| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 45 |
| Tarih: | 22.12.2016 |
FATMA BENLİ (İstanbul) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; HDP'nin grup önerisi hakkında görüşlerimi ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle Gazi Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, tutuklu ve hükümlülerle ilgili olarak temel ve öncelikli ilkemiz, özgürlüğünden yoksun bırakılan herkese insan haklarının gerektirdiği şekilde, insan haklarına saygılı olarak davranılması gerektiğidir. Mahpusların sağlığı yani tutuklu ve hükümlülerden oluşan mahpusların sağlık haklarına erişimi de bu anlamda çok değerli bir konudur. Sonuçta, Türkiye'de sadece bir yıl içerisinde 274 bin insana kanser teşhisi konuluyor, sadece bir sene içerisinde 74 bin insanımız da kansere bağlı sebeplerle vefat ediyor.
Şimdi, bu noktada Türkiye'de, yüz binlerce kişinin şeker hastalığı, kanser ya da çok daha ağır hastalıklara düçar olduğu ülkemizde, 80 milyonluk ülkemizde, özellikle de uzun süreli infaz esnasında cezaevlerinde bulunan insanların bu hastalıklardan ari olması düşünülebilecek bir konu değil.
Bu da gerek hasta kişilerin yani zaten hâlihazırda hastayken ya da engelliyken suç işlediği için cezaevine giren kişilerin gerekse özellikle de uzun infaz dönemlerinde hastalığa kapılarak içeride bulunan kişilerin bulunduğu durumlar, onların özellikle ağır hasta bulunma durumları özel çalışma yapılmasını gerektiriyor.
Bu noktada da zaten Türkiye pek çok değişik düzenlemeler yapmak zorunda. Bu, zaten bizim bir mecburiyetimizdi çünkü devletler, vatandaşlarının, herkesin -daha doğrusu- beden ve ruh sağlığını gerçekleştirebilmesi için gerekli önlemleri almak zorunda. Bunun dışında da, bu yükümlülüğünü yerine getirirken de herhangi bir ayrım yapmamak zorunda yani içeride ya da dışarıda olması, cezaevi içerisinde ya da dışında olması fark etmeksizin, bunlar arasında herhangi bir ayrım gözetmeksizin gerekli önlemleri almak zorunda. Bunun için, zaten Türkiye hem yasal düzenlemeler gerçekleştiriyor hem de 2009'da Adalet Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığıyla yaptığı ikili protokol ya da 2011 yılında Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığıyla beraber yaptığı üçlü protokol gibi değişik protokollerle de fiilî alanda yaşanan sorunları çözmek için gayret gösteriyor.
Öncelikle, devlet, mahpusların da sağlık hakkına erişimini sağlayabilmek için onlara ücretsiz bir sağlık sistemi oluşturmak durumunda. Onların hem sağlık hizmetleri hem de her türlü ilaç giderleri Adalet Bakanlığı tarafından karşılanıyor. Öncelikle, tutuklu ve hükümlüler ceza infaz kurumlarına girdikleri zaman ilk kabul muayeneleri yapılıyor ve onların sağlık raporları oluşturuluyor. Öncelikle, hastanelere gidemeyen bireyler için cezaevlerinde aile hekimliği uygulaması başlatıldı çünkü biliyorsunuz ki cezaevlerinde revir uygulaması vardı, kendi cezaevlerinde çalışan doktorlar yeterli olmadığı için dışarıdan da bir denetim mekanizması oluşturmak üzere aile hekimliği kuruldu. Şimdi, ilk kabuller yeterli olmadığı zaman, cezaevinde o ilk sağlık basamağı yeterli olmadığı zaman da içeride hasta olanların dışarıdaki hastanelere sevkleri sağlanıyor. Bunun için de doktorun ya da doktorun bulunmadığı durumlarda amirin onay vermesi yeterli. Öncelikle, cezaevine ait olan ambulanslar ya da 112'den çağrılan ambulanslarla, çok acil durumlarda, istisnai durumlarda da cezaevi ring araçlarıyla hastanelere gönderiliyor.
