| Konu: | TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASINDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 5 |
| Tarih: | 09.10.2012 |
ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 328 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na geçici 20'nci madde eklenmesine dair kanun teklifi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.
Değerli milletvekilleri, yapılan düzenleme ile 2014 yılının Mart ayının pazar günü yapılması gereken yerel seçimler 2013 yılının Ekim ayının son pazar günü yani 27 Ekim 2013 günü yapılacaktır. Teklifin gerekçesinde olağan seçim tarihinin kampanyasının kış aylarına denk gelmesi ve ülkemizin belli yörelerindeki kış şartlarının olumsuzluğu gösterilmiştir. Oysa yazın da seçim kampanyasının ne kadar zor olduğunu bir Muğla Milletvekili olarak iyi bilirim. Özellikle referandum sürecinde? Yazın da oldukça güç bir iştir seçim kampanyası yapmak.
Öte yandan, gerek Komisyon raporunda gerekse buradaki birkaç hatibin konuşmalarında dile getirdikleri bir husus var, rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümü üzerinden yapılan bir değerlendirme. Hep "Elim bir kaza sonucu, işte Muhsin Yazıcıoğlu vefat etti ve bu nedenle de kış şartlarının olumsuzluğu söz konusudur." gibi bir yaklaşım söz konusu ama şunu unutmamak gerekir ki: Kamuoyunda Muhsin Yazıcıoğlu'nun bir suikasta kurban gittiği yönünde yaygın bir algı var. Öte yandan, şu anda Malatya Özel Yetkili Mahkemesinde Muhsin Yazıcıoğlu'nun vefatıyla ilgili bir soruşturma var, hatta tutuklanan insanlar var. Acaba hangisi doğru? O zaman mahkeme yanlış bir işlev mi yapıyor? Yani dolayısıyla, Muhsin Yazıcıoğlu'nun vefatı üzerinden, böyle, seçimi erken tarihe almaya bir gerekçe bulmak bence doğru bir yaklaşım olmaz diye düşünüyorum.
Bana kalırsa seçimin erkene alınmasının üç temel nedeni vardır. Bunlardan bir tanesi: İktidar partileri genellikle sonbaharda seçim yapmayı daha avantajlı bulurlar. Zira, insanlar yazın tatillerini yaparlar, köylerine giderler, giderleri son derece azdır, yakacak parası vermezler, okul giderlerine harcama yapmazlar, sebze fiyatları ucuzlar, enflasyon düşer, hakeza insanlar iş bulurlar yazın gerek turizm alanında gerekse tarımsal alanda. Dolayısıyla iktidar partisi sonbaharda seçim yapmayı kendi açısından uygun bulmuştur. Ne yazık ki biz muhalefet partileri -ben genelini kastediyorum- "İşte, seçimden kaçtılar." polemiğine maruz kalmamak için de bu teklifi kabul etmek durumunda kalmışızdır. Birinci neden budur.
İkinci nedene gelince, ikinci neden: Ülkemizin ekonomik tablosundaki kırılganlıktır. Ne yazık ki, ithal ikamesine bağlı büyüme anlayışı, aslında bir büyüme de değil şişmedir bu, yüksek büyüme oranlarına kavuşmuşuzdur ama bunun karşılığında yüksek oranlarda -ne yazık ki- cari açık artmıştır. Bunun sonucunda da cari açığın ülkeyi bir iflas noktasına götürdüğü anlaşılınca bu kez ekonomi soğutulmaya çalışılmıştır. Ekonomi soğutulduğunda da reel sektör güç durumlara düşmüş, ÖTV ve KDV vergilerinin ödemelerinde güçlük yaşanmıştır. Bunun sonrasında da tabii ki kamu açığı ortaya çıkmıştır, kamu açığını kapatmak için de yapılan şey zamlardır. Ülke öyle bir kısır döngü içindedir ki ekonomik anlamda, ya bir an önce iflas edecektir ne yazık ki ya da bu iflas süreci geciktirilecektir. Bu noktada, yerel seçimlerin bir an önce yapılması, ekonomik kırılganlıkların artmasını önleme açısından da bir yöntem olarak önümüze konmuştur.
Üçüncü neden ise: Bütünşehir Projesi'ni -adı Büyükşehir oldu- bir an önce yaşama geçirme anlayışıdır. Halen 16 olan büyükşehir sayısı yapılacak bir düzenlemeyle -bu Anayasa değişikliğinden sonra getirilen tasarıdaki düzenlemeyle- 29'a çıkarılacaktır. Aslında, bu düzenlemeyi -evet, Muğla ili de Büyükşehir Projesi kapsamına alınıyor, ilke olarak buna sıcak bakıyoruz, keza Seydikemer beldemizin ilçe olmasını da sevinçle karşılıyoruz lakin- incelediğimizde içinde şöyle bir unsur var, kısaca şöyle özetleyeyim: Bu Büyükşehir Projesi, Ankara'daki sultana 29 tane derebeyi yaratma girişimidir, keza bununla, "Bu derebeyler yarın başına buyruk davranırlar, Ankara'yı dinlemezler." anlayışı içinde de bunlara, bir zapturapta alınacak bir müessese geliştirilmiştir. Onun adı da Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezidir.
