GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:68
Tarih:09.02.2017

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, cezaevlerinin tarihine baktığımız zaman öncelikle Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu'nun bir parçası olan Ceza İnfaz Yasası tarihte hep bugüne kadar vardı, var olacak çünkü insanın olduğu her yerde mutlak suretle suç olmuştur. Ancak, bu suçların adil bir şekilde yargılanması lazım ve adil yargılanan suçluların veya şüphelilerin, sanıkların adil bir şekilde de infaz kurumlarında cezasının infaz edilmesi lazım.

Ceza infaz kurumlarının bugüne kadar olan tarihçesine baktığımız zaman amacı nedir? Amacı, hep çağdaş bir infaz yasasından yana olmuştur ancak tarihe baktığımızda -Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihi daha önceki Osmanlı tarihinden geliyor- o dönemde, Osmanlı döneminde egemen olan infaz yasası var mıydı, cezaevleri var mıydı, hürriyeti bağlayıcı cezalar var mıydı? İlk dönemlerde yoktu. Osmanlı o dönemde İslam hukukuyla, şeriatla idare edildiği için cezaevlerine pek fazla yer verilmemekteydi. Ta 1840 yıllarından itibaren cezaevleri değil, bedensel anlamda bir yerlerde tutuklu bırakılıyor ve -bu da zamanla geliyor- 1851-1856'dan sonra kale burçları zindan olarak kullanılıyor. Bu kale burçları zindan olarak kullanıldığı dönemlerde oralar rutubetli, havasız ve aynı zamanda ışık görmez, güneş görmez ortamlardı. Geliyoruz ta Islahat Fermanı'na kadar, Islahat Fermanı'ndan sonra cezaevleri ibaresi gündeme geliyor ve o dönemde kanunla cezaevleri kuruluyor. Ancak, o dönemden itibaren mevcut olan, bu burçlarda bulunan, kalelerde bulunan zindanlar daha da iyileştirmeye doğru yer alıyor ve cumhuriyet kurulduktan sonra -765 sayılı Türk Ceza Kanunu'yla birlikte- 1926'dan itibaren cezaevleriyle Türkiye Cumhuriyeti devleti tanışmış oluyor.

Şimdi, bu tarihçeye baktığımız zaman... Biraz önce konuşan sayın hatip dedi ki: "Efendim, siz bana 'Türkiye'de eziyet, işkence var mı, yok mu?' şeklinde... Bu, terör örgütlerinin propagandasıdır. Bunlar külliyen yalandır." Türk Dil Kurumuna bakarsanız eziyetin, işkencenin anlamı maddi ve manevi anlamda yapılan eziyettir; aşırı gerginlik yaratmaktır, sıkıntılı durum ve azap yaratmaktır.

Sesleniyorum, sayın bakan da karşımızda, iktidarın sözcüleri de karşımızda; daha dün kanun hükmünde kararnameyle görevden alınan bu öğretim üyelerine, bu öğretmenlere bu bir eziyet değil mi, bu bir işkence değil mi? Sizin eziyet ve işkence anlayışınıza göre sopayla mı dövmek lazım veya ipe mi germek lazım? Eziyet anlayışınız ne? (CHP sıralarından alkışlar) Türk Dil Kurumuna bakın, dünyadaki literatüre bakın; kişiye maddi ve manevi anlamda eza veriyorsa, cefa çektiriyorsa, sıkıntıya düşürüyorsa, gerginlik yaratıyorsa bu bir eziyettir. Yani bunun bir başka izahatı yok. Mutlak suretle tekmeyle, tokatla, sopayla vurmak eziyet, işkenceyse bu, çağ dışı değerli arkadaşlar; böyle bir anlayış yok, dünya bu anlayışı çoktan bıraktı.

Şimdi, cezaevlerinde yaşanan sorunlara baktığımız zaman değerli arkadaşlar, size başlıklar şeklinde sayacağım.

Bir: Odak... Yer veriyorum, İstanbul Silivri Cezaevinde 6, 7, 8 no.lu koğuşlarda avukatların, müvekkilleriyle görüşmeye gittikleri zaman, kâğıt kalem almaları yasak, kâğıt ve kalemle avukat görüşmeye giremiyor. Peki bu avukat niçin gidiyor oraya? Müvekkiliyle konuşup müvekkiline faydalı, yararlı bir savunma yapmak için gidiyor; onun haklarını, hukukunu öğretmek için, öğrenmek için gidiyor. Orada bu görüşmeler yapıldığı zaman bir gardiyanın nezaretinde kamera kayıtları alınarak bu şekilde görüşmeler tamamlanıyor. Oradaki şüpheli veya sanığın bahsettiği konularla ilgili ifade ettiği açıklamaların tamamı kamera kaydına alındığı için delil teşkil ediyor ve onu da mahkemelerde kullanıyorlar. Peki, sormazlar mı sizlere: Anayasa'nın 38'inci maddesinin (5)'inci fıkrasında "Kimse kendi aleyhine bir beyanda bulunmaya zorlanamaz." denilmektedir. Avukatıyla görüşürken hukuka aykırı yöntemlerle bu işi niçin alıyorsunuz, delil yaratıyorsunuz?

