| Konu: | Serbest Bölgeler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 68 |
| Tarih: | 09.02.2017 |
MHP GRUBU ADINA AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüştüğümüz kanun tasarısının ikinci bölümü üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Öncelikle Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisine yeterli katma değer yaratması beklenen serbest bölgeler, uzun bir süreden bu yana maalesef beklediği ilgiyi görememiş ve gerekli destekleri de alamamıştır. Bu görüştüğümüz, görüşmeleri hâlen devam eden tasarı mevcut sorunları da tam karşılayabilecek düzeyde değil ve maalesef, yine geç kalmış bir tasarıdır. Ancak "Zararın neresinden dönülürse kârdır." sözünü hatırlatarak bu tasarının ikinci bölümü üzerindeki görüşlerimizi dile getirmeye gayret edeceğim. İşte, bu yüzden, faaliyette olan serbest bölgelerimizin yatırım çekmesi, özellikle yabancı yatırım çekmesi, teknolojik yenilikleri geliştirmesi ve ihracatı artırması konusunda istenen başarıya ulaşamadığı gerçeği bütün çıplaklığıyla karşımızda durmaktadır. Son beş yıla baktığımız zaman, maalesef, serbest bölgelerimizdeki ticaret hacmi de giderek geriye düşmektedir.
Sayın milletvekilleri, hemen her konuşmacının bu kürsüde dile getirdiği gibi, serbest bölgelerimizin faaliyette olanlarının sayısı 18'dir. Biraz önce konuşan Sayın Erol Dora'nın da belirttiği gibi, bu 18'in içerisinde sayılmayan Mardin gibi bölgelerimizde de maalesef hiçbir faaliyet yoktur. Ancak, 57'nci Hükûmet döneminde kurulan 4 serbest bölge ki bunlardan bir tanesi TÜBİTAK MAM 1999 yılında, diğeri 2000 yılında kurulan Denizli ve aynı yıl kurulan Bursa ve daha sonra Kocaeli gibi serbest bölgeleri de dâhil ettiğimiz zaman, ceman 18 serbest bölge faaliyette bulunuyor.
İlk olarak 1985 yılında çıkarılmış ve bir ekonomi politikası aracı olarak serbest bölgeler günümüz Türkiyesi'nin ekonomi uygulamalarına miras bırakılmış. Ancak daha sonra 1999 yılında çıkarılan 4458 sayılı Gümrük Kanunu'yla bu bölgelerin AB gümrük mevzuatıyla da uyumlaştırılması sağlanmış değerli milletvekilleri. Daha sonraki yıllarda yine 57'nci Hükûmet döneminde öncelikle 2000 yılında çıkarılan organize sanayi bölgeleri, daha sonra, bir yıl sonra 2001 yılında çıkarılan teknoloji geliştirme bölgeleri ve nihayetinde 2002 yılında çıkarılan endüstri bölgeleri kanunları bu tip ekonomi politikasını daha iyi, daha güzel, daha verimli hâle getirmek için ortaya konulan sanayi bölgeleri kanunlarıdır ve bu kanunlar yatırımları teşvik etmek için, yatırımcıyı çekmek için ve sonuçta da sınırları tasdikli üretim bölgeleri hâlinde faaliyet sürdürmüştür bugüne kadar. Bu yolla da yabancı sermaye girişinin teşvik edilmesi, artırılması amaçlanmıştır. Ancak yine, biraz önce belirttiğim gibi, son on dört yıldaki uygulamalarımıza baktığımız zaman maalesef bu saydığım bütün bölgelerin hepsindeki sorunların kulak ardı edildiğini ve burada yaşanan ekonomik kayıpların da Türkiye ekonomisindeki diğer krizlere kapı araladığını görüyoruz.
Bu tasarıyla -özellikle ikinci bölümde de belirttim- Bakanlar Kurulunun arazi ve tesislerde acele kamulaştırma yetkisi alması ve daha sonra yurt dışında kurulacak serbest bölgelerin Türkiye'de yerleşik bir şirket eliyle kurulmasına da yine Bakanlar Kurulu vasıtasıyla izin verilmesi sağlanmıştır.
Sayın milletvekilleri, ülkemizdeki finansal sistemin şirketlerin ihtiyacı olan yeterli mali kaynağı sağlayamaması, günümüz ekonomisinde de 2 tane temel sorunu getirmektedir özellikle KOBİ'ler bakımından. Bunlardan bir tanesi, yenileşmenin motoru olan KOBİ'lerin yeterli finansman kaynağına erişememesidir ve bunun sonucunda da doğal olarak, yeterli istihdamın yaratılamaması meselesi gelmektedir. İkinci mesele: TL cinsinden sınırlı finansman kaynakları olması sebebiyle, başta büyük şirketler olmak üzere, gene, orta ölçekteki bütün şirketleri ve çok sayıda firmayı kapsayan döviz cinsinden yüksek borçlanma sorunuyla Türkiye ekonomisi karşı karşıya kalmıştır. Ve bu 2 temel sorun, ekonomide sermaye akımlarındaki ani duruşlar karşısında oluşabilecek dış şoklara karşı daha duyarlı hâle gelmemize vesile olmuştur. Söz konusu olan bu gelişmeler, özellikle büyük firmaların ve ihracatçı firmaların döviz cinsinden borçlanmalarını sürdürmelerine yol açmış ve bunun sonucunda da dolarizasyon oranında ancak sınırlı bir düşüş olmuştur.
