GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:96
Tarih:24.05.2017

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, eşini bir faili meçhul cinayette kaybetmiş bir Meclis Başkan Vekilinin yönettiği bir oturumda böyle bir konuşmayı yapmış olmayı bir ironi olarak, Türkiye'ye özgü bir ironi olarak kabul ediyorum. Yirmi dört yıldır adalet arıyorsunuz ancak hâlen, Meclis Başkan vekilisiniz ve adalete ulaşma imkânınız olmadı eşinizle ilgili olarak. Bu da Türkiye'nin özellikle faili meçhul cinayetler ve kayıplar konusunda hangi noktada olduğunu çok açık bir biçimde ortaya koyuyor.

Değerli arkadaşlar, kayıplar, sıkıyönetim, darbe, olağanüstü hâl dönemlerinin bir uygulamasıdır, bir pratiktir ve bu pratik, bizim geçmişimizde var. Bunun onlarca örneği var ama olağanüstü hâl pratiği, kayıpların en fazla yaşandığı dönemdir.

Şimdi, öncelikle, yine olağanüstü hâldeyiz ve bir yalan var, bir yanlış var. Olağanüstü hâlin Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında kaldırıldığına ilişkin bir yalan var, bir yanlış var, öncelikle bunu düzeltmek isterim. Hep şu söylendi: "Olağanüstü hâli biz kaldırdık, her gittiğimiz yerde bize olağanüstü hâli kaldırın denildi." En sonunda, Adalet ve Kalkınma Partisi kongresinde "Biz geldiğimizde olağanüstü hâl vardı." dendi, bu, tümüyle yalan, tümüyle yalan!

Bakın, -Sayın Cemil Çiçek de burada- 19 Haziran 2002 tarihli Meclis tutanakları. Konuşan, dönemin İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen. Olağanüstü hâlin uzatılmasına ilişkin tezkereye ilişkin konuşuyor. Konuşması şu, son bölümünü okuyorum: "Bu düşüncelerle ve değerlendirmelerle, olağanüstü hâlin 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den itibaren Hakkâri ile Tunceli illerimizde sona erdirilmesini, Diyarbakır ve Şırnak illerinde ise olağanüstü hâl uygulamaları sonrası alınacak tedbirlere hazırlık süresi verilmesi için 4 ay daha uzatılmasını, yüce Meclisimizin takdirine sunuyorum." Ne zaman demiş bunu? 17 Haziran 2002 tarihinde. Daha Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı yok. 3 Kasım seçimlerinden sonra gelmiş, sadece iki ilde 3 Kasım itibarıyla olağanüstü hâl var, Diyarbakır ve Şırnak. Onunla ilgili olarak da bu Meclis bir irade ortaya koymuş, demiş ki: "Son kez uzatıyorum." "Son kez sizden yetki istiyorum. O da olağanüstü hâlden sonraki tedbirleri nasıl alacağız?" Nitekim 30 Kasım 2002 tarihi itibarıyla da olağanüstü hâl, en son uygulandığı, on beş yıl sonra en son, uygulandığı Diyarbakır ve Şırnak'ta kaldırılmış. Önceki Meclis yani Adalet ve Kalkınma Partisinin olmadığı bu Parlamento buna karar vermiş. Dolayısıyla "Olağanüstü hâli biz kaldırdık." tamamen yalan, tamamen yanlış, tamamen bir algı operasyonu. Evet, kaldırmadınız ama şu anda 81 ilde olağanüstü hâl ilan ettiniz. Nasıl bir rejim bu, nasıl bir rejim bu? Hani olağanüstü hâle karşıydınız!

7 Hazirandaki afişlerinize bakalım, 7 Hazirandaki afişlerinize; "Olağanüstü hâli kaldırdık, özgürlük geldi.", bunu diyen, siz değil misiniz 7 Haziranda? (CHP sıralarından alkışlar) Peki, şimdi ne oldu? Sayın Genel Başkanınız, TÜSİAD'da "Neyiniz eksik?" dedi ve kurultayında "Kalkmayacak." dedi, değerli arkadaşlar, "Kalkmayacak.", "Olağanüstü hâl kalkmayacak." dedi. "Neyiniz eksik?" Evet, eksik, çok şeyimiz eksik, çok şeyimiz eksik. Eğer eksik bir şey olmasaydı Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine neden bildirimde bulundunuz, "Şu hakları uygulamayacağım." diye; soruyorum, cevabını verin. Ya da Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi uyarınca yükümlülükler konusunda neden "Bunlara uymayacağız, askıya aldık." dediniz? Bunlar eksik. Ne eksik? Sizin görmediğiniz adalet eksik, sizin görmediğiniz özgürlük eksik. Bunlar eksik, bunları görmüyorsunuz.

Biraz önce Yüksel Caddesi'ndeydim. Polis memurları, milletvekillerimiz oradayız. Açıklama yapacağız, açıklama, İnsan Hakları Anıtı önünde. Sokakta yüzlerce polis memuru ve TOMA. Bu cumhuriyetin milletvekilleri, 100 metre ötede, Ankara'nın göbeğinde, Meclisten 500 metre ötede bir yere giremediler, Ankara Valisi'nin talimatı üzerine; yazılı talimat da yok ve kanunsuz emir, bunlar var. Ve dahası ne var, dahası ne var? Olağanüstü hâl rejimleri, kayıpların olduğu rejimlerdir. Görmüyorsunuz, size gelmiyorlar.

