onları ben gidip ziyaret ediyorum, her ne kadar bakan bizi suçlasa falan da gidip ediyorum, etmeye devam edeceğim.
Biraz önce söylendi, bakın, 15, 16, 18, 19, 23 ve 24'üncü Dönemlerde bu sıralarda milletvekilliği yapmış Ahmet Türk var, bir iki dönem söylemedim, 6 dönem bu sıralarda milletvekilliği yapmış, bir kentin Büyükşehir Belediye Başkanı, kalbinde pil var, kalbi durduğu zaman o pil devreye giriyor, o pil devreye giriyor. Büyükşehir Belediyesine kayyum atanmış, kendisi dört gün sonra tutuklanıyor. Şimdi, eskiden gerçekten yargıçlar vardı ya yani bakar durumuna, kaçma şüphesi yok, delilleri karartma şüphesi yok, yaşına bakar, hastalığına bakar, cezaevine göndermez. Ama, öyle bir yargı durumu yarattınız ki, öyle bir yargı durumu yarattınız ki en alttaki insani duruma bile özen göstermeyen düşman yargıçlar yarattınız, düşman yargıçlar. Karşısındakine düşman bakan, karşısındakini insan görmeyen, yurttaş görmeyen ve aldığı talimatla zindanda çürümeye terk edilen insanlar olarak gören yurttaş bir hâkim, bir savcı kültürü yarattınız. Bakın, bunu milletvekili olmadan önce, on yıl önce yazdım "90 kuşağı çocuklar ve yargıçlar." diye. Böyle bir yargı kültürü yarattınız, böyle bir yargı kültürü. Eğer Ahmet Türk'ü hapse atmazsa kendisinin FETÖ'cü olmaktan tutuklanacağı hâkimler yarattınız, böyle bir ortam yarattınız. Bunun gibi onlarca örnek var, bunları sorgulayacağız.
Şimdi, Anayasa taslağı getirmişsiniz. Anayasa'nın 9'uncu maddesine, "yargının bağımsızlığı"nın yanına "tarafsız" yazacaksınız. "Tarafsız" yazmakla yargı tarafsız oluyor mu şimdi bağımsız olduğu gibi, oluyor mu? Yine olmayacak. Neden? Sizlerin kibri yüzünden, sizlerin kibri yüzünden.
Bakın, cezaevlerindeki yurttaşlarımızın tümü bizlerin namusudur kim olursa olsun, suçu ne olursa olsun.
Bakın, milletvekilliği bir onurdur. Bu Mecliste bulunmak, bu zorlukla kurulmuş bu Mecliste bulunmak bir şereftir. Bu onur ve şerefle bize düşen, en mazluma, en hakkı ihlal edilene burada sahip çıkmaktır ama biz yapıyoruz maalesef. Bu Mecliste buna yönelik tek bir adım atılmıyor.
Umarım, bir vicdan sahibi bunu dinler ve bu konuşmadan sonra, tutuklu olan, hükümlü olan mahpuslar konusunda, tutuklular konusunda bir adım atar.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tanrıkulu.