Bunları şunun için girizgâh olarak söylüyorum: Özellikle son iki üç ay içerisinde yaşadığımız, kurlardaki aşırı dalgalanma... Evet, Türkiye'de bir dalgalı kur sistemi var ama bu dalga, her ne hikmetse, geçtiğimiz aylar itibarıyla hep yukarı doğru bir yansıma yapmış, ancak son zamanlarda, özellikle son bir hafta içerisinde birkaç kuruşluk bir inişe sebebiyet vermiş. Ama yurt içi tasarruflarımızın düşük olması nedeniyle, bankacılık sektörünün finansman ihtiyacını, gene, yeterince karşılayamaması sebebiyle, bu bahsettiğim özellikle orta ve küçük ölçekli firmaların TL cinsinden düşük maliyetli kaynak bulamaması sorunu hâlen daha çok ciddi bir şekilde devam etmekte.
Madem borçlanıyoruz o zaman durum ne oluyor, o tabloyu da kısaca göz önüne getirelim. Dış borcumuz son on dört yılda yüzde 222 artmış. Bu böyle artış gösterirken -biraz önce de söyledim- aslında özel sektörün borcu çok vahim bir şekilde artış göstermiş. Döviz pozisyon açığı -bir yerde konuştuğumuz bu- 2002 yılında 6,5 milyar dolardan geçtiğimiz yıl içerisinde 213 milyar dolara gelmiş. Bu borcun bir kısmı Hazine garantili veya değil ama "Bizim borcumuz değil, özel sektörün borcu." diye de neme lazımcılık yapamayız, sonuçta ülke borcu olarak karşımızda durmaktadır.
Değerli arkadaşlar, bu borç aynı zamanda, biraz önce söylediğim kur dalgalanmasından dolayı firmalara yaklaşık 2,1 milyar TL'lik kur farkı zararı getirmiştir. Geçen yıl kurda ortalama 60 kuruş artış olduğunu var sayarsak bir yıl içerisinde 126 milyar Türk lirası bir zararla özel sektör, bahsettiğim küçük ve orta ölçekli firmalar bir zararla karşılaşmışlardır. Bugün bu şirketlerimizin borçları bu kadar hızlı artarken, maliyetlerinde çok ciddi artışlar olurken, tam tersi, kâr oranlarında da gerilemeyle karşılaşmışlardır.
Değerli arkadaşlar, özel sektörün bu artan döviz cinsi borç stokunun ekonomimizdeki bir temel kırılganlık sebebi olduğu, bir sürü başka sebep var ama esas sebeplerden biri olduğu artık bütün uluslararası kuruluşlar tarafından, yetkin, bu konuda araştırma yapan firmalar tarafından da sıkça dile getirilmektedir. Bunların bir tanesi de Uluslararası Para Fonu'dur. Son günlerde yazdığı raporlarda Türkiye ekonomisindeki bu kırılganlığa dikkat çekerek tedbir alınması gerektiğini belirtmiştir Uluslararası Para Fonu.
Dış politikanın yansımaları da doğal olarak dış ticaretimizi etkilemektedir. TÜİK rakamlarını gene dile getirelim: 2014 yılında 157,6 milyar dolar ihracatımız varken, 2015'i bir kenara koyun, bir yıl daha ileriye alalım, geçtiğimiz yıl, 2016 yılında 142,6 milyar dolar olmuş. Ciddi bir kaybımız var. Buna mukabil ithalatımız da 198,6 milyar dolar olmuş. Yani ortaya rakamları koyduğumuz zaman dış ticarette de bir gerileme var.
Bakın, dış kaynak veya döviz kaynağımızı etkileyen diğer kalemi de hemen sizin gözünüzün önüne getireyim, turizmde de ciddi kaybımız var. Turizm gelirlerinde de 2016'da bir önceki yıla göre yaklaşık yüzde 30 civarında bir düşüş olmuş, 22 milyar dolarlık bir gelirimiz var, yaklaşık 9,3 milyar dolar kayıp demektir bu ve bu, ciddi bir kayıptır döviz kazancı anlamında. Bu rakamlar, Türkiye ekonomisinin ekonomik ilişkilerinin de maalesef azaldığını ve dünya ekonomisi içerisinde yerimizin, payımızın da küçüldüğünü göstermektedir.
Değerli milletvekilleri, biz her zaman söylüyoruz, yapıcı öneriler ve gelen tasarılara Milliyetçi Hareket Partisi Grubu destek vermeye her zaman hazır.
Bu tasarının bu şekliyle hayırlı olmasını diliyor, hepinizi tekrar saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)