Şimdi, mahpusların sürekli hastanelere gitmelerinin engellenmesi için zaten rehabilitasyon merkezleri oluşturuldu. Yani bizim "R tipi kapalı cezaevi sistemi" değimiz sistemde, tek başına cezaevinde kalamayacak olan kişilerin, özellikle de Adli Tıptan rapor bekleyen kişilerin bu rehabilitasyon merkezlerinde bulunmaları, böylelikle beklerken, aynı zamanda infazlarını çekerken hastalıkları sebebiyle de tedavi olmaları sağlanmış durumda ancak bu, çok yeterli değil. Şu an Metris R Tipi Cezaevimiz var, Menemen'de var, Elâzığ'da tekrar oluşturulan var. Yeterli olmadığı için de devlet hastanelerinden yardım alınıyor. Özellikle üçlü protokol çerçevesinde Sağlık Bakanlığında yapılan çalışmalarda, hastanelerin, kampüs hastanelerinin mahpus koğuşları oluşturulması hem gelen mahkûmların kaçmalarının önlenmesi, güvenlik riskinin ortadan kaldırılması, hastanedeki doktor ve diğer çalışanların güvenliklerinin sağlanması ama bir taraftan da o tutuklu ve hükümlülerin sağlık haklarına erişimleri için de gerekli düzenlemeler yapılıyor. Aslında, bizim asıl burada sıkıntı yaşadığımız konu, cezaevinde bu tarz rehabilitasyon merkezine giderek ya da devlet hastanelerine gidip gelerek yeterli tedavi alamayan ve hastalıkları, ağır hastalıkları ya da engellilikleri nedeniyle cezaevlerinde kalmalarına fiilî anlamda imkân olamayan ve toplum güvenliği açısından da ağır ve somut bir tehlike içermediği değerlendirilen kişilerin hapishaneden çıkması. Bununla ilgili olarak da AK PARTİ zaten yasal düzenleme yapmış durumda, 2013'te buna ilişkin düzenleme gerçekleştirdi. Biliyorsunuz, Anayasa'da, zaten, Cumhurbaşkanımızca kocama, hastalık ya da engellilik sebebiyle cezaevinde bulunamayacak kişilerin affedilmesine ilişkin, cezaların infazının ertelenmesine ilişkin bir düzenleme mevcuttu, bunun yeterli olmadığı durumlar için, aslında, Adli Tıptan ya da hastanelerden alınacak raporlarla bu kişilerin dışarı çıkartılması için özel bir düzenleme getirildi. Şu ana kadar, aslında, bununla ilgili müracaat eden yani "Ben, ağır hasta olduğum için ya da engelli olduğum için cezaevinde kalmama fiilî anlamda imkân olmuyor." diyen kişi sayısı 8.152 ve bunlardan 800'ü olumlu sonuçlanmış ki 28'i terör suçlularıdır. Bu da Adli Tıbbın karar verirken herhangi bir şekilde sağlık kriteri dışında başka siyasi mülahazalarla hareket etmediğini gösteriyor. Diğer 2.196'sını devlet hastaneleri reddetmiş, kişinin cezaevinde o hastalığına rağmen kalabileceğine dair karar vermiş, 1.064'ü Adli Tıp tarafından reddedilmiş. Bu da, dediğim gibi, tek başına, Adli Tıbbın sağlık mülahazaları nedeniyle kişilerin başvurularını reddetmediğine dair önemli bir örnek. Aslında, burada, belki, düşünmemiz gereken şey, Adli Tıp rapor verdikten sonra yani bu kişinin ağır hastalığı ya da engelli olma durumu o kişinin cezaevinde kalmasına engel olduğuna ilişkin bir sağlık raporu bulunmasına rağmen, ayrıca toplum güvenliği açısından ağır ve somut bir tehlike olup olmadığının araştırılması; ki daha önce mevcut olan toplum güvenliği açısından tehlike oluşturma kriterini yine AK PARTİ "ağır ve somut tehlike" olarak ayrıca net bir kritere kavuşturmuş durumda. Belki bizim değerlendirmemiz gereken husus bu, hiç olup olmayacağı; ki daha önce Türkiye İnsan Hakları Kurumu ve değişik kuruluşlar bu alanda çalışmalar yaptılar, hem STK'larla hem kamu kuruluşlarıyla değerlendirmeler yaptılar, bununla ilgili rehabilitasyon merkezleri ziyaret edildi.
