| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 63 |
| Tarih: | 20.01.2017 |
SÜLEYMAN SENCER AYATA (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yapılan Anayasa değişikliklerinin Türkiye'yi siyasi birikiminden, kültüründen, geleneklerinden nasıl kopardığını ve demokratik rejimden ve hukuk devletinden nasıl uzaklaştırdığını sağlam gerekçelerle ve ayrıntılı olarak benden önce söz alan arkadaşlarım ortaya koydular. Yalnız, bu değişikliği savunan arkadaşlarımızın bir savunma biçimi, bir akıl yürütme biçimi, sık başvurduğu bir savunma yöntemi özellikle dikkatimi çekti. Bu arkadaşlarımız, demokratik anayasaların tüm unsurlarının, kurumlarının ve ilkelerinin bu düzenlemenin içinde yer aldığını defaten ve ısrarla savundular. Benim buradaki sorum şu: Tüm bunların Anayasa'da yazılı olması, bizim çıkıp tüm dünyaya karşı "Bakın, bizde demokrasi ve hukuk devleti var." dememiz için yeterli midir? Bunu tartışacağım kısaca.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, 20'nci yüzyılda, bundan yetmiş, seksen, yüz sene önce otoriterlik demek muhaliflerin, hukuk devletinin ve demokrasinin zor kullanılarak ortadan kaldırılması demekti. Oysa son otuz yılda otoriter rejimler tüm dünya tarafından denetlenmeye, izlenmeye başlayınca onlar da bir değişime uğradılar "yeni kuşak otoriterlik" diye bir kavram da çıktı. Bu yeni kuşak otoriter rejimler, artık, iktidarlarını, demokrasi ilkelerinin ülkelerinde tam olarak var olduğunu, eksiksiz olarak bulunduğunu söyleyerek sürdürmeye çalışıyorlar. Nitekim, bu rejimlerin anayasalarında meclisler, kişi hakları, siyasi haklar, basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı hepsi eksiksiz var. Örneğin, Meclis mi diyorsunuz, Meclis var, hem de gece gündüz demeden toplanıp, hayatın her alanını denetleyen yasaları dur durak bilmeden çıkaran meclisler var. Başkandan bir talimat geliyor, kanun çıkarılacak, hemen o kanunlar çıkarılıyor. Bu meclisler için "kanun yapma makinesi" de diyorlar zaten, "kanun imalat makinesi" de diyorlar. Gerçek parlamento deneyimiyle alakası bulunmayan bu makineler, kanun yapma makineleri, otoriter rejimlerin tanımlayıcı bir özelliği hâline gelmiş durumda.
Bakın, işin özü şu: Bu rejimler, baskıcı uygulamalarını bir hukuk maskesi ve bir meşruiyet maskesi kılıfı altında, şalı altında gizlemeye, saklamaya, hatta yaldızlayarak, cilalayarak bunu yapmaya çalışıyorlar. Evet, yasanın yazılı olması çok önemli, yasanın önceden biliniyor olması çok önemli ama "Yasa, usulüne göre yapılıyor mu?" sorusu tabii hukuk devleti açısından farklı bir soru. Bizdeki usule ilişkin tartışmalar, örneğin torba yasalar, OHAL konusunda zaten yapılıyor, sadece hatırlatıp geçeceğim. Ama, usul yetmez, esasta hukuk devleti sorunu var, esasta hukuk devleti. Demokrasi işliyor mu, insan hakları teminat altında mı, yargı bağımsız mı; bunların olmadığı ama bir yasal demokrasi örtüsü altında saklanan rejimler için bakın ne ad veriliyor? Örtülü otoriterlik, örtülü diktatörlük. (CHP sıralarından alkışlar) Dünyanın gözünde bir çeşit "deve kuşu rejimleri" olarak anılıyor bunlar. Türkiye'nin, bu düzenlemelerle demokratik dünyanın gözünde bu tür rejimler ailesine girmesine izin vermemeliyiz, vermeyelim arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)
İkinci bir konu, kısaca değineceğim, millet iradesi konusu, millet egemenliği konusu. Şimdi, "millet" dediğimiz zaman burada çok büyük laflar ediyoruz, ben biraz küçük laf edeceğim. Şimdi, bu milletin bir de bir ferdi var, bir ferdi var bu milletin. Bu milletin ferdi bu durumda beş yılda bir, altını çiziyorum beş yılda bir ama hesapladınız mı bilmem, ömrü boyunca sadece 8-10 kere, ömrü boyunca sadece 8-10 kere tüm iradesini emanet ettiği bir kişinin yaptıkları ve yapacakları üzerinde söz söyleme hakkına sahip olacak sadece hayatında 8 kere.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ayata, bir dakika daha veriyorum.
Tamamlayın lütfen.
SÜLEYMAN SENCER AYATA (Devamla) - Başkan her gün onun hayatını her yönüyle etkileyen kararları alacak ama yere göğe sığdıramadığınız o milletin ferdi, hayatı boyunca sadece 8-10 kere bir başkan için iyidir ya da kötüdür diyebilecek.
Şimdi, arkadaşlar, bu yapılan şudur: Dünya bir taraftan temsilî demokrasiyi yeterli bulmayıp katılımcı demokrasiye hatta doğrudan demokrasiye gitmeye çalışırken Türkiye gizli otoriterliğe doğru yelken mi açacak, sorum budur.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, sonuç olarak şunu söyleyeceğim: Sorunlarımız çok, kronik istikrarsızlık yaşıyoruz ama bunun kaynağı parlamenter rejim değil, gücün zaten tek bir odakta toplanmış olması neticesinde iktidarın sorun çözme kapasitesinin alabildiğine düşük olmasıdır. Türkiye daha on yıl önce kendini demokratik ülkelerle kıyaslıyordu. Önümüzdeki soru şu: Şimdi biz dünyaya sicilimizi "örtülü otoriterlik, örtülü diktatörlük" olarak mı kaydettireceğiz?
Saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ayata.