Bakın, ben geçen gün... Olağanüstü hâl döneminde onlarca, yüzlerce kayıp var ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kayıplara ilişkin verdiği kararlar var; benim yaptığım başvurular var, o başvurulara ilişkin aldığımız kararlar var. Her nasılsa açılan davalar var ve o davaların hepsi bu Hükûmet döneminde, Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde sürgün edildi; hepsi, faili meçhule ilişkin davalar; Diyarbakır'dan, Şırnak'tan, Hakkâri'den, Van'dan Muş'tan nereye sürgün edildi? Ankara'ya, İzmir'e, Samsun'a, Çorum'a, Kırşehir'e yani mağdurların gidemeyeceği yerlere sürgün edildi, hak aramasınlar diye. Lice, memleketim Lice yakıldı yıkıldı. Davası nerede biliyor musunuz? İzmir'de. Geçen duruşmaya mağdurlar gidemedi Diyarbakır'dan İzmir'e, takip edemediler. Bunları kim yaptı? Hani faili meçhulleri takip ediyordunuz; nerede, söyler misiniz?

Dahası, dahası değerli arkadaşlar, onlarca, yüzlerce kayıp var. 634'üncü haftadır oturuyor kayıp aileleri Galatasaray Meydanı'nda. Hiç duyuyor musunuz ne acılar yaşıyorlar? Zorla kaybedilme, insanlığa karşı suçtur ve en ağır suçtur, yaşam hakkından daha öte bir suçtur. Çünkü, insanlar kaybı bulana kadar, eşlerini bulana kadar, çocuklarını bulana kadar bir işkence içinde yaşarlar; bir zulümdür ve bunların adalet arayışları var ve sonsuz bir adalet arayışı. Bitmeyen yaslar var Türkiye'de, bitmeyen yaslar, yası tutulmamış ölümler var ve Adalet ve Kalkınma Partisinin ilan ettiği olağanüstü hâl var, bunun arkasına sığınan bir Hükûmetiniz var ve Parlamento var.

Değerli arkadaşlar, bu yönetim biçimlerinden vazgeçelim. Nereye geleceğim? Geçen gün soru önergesi verdim. Sosyal medyadan bana yazıyorlar. Ben insan hakları savunucusuyum, öncelikli kimliğim budur milletvekili olmadan önce; sizlere gelmez bunlar. Ankara'nın göbeğinde, merkezinde 7 tane kayıp vakasını yazdım tarih ve yer olarak, yedi kayıp vakasını. Kaçırılmışlar, burada somut veriler var, kayıtlar var, MOBESE kayıtları var, kaçırılmışlar. Eşleri yanıma geldi -hepsi başörtülü, türbanlı kadınlar- onlarla konuştum; aynen Bosnalı kadınlar gibi eşlerini arıyorlar ama korkuyla arıyorlar. Ne deniyor onlara biliyor musunuz? "Bakın, takip etmeyin bunları yoksa akıbetiniz eşleriniz gibi olur; cezaevine gidersiniz, çocuklarınız yetim kalır, bakımsız kalır." Bu korku var.

Bu korku, bana neyi hatırlattı biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Necati Aydın'ın kaçırılmasını hatırlattı. Diyarbakır'da serbest bırakılmıştı, ertesi sabah DGM Cumhuriyet Başsavcısı -kayıtlara geçtiği için söylüyorum- Bekir Selçuk'un yanına gittim. DGM'den serbest bırakılmış ama yok ortada. Gittim yanına -ilk önce Başsavcıya gittim, ilk önce hâkime gittim, sevk eden savcıya gittim- bana dediği şu: "Sezgin Bey, dağa gitmiş olamaz mı?" Dedim, Sayın Başsavcı kendine gel, kendine gel. Adam, on beş gün gözaltında kalmış, buradan çıkıp niye dağa gitsin? İlk önce evine gider, sonra dağa gider. Niye gitsin dağa? Bana kapıyı gösterdi. Çıktım, on beş gün sonra Pamuklu'nun kenarında 3 ceset bulundu; o da var içlerinde. Aradılar beni, baro lokalindeyim. Bir ceset bulunmuş, yüzüğünde "Süheyla" yazıyor, eşinin adı. Başsavcı, bana bunu söylemişti. Dün Ankara Valisi, ne demiş bu kadına biliyor musunuz? "Kaçmış olamaz mı?" Aynı düşünce, hiç değişen bir şey yok. Hani karşıydınız?

Bakın, kırk iki gün gözaltında kalan Turgut Çapan, şu anda Sincan'da tutuklu, kırk iki gün. Ankara'nın göbeğinde, Yenimahalle'de kaçırılmış. Ben yazdım, çizdim falan, beni hedef gösterdiler. Sonra gözleri kapalı, bir yerde bırakılmış, kelepçeli, bir odada kırk iki gün boyunca işkence görmüş. Serbest bırakılmış, getirildi ve tutuklandı, cezaevinde şimdi. Gidin görün, onunla beraber 7 kişi var. Aynı öyküler, bakın aynı öyküler. Hangi öyküler? Gözaltından diğer kaçırılanların isimleri var. Duyuyorlar isimleri işkencede ve kayıplar.

Değerli arkadaşlar, şu anda 12 tane Ankara'da kaçırılan isim var. Araştırın, siz araştırın. Bunlar, insanlığa karşı suçtur, suçtur ve bunun bedeli ağırdır değerli arkadaşlar. Vicdani bedeli ağırdır, insani bedeli ağırdır, siyasi bedeli ağırdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun tamamlayın.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) - Buradan Ankara Valisine ve bütün yetkililere sesleniyorum: Bizler bunları söylemeye devam edeceğiz. Bizim kaygımız, örgüt, FETÖ, başka şey değil. Bizim kaygımız, insan yaşamıdır, insan haklarıdır. Bu Parlamentonun da en az bizim kadar duyarlı olmasını beklerim. Bunları bilin, duyarsız kalmayın.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)