GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CHP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:102
Tarih:07.06.2017

CANDAN YÜCEER (Tekirdağ) - Biz ağaçları sökmüyoruz, onu siz yapıyorsunuz Sayın Başkan.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - O AK PARTİ'ye mahsus Başkanım, ağaçları sökmek AK PARTİ'ye mahsus bir özellik, biz ağaç kesmiyoruz.

CANDAN YÜCEER (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çevre hakkının ihlali ve yarattığı sorunlara ilişkin verdiğimiz araştırma önergesi üzerine söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 5 Haziran Dünya Çevre Günü'ydü. Hangi gündemle Dünya Çevre Günü'ne girdiğimize bir bakmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Geçen hafta Türkiye Büyük Millet Meclisinde, komisyonlarda zeytinlik alanlarının talanını konuşuyorduk. Bu kadim toprakların meyvesi, barışa simge olacak denli değerli zeytinleri AKP'nin elinden, yandaşlarının talanından nasıl kurtaracağımızı konuşuyorduk.

Önceki haftalarda Konya Havzasına, Çanakkale'ye, Tekirdağ'a yapılmak istenen termik santralleri konuşuyorduk. Verilen idari kararlarla çevresel etki raporlarının etrafından dolaşan bir iktidarı, bu raporların nasıl işlevsiz hâle getirildiğini aylardır konuşuyoruz. Velhasıl Hükûmetin diğer tüm alanlarda olduğu gibi çevre karnesi de berbat.

Şimdi, baktığımızda, Anayasa'mızda açık açık, "Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir." diyor mu? Diyor. Çevreye ilişkin kanunlarda, yönetmeliklerde "Çevreye gözünüz gibi bakın." diye yazıyor mu? Yazıyor. Çevreye ilişkin 20'den fazla uluslararası sözleşmenin altında imzamız var mı? Var. Var olmayan nedir, biliyor musunuz? Var olmayan, çevreyi korumaya yönelik bir iradedir. Tüm dünya artık, ekonomi ve ekoloji arasında bir denge kurma telaşına düşmüşken Türkiye'deki iktidarın derdi: "Şurayı nasıl imara açarım? Şuraya nasıl rezidans yaparım? Şuraya, ormanın ortasına nasıl termik santral kurarım?" İktidarın derdi, dile kolay, 171 milyon zeytin ağacının 125 milyonunu gözü doymaz, vahşi bir ranta kurban etmek, meraları inşaata açmak.

Eğer büyüme gereksinimi ile çevre arasında bir denge kurulamazsa, çevre ranta kurban edilirse bunun sonuçlarının olması kaçınılmazdır. Dünya bunun farkında, dünya, çevre hakkının, sağlıklı, temiz suya ve havaya sahip olma hakkının en temel hak olan yaşam hakkıyla ayrılmaz bir bütün olduğunu biliyor. İşte bu nedenle, küresel ısınmadan tutun da çevre tahribatına, bunun insan sağlığı üzerine etkilerinin araştırılması konusuna kadar artan bir duyarlılık var. Bu duyarlılık bugün bütün dünyada, bütün hükûmetlerin yönetimine egemen oluyor ama gelin görün ki bizim ülkemizi yönetenler böyle bir dünyadan bihaberler. Ekonominin tek belirleyicisinin rant olduğu bir ülkede sürdürülebilir kalkınmadan bahsetmenin naif kaçacağını biliyorum ama sürdürülebilir kalkınmanın tanımını da yapmak istiyorum, belki iktidardan duyan bir kulak olur diye bu tanımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Bugünün gereksinimlerinin gelecek kuşakların gereksinimlerini karşılama yeteneğinden kaybetmeden karşılanması için yapılan şeyler, kalkınma, sürdürülebilir kalkınma diye tarif ediliyor yani diyor ki: "Siz eğer çevreyi bugün kâr edeceğim diye tahrip ederseniz gelecek kuşaklara bırakacağınız bir şey kalmaz." Burada önem atfedilmesi gereken sözcükler "gelecek kuşaklar"dır. Bu yüzden çevreyi bir mirasyedi gibi tüketmek için bize kalmış bir miras olarak değil, gelecek kuşaklara hiç zarar vermeden teslim edeceğimiz bir miras olarak değerlendirmek gerekir.

