| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 59 |
| Tarih: | 15.01.2017 |
AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bu "medya" dediğiniz, körlerin fili tarifi gibi bir şey. Kimisi hortumdan, kimisi kırbaçtan, kimisi bacaktan, kıldan, gövdeden bahsediyor ama "medya" dediğiniz şeyi asla net bir şekilde burada anlatan kimseye rast gelmedim. Herkesin medyayla ilgili bir derdi var. Ben otuz beş yıl çalıştım, emekli oldum cezaevindeyken. Cezaevinde "Ben gazeteciyim." diye bağırıyordum. "Hayır, sen teröristsin, öylesin." diye yanıt geliyordu. Şimdi, bu işe bir aydınlık getirelim, bir açıklık getirelim; Türkiye'nin biraz aydınlığa, açıklığa, özgürlüğe, adalete, barışa ihtiyacı var.
Gazeteci sizin keyfinize göre yayın yapan kişi değildir, o kadar, bir net budur; bu, ister iktidar olsun ister muhalefet olsun. (CHP sıralarından alkışlar) Gazeteci hakikatin peşinde koşan kişidir ve gazetecinin yaptığı şey onun özgürlük sınırlarını belirlemez, gazetecinin yaptığı şey günceldir, haber verir size, size bilgi verir. Güneydoğu'da, Sur'da ne olup ne bittiğini polisin, İçişleri Bakanlığının bülteninden de takip edebilirsiniz, Hürriyet gazetesini veya işte başka gazeteleri de okuyabilirsiniz. Hangisini tercih ettiğiniz sizin tutumunuzu ortaya koyar.
Bu ülkenin biraz daha çok medya özgürlüğüne ihtiyacı var demek, medya çalışanının örgütlenme hakkına saygı duyuyorum demektir. Avrupa normlarını getirip ona vermek demektir. Medya patronlarını sınırlamak, onların sadece bu işle iştigal etmelerini sağlamak ve Türkiye'nin özgür haberle, özgürlükle, adaletle, barışla kucaklaşmasını sağlamak demektir.
Bakın, içimizde sadece dergi çıkartarak, sizin aranızda, sadece dergi çıkartarak, oralardaki fikri mücadelesiyle bugünlere gelen insanlar var. Siz şimdi o dergileri yok etmeye çalışıyorsunuz. Neden? "Gazeteciyim." diyen herkese gazeteci denmez. Bu ülkede veya dünyada evrensel kurallar vardır. Ama siz, "Gazeteci değilsin." dediğiniz için, otuz beş yıllık gazeteci de gazeteci olmaz yani, "Sen gazeteci değilsin." diyemezsiniz. Sizin verdiğiniz basın kartı sizinle onun ilişkisini belirler, evrensel ilişkiyi belirlemez. Benim gazeteci olduğumu bana bildiren şey, benim bağlı bulunduğum evrensel gazetecilik kuruluşlarıdır. Ve bu ilkeleri kendinize göre yontamazsınız. Özgürlük dediğiniz şey sadece sizin kendi hissettiğiniz alan değildir, başkalarının da özgürlüğü hissettiği alandır.
Bakın, ben 1982 yılından beri bu ülkede bütün liderlerle ve diğer devlet yönetimleriyle gazeteci olarak haşır neşir oldum. Turgut Bey'le birlikte uzun yıllar, Kenan Evren'le birlikte... Kenan Evren'in canı sıkıldı mı, eleştirdi mi aldırırdı, içeriye gönderirdi gazetecileri. Turgut Bey'le birlikte... Turgut Bey'le Başbakanlık binasından içeriye girdiğinizde, Turgut Bey'i hicveden karikatürlerden oluşan bir koridordan ilerlerdiniz ve bunu yabancılara göstermekten mutluluk duyardı. Süleyman Bey kendisini hicveden karikatürleri, yazıları kitaplar hâlinde derler, toplar, yayınlardı. Bu, bütün dünyaya "Bu ülkede özgürlük var." demenin bir yoluydu. Siz bugün, sizi kim eleştirirse, iktidar diyeyim, siz demeyeyim, iktidarı bugün kim eleştirirse ona bir soru işareti koyarak bakarsanız, bu bir yanlışlıktır; bu yanlıştan dönün. Neden döneceksiniz? Sizler için söylemiyorum, çocuklarınız için söylüyorum, çocuklarımız için söylüyorum. Kendi çocuğum için ne istiyorsam sizin çocuğunuz için de Allah daha fazlasını ona versin. Benim dileğim şudur: Bakın, eğer böyle davranırsanız, bu özgürlük alanlarını daraltırsanız yarın bu ülkeye kimse kredi vermez, kimse bu ülkenin entelektüellerini ciddiye almaz, içinizde entelektüel kalmaz, fakirleşirsiniz; Türkiye çöl olduğunda sizi yutar. Onun için, gelin, özgürlük alanını genişletin.