Değerli arkadaşlar, başında bu gardiyan ve aynı zamanda kamera kayıtlarını yaptıktan sonra hatta elinde kalem bulunanlar... Size çıplak bir örnek vereyim: Siz benim bu gözlüğümü zorla alırsanız gasba girer ama benim haberim olmadan bunu alırsanız hırsızlığa girer. Avukat eğer size bunu orada anlatırsa müvekkili size herhangi bir açıklamada bulunamıyor. Bunun aynısını avukat müvekkiline anlatmak zorundadır. Hatta ve hatta vatandaşın avukattan yararlanabilmesi için, hukuki bilgisinden yararlanabilmesi için olayı tüm çıplaklığıyla öğrenmesi lazım. Nasıl ki bir hasta doktora gidiyorsa, doktorun hastasına teşhis koyabilmesi için onun tüm tetkiklerini yapması gerekiyorsa avukatın da müvekkiliyle ilgili tüm olayları bilmesi lazım değerli arkadaşlar. Siz, eğer bir doktora "Tetkiki yapmayın, eksik yapın." derseniz teşhisi eksik koyacak. Hukukçunun da olayı tüm çıplaklığıyla öğrenmesi lazım. Ama, mevcut olan bu uygulamayla avukatlar şunu söylüyor müvekkillerine: "Bak, şu anda kameraya alınıyoruz, tüm konuşmalarımız kayda geçiriliyor, senin aleyhine delil teşkil edebilir, onun için ona göre konuş, ben sonuçlarına katlanmam." diyor. Peki, avukat o zaman niçin gider oraya? Herhâlde psikolojik anlamda vatandaşı tatmin etmek için oraya gitmiyor.

Şimdi, Türkiye'de bir tane Adalet Bakanlığı var, farklı bir Adalet Bakanlığı yok. Şimdi, Ankara'daki, Sincan'daki cezaevinde hafta sonu görüşmeleri var, cumartesi, pazar günü avukatlar görüşebiliyor; İstanbul'da hafta sonu görüşemiyor. İstanbul'daki Silivri cezaevlerinde 6, 7, 8, 9'da uygulama farklı, diğerlerinde farklı; aynı siyasi suçlular. Peki, arkadaşlar, farklı bir Adalet Bakanlığı mı var, nedir bu uygulama? 9 no.luda kâğıt parayla içeri giremiyorsun sayın vekilim, kâğıt para. Avukat, üstündeki kâğıt parayı çıkaracak, görüşmeyi öyle sağlayacak.

Şimdi, Metris Cezaevinde, Metris'te kâğıt, kalem, dosya hiçbir şey alınmıyor. Burada, hatta Silivri'de siz müvekkille görüşmeye gittiğiniz zaman avukatı olarak müvekkilinizle tokalaşmanız bile yasak. Bu anlamda söylenecek çok şey var. Mesela, eğer bir ülkede fabrikalar kapanıyorsa, cezaevlerinin sayısı sürekli artıyorsa o toplum sağlıklı bir toplum değil.

3 Kasım 2012'de AKP siyasi iktidara geldiği zaman Türkiye'de 60.561 kişi tutukluydu -hükümlü ve tutuklu dâhil- 21 Eylül 2016 tarihi itibarıyla 193.047 kişi tutuklu yani geometrik olarak 3 kat artmış. Nereden nereye? Eğer bir ülkede sürekli cezaevlerinin kapasitesi artıyorsa, oranı artıyorsa burada sağlıklı bir gelişme yok.

26'ncı Dönemde, aşağı yukarı biz bir buçuk yıldır buradayız, toplam 8 tane cezaevi dolaşılmış, onun da listesi burada bende. O dolaşılan cezaevleri de fazla şikâyetlerin geldiği yerler değil. Hatta ve hatta 2 binin üzerinde şikâyet İnsan Hakları İnceleme Komisyonuna gelmiş ama herhangi bir etkin araştırma yapılmamış. Bu anlamda -söyleyeyim ben- arkadaşımız diyor ki: Keyfî muamele, işlemler 574, resmî, İnsan Hakları İnceleme Komisyonuna geliyor. Yargı kararlarından memnuniyetsizlik 860, sağlık sorunlarından 204, fiziki koşullardan 207 şikâyet geliyor. Sincan Kadın Cezaevinden bir örnek: Çocuk otuz günlük, normal aşılarının olması gerekiyor. Çocuğu anneden alıyorlar, anne cezaevinde, çocuğu sağlık ocağına götürüyorlar, saatlerce geç geliyor ve orada iki ayrı aşı yapılmış. Anne, o aşıların yanlış yapıldığını söylüyor, bu şekilde sıkıntılar var. Yahu, arkadaş, o anne çocukla birlikle sağlık ocağına niçin götürülmez? Orada, cezaevinin bulunduğu alanda aşı yapılacak imkân yok. Bunu herhangi bir hukukla, herhangi bir ahlakla, herhangi bir uluslararası sözleşmeyle izah etme şansına sahip değiliz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, bir dakika...

MAHMUT TANAL (Devamla) - Bitiriyorum.

BAŞKAN - Sayın Tanal, tamamlayın.

Buyurun.

MAHMUT TANAL (Devamla) - Bitiriyorum.

Sağ olun Değerli Başkanım.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu bahsettiğim, mesela bu Sincan Cezaevinde on yedi gündür bebek gözaltında, elli üç günlükken -gözaltına alınıp on yedi gün gözaltında kaldıktan sonra- anne sütü verilemiyor çocuğa.

Peki, on yedi gün gözaltında, elli üç günlük bir çocuğa eğer anne sütü verilmiyorsa bizim Ceza Kanunu'muzda, İnfaz Kanunu'nun 2 ve 3'üncü maddesinde zalimane, insanlık dışı, aşağılık, aşağılayıcı, onur kırıcı davranış değil mi bu? Yani ceza kanunlarımız mükemmel, eksiklik yok, daha da iyileştirilebilir. Ama, rahmetli bir hocamız derdi ki: "Kötü bir kanun, iyi bir uygulayıcı elinde iyi olur; iyi bir kanun, kötü bir uygulayıcı elinde kötü olur." Sorun insan unsuru değerli arkadaşlar.

Teşekkür ediyorum.

Saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)