GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:73
Tarih:22.02.2017

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, bu Abdi Aykut'la ilgili bilgi vereyim. Abdi Aykut'un fotoğrafı bu, hâli de bu. Eğer Sayın Muş bakarsa bu fotoğrafa.

Avukatların bana verdiği bilgiye göre kendisi 17'sinde gözaltına alındı, 18'inde Mardin Devlet Hastanesine kaldırıldı, şu anda göğüs cerrahisi bölümünde ve jandarmada, gözaltında getirildiği hâl bu. Sayın Muş, Abdi Aykut. Bu bilgiyi bana İçişleri Bakanı değil, sahadaki avukatlar verdi, bunun da bilinmesini isterim. Teröre lanet olsun, yapanlara lanet olsun, terör yöntemine lanet olsun, ama insanları bu hâle getirenlerden de hesap sormak bu Meclisin görevi, hepimizin görevi. Bunu Başbakanlığa sordum, henüz bir yanıt gelmedi değerli arkadaşlar. Bana bildirilen bunun gibi 38 vaka var, köylülere gözaltında işkence vakası var, aksi varsa Bakanlık açıklasın. Bu fotoğraf da biraz önce, bugün, gündüz saatlerinde bana Mardin'den avukat arkadaşlar tarafından gönderildi. Getirildiği durum bu. Eğer göğüs tüpü takılmasaymış ölecekmiş. Hastanede durumu bu. Bilmenizi istiyorum.

Değerli arkadaşlar, çok ağır bir dönem yaşıyoruz gerçekten. Ben 80'li, 90'lı yıllarda -hep burada söylüyorum- yani zorunlu olarak, o ortamdan kaynaklı olarak ceza avukatı oldum, insan hakları hukuku üzerine çalıştım. O dönemin insan hakları ihlalleri beni hukuk doktoru yaptı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ilk giden avukatlardan bir tanesiyim. Hukuk doktoru oldum o nedenle, insan hakları ihlalleri nedeniyle hukuk doktoru oldum ama inanın, sizin bu döneminizde eğer akademisyenlik falan yapsaydım profesör olurdum, ihraç edilmeseydim eğer. (CHP sıralarından alkışlar) Çünkü insan haklarının bütün alanları bakımından en dipteki bir dönemi yaşıyoruz. İslami literatürde "gayretullah" kavramı vardır yani Allah'ın tahammül edemeyeceği sınırı gösterir. Gerçekten o sınırı aşmış durumdasınız.

Bakın, siz iktidar milletvekillerisiniz, size kimse ulaşamıyor ya da bu konularda size bir şikâyet gelmiyor ama bize her gün yüzlerce, yüzlerce şikâyet geliyor. OHAL'den sonraki tablo berbat, bütün alanlar bakımından berbat. Yani milletvekillerinin buradan, bu Meclisten aynen kamudan ihraç gibi ihraç edilmesini söylemiyorum. O vahim bir durum tabii bu Parlamento tarihi bakımından ama 200 bine yakın tutuklu var. Sadece geçen yıl cezaevlerinde ölen insan sayısı 310, bakın 310. 2010-2015 yılları arasında 432 faili meçhul cinayet var. Bunların teker teker isimlerini ben burada saydım. OHAL'den sonra sokağa çıkma yasaklarında ölen çocuk sayısı 30. 300'den fazla sivil ölüm var ve bunların dışında yakılan, yıkılan, yerle bir edilen yerler var. Evet, hendek yanlış, hendeği yapanlara da lanet olsun ama insan haklarını, yaşam hakkını gözetmeden nasıl yapacağız bütün bu işleri? Ve burada, bu gruptan insan hakları konusunda, temel haklar konusunda herhangi bir itiraz gelmiyor, herhangi bir itiraz.