Değerli arkadaşlar, tüm vatandaşlar dengeli ve temiz bir çevrenin alacaklısıdır, Anayasa'mızda yazan hükmün anlamı budur. Burada borçlu devlettir ama devlet ne yapıyor, çevreyi ranta kurban ediyor. Örnek isterseniz Tekirdağ'a bakın; Istrancalarda taş ocakları yapılmak suretiyle çevrenin ne hâle geldiğine bakın. Yetmezse diğer alanlara bakın, Türkiye'nin dört bir yerinden bu manzaraları görebilirsiniz. Peki, niye bu yapılıyor, niye bu hâle geliyor ormanlarımız, çevremiz? Niye? Birilerinin cebine daha fazla para girsin diye. Hem de kimin, millete küfreden birinin inşaat şirketi daha fazla para kazansın diye. Bu yetmezse Çerkezköy'e, Silivri'ye yapılmak istenen termik santrallere bakın. Bu projeler sadece doğa katliamına sebep olmuyor, aynı zamanda insan sağlığını da tehdit ediyor. Bunu bilmiyor mu Hükûmet? Bal gibi biliyor, bal gibi biliyor. Bu termik santrallerin atıklarının havayı, suyu, toprağı kirleteceğini, aynı zamanda insan sağlığı üzerinde tahribat yapacağını biliyor ama birileri daha çok kazansın diye insanları tehlikeye atmaktan çekinmiyor. Trakya'nın doğasını, börtüsünü böceğini, ormanını bir talan düzenine kurban edecekler. O kadar da istekliler ki ÇED raporunu bile beklemeden, Bakanlar Kurulu kararıyla acele kamulaştırma kararı verdiler. Şimdi, ben buradan soruyorum: Halka sordunuz mu? Hayır. Belediyeye sordunuz mu? Hayır. Kurumlara sordunuz mu, uzman görüşü aldınız mı, uzmanların dediklerini dinlediniz mi? Hayır. Okulların olduğu bir yere, halkın taleplerini görmezden gelerek kocaman bir santral koyacaklar. Şunun bilinmesini isterim: Tekirdağ halkı bunu istemiyor. Tekrar, altını çizerek ifade ediyorum: İstemiyor.

Bakın, böyle, yılda 12 milyon ton karbondioksit atmosfere verilecek, yılda 3,5 milyon ton kül havaya savrulacak. Trakya'nın akciğerlerini kükürtle, külle dolduracaksınız. Herkes termik santralin hastalık olduğunu, ölüm olduğunu, kanser olduğunu biliyor. Bunu herkes biliyor ama ya bir tek siz bilmiyorsunuz ya da daha kötüsü, bilip de bilmezlikten geliyorsunuz, çünkü insana değer vermiyorsunuz. Sadece değer verdiğiniz, rant, daha fazla kâr etmek. Ama şunu unutmayın ki: Mevzubahis doğaysa, insan sağlığıysa bu sizin kâr-zarar hesabınızın ötesindedir. Ve diyoruz ki bizler, bu bizim çevremiz, bu bizim doğamız, bu bizim hayatımız, bu bizim Trakya'mız. Biz bu toprakları birileri üç kuruş fazla kâr etsin diye kirlettirmeyeceğiz, bu doğa katliamına, bu ölüm fermanına sonuna kadar karşı çıkacağız.

Değerli milletvekilleri, iktidar yalnızca çevre konusunda duyarsız ya da daha ötesi yıkıcı değil işçi haklarında da aynı tavır içinde. Bakın, Şişecam ile Kristal-İş'in 6 bine yakın işçisi toplu iş görüşmeleri için masaya oturdular. Sonuç alınamadı ve işçiler anayasal haklarını kullanmak istediler; tekrar ediyorum, anayasal hakkını kullanmak istediler. Peki, ne oldu? Bakanlar Kurulu kararıyla bu grev ertelendi. Çünkü gerekçe neydi biliyor musunuz? Gerekçe, millî güvenliğe tehdit. Şimdi, nasıl oluyorsa oluyor, işveren işçinin hakkını gasbettiğinde, vermediğinde millî güvenliğe tehdit oluşturmuyor ama işçi hakkını istediğinde millî güvenliğe tehdit oluşturuyor. (CHP sıralarından alkışlar)

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Bravo!

CANDAN YÜCEER (Devamla) - Vallahi, siz, sanırım bunu kendinize açıklayamazsınız. Bu, apaçık bir hak gasbıdır.

Bakın, demem o ki talan ve yağma düzeni sadece çevre hakkı ihlalinde değil, işçi haklarını da ihlal ediyor, basın özgürlüğünü de tehdit ediyor. İstiyorsunuz ki kimse sesini çıkarmasın, kimse grev yapmasın; kimse sağlıklı, temiz, yaşanabilir bir çevre istemesin. Dört yıl öncesinde de halkın sesine kulak vermediniz, biliyoruz. Halkın sesine kulak vermediniz ve dört yıl öncesi de insanların hayatına hoyratça yaklaştınız. Ne oldu o zaman bir hatırlayalım: İnsanlar bunu haklı olarak bir onur mücadelesine dönüştürdüler. 80 vilayetimize yayılan en barışçıl, en demokratik, en güzel hak savunuculuğunu gösteren bir harekete dönüştürdüler, onur mücadelesi yaptılar. Bir ağaç için bir orman olmayı bildiler onlar ve bugün buradan ifade ediyorum, tekrar tekrar altını çizerek ifade ediyorum ki emin olun, geleceğe o orman kalacak, sizler değil.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)