Bizim bakmamız gereken şey, bu kuralın net ve somut olarak uygulanıp uygulanmayacağı. Kaç kişiye uygulandı ve o kriterlere, Adli Tıptan rapor almasına rağmen "Hayır, bu kişi cezaevinden çıkmamalı çünkü bu kişi toplum güvenliği açısından tehdit oluşturuyor." kararı verilmesindeki kriterlerin ne olup olmadığına bakmanız lazım. Şu ana kadar bu karar verilen kişi sayısı sadece 11; 1 tanesi örgüt, diğer 2 tanesi terör suçları, 8 tanesi adli suçlar ve tek tek bu dosyalara baktığınızda zaten sayısal anlamda sadece 11 kişi hakkında bu kararın verilmiş olması somut ve ağır tehlikenin var olduğu durumlarda kararın verildiğini gösteriyor. Ayrıca, tek tek dosyalara baktığınız zaman, bunların çok büyük bir çoğunluğunun ağırlaştırılmış müebbet cezası alan kişiler olduğunu görüyoruz ama kişinin ağırlaştırılmış müebbet cezası alması, tek başına onun dışarı çıkmasına engel teşkil eden bir durum değil.
Tek tek dosyalarına bakıyorsunuz. Örneğin, bir tanesi bomba atarken bomba elinde patladığı için 2 elini kaybeden bir kişi.
BURCU ÇELİK (Muş) - Ergin Aktaş.
FATMA BENLİ (Devamla) - Bu kişiyi çıkardığımız zaman onun canlı bomba olma ihtimali olup olmadığını değerlendirmek fiilî anlamda mümkün değil. Bir tanesi, karısına tehdit mektubu gönderip "Çıktığım zaman seni öldüreceğim." diyen kişi; ki daha önce cezaevinde kısmi süreli izinle çıkıp da eşini öldüren bir sürü vaka biliyoruz. Şimdi, bu vakanın varlığı, bizim açımızdan çok rahat bir şekilde "Hayır, bu kişiyi biz yine de çıkaralım:" deme imkânını bize vermiyor maalesef. Bir tanesi, yatalak hasta olmasına rağmen, uyuşturucu baronu yani onun hastalığı maalesef o suç örgütünü yönetmesine engel değil; ki bana göre o 11 kişiden en somut örnek ise Nihat Ilıman örneği. Nihat Ilıman, bizatihi Adli Tıp raporuyla hapishanede kalmasına imkân olmadığı belgelenmiş bir kişi ama dışarı çıktıktan sadece on beş gün sonra bir başkasını vuruyor ve tekrar cezaevine girdiğinde yeniden Adli Tıbba müracaat ediyor, yine Adli Tıptan "İçeride kalamaz." diye rapor alıyor ama bu durumda da toplum güvenliği açısından tehdit var denebiliyor.
Dolayısıyla, bu konunun bu kadar somut ve keskin olmaması, çok rahat bir şekilde karar verebileceğiniz bir husus olmaması bu konuda çalışma yapılmasını gerektiriyor. Sonuçta her bir bireyin yaşam hakkı, özel çalışmayı gerektiren bir durum. Bununla ilgili çalışmalar zaten sürüyor ancak bizatihi Meclis araştırma komisyonu raporunun konusuyla alakalı olarak Meclis çatısı altında zaten bir alt komisyonumuz var. İnsan Hakları İnceleme Komisyonunun altında tutuklu ve hükümlü haklarına ilişkin, özellikle bu konuyu değerlendirmek üzere Tutuklu ve Hükümlü Hakları Alt Komisyonu mevcut.
Dolayısıyla, bizatihi araştırma komisyonu kurulmasını gerektiren konuda ayrı bir komisyon olduğu düşüncesiyle ret oyu vereceğimizi ifade ediyorum ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Benli.