Yargı berbat değerli arkadaşlar, berbat yargı. Yargının bu kadar kötü olduğu bir dönem hiç olmamıştı Türkiye'de, sıkıyönetim dönemleri dâhil olmak üzere. Devlet güvenlik mahkemelerinin yargısı bile bu kadar berbat değildi değerli arkadaşlar. Doğrudan doğruya iktidardan talimat alan bir yargı anlayışı var, doğrudan doğruya.

Bakın, ben bir avukat olarak şunu anlamam, anlayamam: 4 Aralık 2013 tarihli Anayasa Mahkemesi kararı var, Mustafa Balbay kararı. O kararın Türkçesi şudur değerli arkadaşlar: "Milletvekili eğer seçilmişse onun seçenlerin iradesine saygı gösterilmelidir, tabii ki yargılanabilir ama tutuklanamaz." diyor Anayasa Mahkemesi, "Seçme ve seçilme hakkına aykırıdır." diyor. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru üzerine vermiş olduğu karar; bizim mahkememiz, bu üyeler... Bakın, bir grup başkan vekili tutukluydu ayın 30'unda. Diyarbakır'daki mahkeme bunu gerekçe göstererek, gerekçesine bunu alarak tahliye kararı verdi. Evet, doğru. Aynı gün, aynı adliye içerisinde başka bir mahkeme serbest bırakılan 2 milletvekilini tutukladı değerli arkadaşlar; aynı gün, aynı bina içerisinde, aynı adliye içerisinde. Serbest bırakılan grup başkan vekili on yedi gün sonra yine aynı yerdeki mahkeme tarafından tutuklandı. Yani, burası Türkiye değil mi, burası adliye ortamı değil mi? Niye bunlardan bir tek cümle etmezsiniz? Neden etmezsiniz? Neden yargının durumuna, insan hakları bakımından bu kadar berbat hâle gelişine göz yumarsınız, neden? Hesabınıza geldiği için mi? Evet, düşüncelerine katılmayabilirsiniz, benim de katılmadığım düşünceleri var ama temel hakları, bu Parlamentonun onurunu savunmak bizim hakkımız değil mi, hepimizin hakkı değil mi? Ama, bunları maalesef yapamıyoruz.

Bakın, Ahmet Necdet Sezer döneminde Cumhurbaşkanına hakaretten sadece 26 tane dava var. Şimdi 2 bin var, 2 bin; 2 bine yakın dosya var. Kimse ağzını açamıyor, hiç kimse; hiç kimse ağzını açamıyor.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Sayın Hatip, özür dilerim.

Sayın Başkanım, özür dilerim, şimdi içerideki televizyonlar kapalı, konuşmacının konuşmaları da gösterilmiyor.

BAŞKAN - Sayın Tanal, lütfen...

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Ama, çok önemli bir şey, televizyonun açık olduğu bir saat.

BAŞKAN - Yani, duyarlı olduğunuzu ortaya koymak için çaba sarf ediyorsunuz ama bunu yaparken bir yandan da Meclisin düzenini bozuyorsunuz, konuşmacı kürsüde. Buraya gelip bana söyleyebilirsiniz bunu.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Ama, Meclis TV yayını yok Sayın Başkan.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) - Efendim, böyle bir şey varsa açsınlar ama.

BAŞKAN - Buraya gelip söyleyebilirsiniz bunu Sayın Tanal. Burası istediğiniz zaman konuşabileceğiniz bir yer değil.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Efendim, izin istedik sizden.

BAŞKAN - Buraya gelip söyleyebilirdiniz. Lütfen...

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Ama, bu kadar gergin olmanızı gerektiren bir neden yok ki.

BAŞKAN - Sürenize ekleyeceğim Sayın Tanrıkulu.

Buyurun.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) - Tamam efendim.