Size bir örnek vereceğim rahmetli ustam Cüneyt Arcayürek'ten, burada çokça tarih anlatılıyor da tarihe dair bir şey olsun, bir anı olsun. İsmet Paşa'nın sünnet töreni... Farzımuhal diyorum, bir gün sabah gazeteyi açsanız ve "Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın sünnet töreni" diye bir başlık görseniz ve onun altında şöyle bir şey duysanız tepkiniz ne olurdu? Gazeteciler Başbakanlık binasında toplanırlar, basın toplantısı işi uzar, uzayınca gazeteciler kendi aralarında şakalaşmaya başlarlar. Rahmetli ustam Cüneyt Arcayürek İsmet Paşa'nın taklidini çok güzel yapardı, hemen hemen aynı ses tonuyla ve oradaki makaralı teypler çalışır, oradaki bir butona basarlar ve bunu kayıt altına alır oradaki görevliler. İsmet Paşa'nın sünnet törenini canlandırırlar kafalarında ve orada insanlar taklit ederek eğlenirler. Bir hafta sonra İsmet Paşa Cüneyt Arcayürek'i makamına çağırır, "Gel bakalım arkadaş, şu sünnet olayı ne, bana bir anlat bakalım." der. İsmet Paşa böyle söyleyince Cüneyt Arcayürek kıpkırmızı, başına önüne eğer. "Yok, yok, dinledim, çok beğendim, şu benim taklidimi bir daha yapar mısın." (CHP sıralarından alkışlar) Öyle bir devlet anlayışından geldiğimiz yer burası. Bakın, eğer sistemi bu kadar sıkarsanız, bu kadar boğarsanız, yaşamasına izin vermezseniz boğulursunuz. Daralttığınız şey kendi özgürlük alanınızdır, yok ettiğiniz şey kendi varlığınız ve geleceğinizdir.
Sizi şuradan bir konuda emin olmanız için uyarmak isterim: Gazetecilik, satın alacağınız, hani o tekli sloganlar var ya 1940'lardan bugüne taşıdığınız, dünyanın çok karanlık zamanlarından getirip bir yanınıza koyduğunuz -niye koyduğunuzu da bilmiyorum o sloganları- o tekli sloganların yanına tek sesli bir medyayı koyamazsınız, bugün dünya böyle bir yerde değil. Bakın, dün, aranızda bu hareketin kurucuları var, onlar medyada yer bulabilmek için hepimizle konuşuyorlardı. Burada herkes var. Siz bir anda gökten ışınlanarak buraya gönderilmediniz, bir mücadelenin sonucusunuz. O mücadelede eğer özgür medyanın olanaklarından yararlanmasaydınız yoktunuz. Onun için, bugün muhalefet edenlerin yarın iktidar olmasının önünü kesmenin yolu, medyayı sınırlamak değildir. Gelin, bu özgürlük alanını daha da genişletin; gelin, insanların adalet isteklerine, özgürlük isteklerine, barış isteklerine karşılık olacak şeyler yapın.