Plan şudur: Büyükşehri AKP alırsa mesele yoktur ama büyükşehri muhalefet partileri elde ederse bu sefer de bu İzleme Koordinasyon Merkezi bir denetim mekanizması içerisinde bir balyoz gibi o büyükşehir belediyelerinin başına çökecektir. Bu anlamda 56 milyon insan Büyükşehir Yasası kapsamına alınıyor, lakin 19 milyon insan dışarıda bırakılıyor. Bu yapılırken de 19 milyon insana hizmet verecek belediyelerin ödenekleri kısılmaktadır. Bu, 19 milyon insana yapılacak çok büyük bir haksızlıktır.
Öte yandan, bu düzenlemeyle aslında kentler köyleştirilecektir. Düşünün, Fethiye'nin Çobanisa köyünün Muğla'ya uzaklığı 220 kilometredir. Muğla büyükşehir belediyesi hizmeti nasıl götürecektir buraya? Dolayısıyla Çobanisa köyünde hizmet alamayan, devlete, belediyeye sesini duyuramayan insanlar büyük kentlere göç etmek zorunda kalacaklardır ve büyük kentler köyleşecek, düzensizleşecek, yapılaşmada büyük sorunlar yaşanacak, her şeyden öte, bu şişme sosyal sorunları da beraberinde getirecektir.
Kendi seçim bölgemden bir örnek vermek gerekirse, 49 beldenin 48'i kaldırılıyor. Bunların içinde Bodrum'da Turgutreis var, Gümüşlük var, pek çok beldemiz var; Marmaris'in, Köyceğiz'in, keza Fethiye'nin ve Bodrum'un. Bunlar yaz aylarında yüz binlere hitap ediyorlar. Siz bunları Muğla'dan idare edemezsiniz, Muğla'dan bu belediyeleri yönetemezsiniz. Dolayısıyla ilke olarak "büyükşehir belediyesi" adı üstünde insanlara cazip görünse de temelde pek çok sıkıntıyı beraberinde getirecektir. Aslında çözüm Muğla için açıktır, öncelikle Fethiye'yi il yaparsınız, kendi içinde Bodrum'a özel bir statü verirsiniz, o turizm alanlarında çevreyi de korursunuz. Şimdi "Büyükşehir Projesi" kapsamı altında en büyük kaygım bu sahillerin ne yazık ki birilerine peşkeş çekileceği olgusudur.
Öte yandan,pek çok belde kapanıyor. Belde başkanları -özellikle çoğunluğu da Adalet ve Kalkınma Partili- büyük bir üzüntü içindedirler, büyük bir kaygı içindedirler. Keza, daha kapanmadan beldeler, belde belediye başkanlarının projelerini yaşama geçirmeleri o ilin valisinin onayına bağlanmıştır. Bugün gördüğümüz örnek şudur: Adalet ve Kalkınma Partili belediyelerin bu yöndeki talepleri hemen yerine getirilmektedir. Buna karşın, diğer muhalefet partisi belde belediye başkanlarının talepleri ise sümen altında tutulmaktadır. "Yeter ki bunlar başarısız olsun da seçimde bundan nema sağlayalım." diye. Dolayısıyla, beldelerin şu anda işlemez duruma gelmesi o yöre halkına da yapılabilecek büyük bir haksızlıktır.
Benim bu konudaki önerim açıktır. Büyükşehir belediye sistemi çoğunluk oyuyla kabul edilir ya da edilmez, en azından önümüzdeki seçimde uygulama olanağı bulmamalıdır. Eğer bu bulunursa çok büyük bir kaos yaşanacaktır. Mevcut düzenlemede sırf "Köy oylarını alayım." diye beş yıl süreyle o insanların yapacakları ödemeleri ertelemek ya da zam oranlarını düşük göstermek çözüm değildir. Köylü bir süre sonra suya, emlak vergisine ne kadar ödediğini görünce, belki verdiği oydan da büyük bir pişmanlık duyacaktır ama bu oluşacak olumsuzluğu gidermek de yıllar alabilecektir.
Son sözüm şudur: Bu bir avlanma yöntemidir ama Türk siyaset tarihi ava gidenin avlanacağına dair çok örneklerle doludur.
Hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.