Yargı bakımından bu kadar berbat bir ortam var. Bakın, gazeteci Deniz Yücel sekiz gündür gözaltında değerli arkadaşlar. Kendisine sorulan tek bir soru yok, tek bir soru yok ama kanun hükmünde kararnameyle gözaltı süresini ilk önce otuz gün, sonra on beş gün yaptınız. Ya, bir gazeteci sekiz gün neden gözaltında tutulur, neden gözaltında tutulur? Reina'yı bombalayan terörist sekiz gün gözaltında tutulmadı, sekiz gün. Nedeni ne? Bir bakanla ilgili olarak haber yapmış olması. Yani, orada tutularak cezalandırılıyor. Sekiz gün neden gözaltında tutulur değerli arkadaşlar? Bir gazeteciye emniyetin soracağı sorular sekiz günü alır mı, değerli arkadaşlar, alır mı sekiz günü?

Almanya'dan ikide bir itirazlar geliyor, hiç bunları duymuyorsunuz. Neden bu sekiz günlük gözaltına ilişkin bir cümle bir şey söylemiyorsunuz? Yedi gün niye on beş güne çıkarılıyor?

Değerli arkadaşlar, 153 gazeteci hapiste. Türkiye bundan dolayı her gün ama her gün başka yerlere hesap vermek durumunda kalıyor, her gün. Peki, niye sormuyorsunuz? Darbecilerin davası açıldı, hepsinin davaları açılıyor, teker teker görülüyor, ya bu gazetecilerin davaları niye açılmıyor? Darbe yapanların davası açılıyor. Bunları açmak kolay ama Cumhuriyet gazetesinin yöneticilerinin, yazarlarının davalarını -yüz günden fazladır sürüyor- açmak mümkün değil. Bu itirazları siz yapmadığınız sürece, sizler de yapmadığınız sürece bu toplumda ortak bir vicdanı yakalayamayız, yakalamamız mümkün olmaz ve Türkiye'nin bir insan hakları ihlalleri cehennemine dönüştürülmesine göz yummuş oluruz, göz yummuş oluruz.

40 bin kişi tutuklandı değerli arkadaşlar, 40 bin kişi. 110 bin kişi ihraç edildi. Akademisyenler... 4 binden fazla ihraç var değerli arkadaşlar, 4 binden fazla ve yargı yolları kapalı. Şimdi, uyduruk bir iç hukuk yolu oluşturuldu, daha göreve başlamadı. İki yıl sürecek. İki yıldan sonra idare mahkemesi iki yıl sürecek, sonra üç yıl Anayasa Mahkemesi sürecek, sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi sürecek; "Ölme eşeğim yaz gelsin." mantığı. Bunlardan vazgeçmelisiniz, bir an evvel normalleşmeyi sağlamak için adım atmalıyız.

Şunu da ifade etmek durumundayım: Bakın "Allah'ın lütfu." dediğiniz bu darbe girişiminden referandum nedeniyle faydalanıyorsunuz. Bütün medyaya el koyarak, bütün medyaya el koyarak, bütün muhalifleri içeriye atarak, susturarak bu ortam içerisinde Anayasa oylaması yaptırmaya çalışıyorsunuz. Peki, şartlar eşit mi, dürüst mü, adil mi? Adil ve dürüst seçim sadece ve sadece oylama gününü ifade etmez, oylama sayım işlemlerini ifade etmez, seçim sonuçlarına hile karıştırmamayı ifade etmez, aynı zamanda bütün sürecin adil ve dürüst olmasını ifade eder. Peki, bu süreç adil ve dürüst mü? Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine ve Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine bildirimde bulundunuz 21 Temmuzda, temel hak ve özgürlükleri kısıtlayacağınızı ifade ettiniz. Temel hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı bir ortamda -Anayasa gibi- toplumun bilgi alması gereken, kamuoyu oluşturması gereken bir ortamda referandum yapılabilir mi, neresi adil ve dürüst? Bakın, geçmişe dönüp baktığınızda, gerçekten dönüp baktığınızda bu durumdan utanılacak, Parlamentonun bu sessizliğinden utanılacak, Parlamentonun kendi itibarına, kendi meşruluğuna bu kadar çok gölge düşürülmesinden utanılacak diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tanrıkulu.