Sayın bakanlara söylüyorum: Avrupa Birliği normlarını getirin, Türkiye'nin medyasına uygulayın. Daha da özgürleştirin, tartışılsın, tartışıldıkça büyür, gelişir ve bütün ülkeyi kucaklayacak, dünyaya da çağdaş, demokrat bir mesaj verecek noktaya gelirsiniz.
Bakın, bugün dergi çıkartanlar, bugün mizah işi yapanlar korkudan yapamıyorlar. Artık, bizim devlet yönetimimizde "Hadi şu espriyi bir daha tekrarla." diyen devlet adamı yok ya da onlardan yararlanarak bir katalog hazırlayıp dünyaya dağıtan devlet adamı da yok. Bu bir eksikliktir. Bu eksikliği giderin.
Burada aranızda Gramsci'den çok alıntı yapan, hegemonyayı çok anlatan ve hegemonyayla ilgili görüşlerini dile getiren arkadaşlar var. Gramsci'nin hegemonya anlayışı, önce iletişim kaynaklarının ele geçirilmesiyle başlar. Bütün iletişim kaynaklarını ele geçirirsiniz, hepsini tek sesli hâle getirirsiniz, bir gün bir düğmeye basarsınız, gazetelerin 15 tanesinde aynı manşet çıkar. Bu, hegemonyanın kötüye kullanımıdır. (CHP sıralarından alkışlar) Ondan sonra iş adamı gelir, iş adamını alırsınız, paramiliter gücünüz hâline getirirsiniz. "Şu kadar adamı şu kadar parayla şuraya göndereceksin, getireceksin." demeye başlarsınız. Sonunda, aydınları, entelektüelleri toplar, içeri atarsınız.
Benim yargılanmamdan bir örnek verip bitireceğim. Beş günlük sorgulamam sonunda "Suçum ne?" diyerek aşağı indirildim. Ömer Diken adlı bir yargıç, şimdi Fetullah Gülen'in Yargıtay sorumlularından biri olarak içeride bulunuyor... Tutuklanmak üzere suçüstü mahkemesine çıktık, dedim ki "Sayın Yargıç, benim gözaltına alınma gerekçem yok. Gözaltına alınma gerekçem yoksa bu tutukluluk da..." "Nedir sizin gözaltına alınma gerekçeniz?" "Şu tarihteki görüşmeyi söylüyorsunuz. Böyle bir görüşme yok, kaset istedim getiremiyorlar." dedim. "Öyle bir şey yok." dedi. "Ne var?" dedim. Dedi ki: "Siz bir şemada varsınız Tuncay Bey." "Ne şeması?" dedim. "Bu Ergenekon şeması." dedi. "Kim çizmiş?" dedim. "Ergenekoncular çizmiş." dedi. "Görebilir miyim?" dedim. "Hayır, göremezsiniz." dedi. "Avukatım görebilir mi?" dedim. "Hayır, göremez." dedi. "Kim görecek Beyefendi." dedim. "Ben gördüm ya ben yargıcım Tuncay Bey, yeter." dedi. "Peki, ben şemada nasıl yer alıyorum?" dedim. "Medyasında yer alıyorsun." dedi. Dedim ki "Efendim ben bu şemayı mutlaka görmeliyim." "Hayır, göremezsin. Tutuklandın şemada adın olduğu için." dedi. Ve ben tutuklandım. Dedim ki "Son söz, kayıtlara geçmesini istiyorum: Siz beni böyle tutuklarsanız Türkiye'de muhalefet etmek arzusunda olanların, genç çocukların isteklerini kırmış olursunuz, tek sesli bir Türkiye olur, o Türkiye çöl olur, o çöl sizi yutar." Ben cezaevindeyken Ömer Diken tutuklandı, Ömer Diken'e mektup yazdım: "Bak o çölleştirdiğin Türkiye seni yuttu." diye. (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye'yi çölleştirmekten ve o çölün mağduru olmaktan kurtulmanızı niyaz ederim. Dilerim ki daha çok özgürlük dileyin, daha çok adalet isteyin ve daha çok barış için çaba gösterin. Medya bunun da anahtarıdır.
Hepinizi saygıyla selamlarım efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.