| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Katar Devleti Hükümeti Arasında Jandarma Eğitim ve Öğretimine İlişkin İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 102 |
| Tarih: | 07.06.2017 |
MHP GRUBU ADINA EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Özür diliyorum Sayın İhsanoğlu, bir saniyenizi alacağım.
Sayın milletvekilleri, lütfen uğultuyu keselim, hatip kürsüde.
Sürenizi yeniden başlatacağım, buyurun Sayın İhsanoğlu.
EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU (Devamla) - Çok teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz ile Katar arasında Jandarma Eğitim ve Öğretimine İlişkin İşbirliği Protokolü konusunda MHP Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Ülkemiz ile Katar arasındaki askerî iş birliği konuları 2001 yılından bu yana devam etmektedir. Mevzubahis olan protokol 2001 yılında imzalanan Güvenlik İşbirliği Anlaşması çerçevesinde gündeme gelmiştir.
Sayın Başkan, ben kendi sesimi duymuyorum.
ERHAN USTA (Samsun) - Sayın Başkan, bu şartlarda...
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, istirham ediyorum, hatibin insicamını bozmayalım. Ayaktaki sayın milletvekillerimizin uygun bir vaziyet almaları aksi takdirde de istirahat buyurmak istiyorlarsa da kulislere davet edebiliriz.
Buyurun Sayın İhsanoğlu.
EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU (Devamla) - Aynı durum devam ediyor Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Sayın İhsanoğlu, siz Genel Kurula hitap edin, milletvekilleri sessizliği sağladılar.
EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU (Devamla) - Bu giden dakikaları da lütfedersiniz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, bu protokol iki ülke arasında iç güvenlik kuvvetlerinin eğitim faaliyetlerinin planlama, koordinasyon ve icrasına ilişkin hususları ihtiva etmektedir. Birlik, karargâh ve kurumlara karşılıklı ziyaretler, dil eğitimi, eğitim ve öğretim faaliyetleri bu protokolün kapsamının içindedir. Eğitim faaliyetleri kapsamında iç güvenlik, kaçakçılık, organize suçlara müdahale, toplumsal olaylara müdahale eğitimleri ile askerî kolluk eğitimleri verilecektir. Hâlihazırda protokol Katar tarafından onaylanmıştır. Bu gibi protokoller ülkemiz ile 18 ülke arasında yapılmıştır.
Sayın Başkan, bu konuyu tezekkür ederken Orta Doğu bölgesinin yaşamakta olduğu sıkıntılar, huzursuzluklar, ihtilaflar ve savaşlar hakkında, özellikle ülkemizin jeopolitik ağırlığı ve yine ülkemizin millî menfaatlerinin korunması açısından birtakım düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bir asır önce Osmanlı Devleti'nin Arap vilayetleri Birinci Cihan Harbi'nin galipleri arasında paylaşılıp yeni devletler kurulurken bu devletlerin varlığı kurucu emperyal güçlere bağımlı olarak ortaya çıkmıştır. İkinci Dünya Savaşı ve İsrail devletinin kurulmasından sonra değişen dengeler Orta Doğu'ya istikrar getirmemiştir. Filistin topraklarının işgali ve Filistin halkının haklarının gasbedilmesi, İsrail-Arap ihtilafı ve savaşları, diktatöryal rejimlerin etnisite, kabile, mezhep, ideoloji bazında kurulmuş olmaları, beraberinde ihtilaf ve çatışma, sürtüşme tohumlarını taşımıştır. 2010 yılının son günlerinde başlayan ve 2011 yılında şiddetlenen ve yanlışlıkla "Arap Baharı" denilen, geniş halk kitlelerinin zulme, adaletsizliğe, fakirliğe ve temel hak ve hürriyetlerin mahrumiyetine karşı isyanlardır. Pamuk ipliğine bağlı dengeler böylece altüst olmuştur. Suriye'de küçük kıvılcımların büyük alevlere dönüştüğü ve bu alevlerin bölgeyi sardığı dönemde iç çatışmalar, global güçlerin bilek güreşi ve bölgesel güçlerin nüfuz sahalarını genişletme arzu ve iştahı Orta Doğu'da istikrar ve huzur hayalinin yok olmasına yol açmıştır.
Türkiye'nin Orta Doğu'daki tarihî tecrübeleri, coğrafi konumu, siyasi, askeri ve ekonomik gücü göz ardı edilemez. Ülkemiz, bölgede uzun vadeli bir huzurun tesisi için önemli bir aktör olmanın ötesinde büyük bir sorumluluk sahibidir. Bu sebeple, bölgede Türkiye'siz bir çözüm tasarısının başarısız olacağına inanıyorum. Ülkemizin bu bölgede oynayacağı rolün başarılı olması için göz önünde bulundurulması gereken üç önemli faktör bulunmaktadır.
Bunlardan birincisi: Dış politikada prensipli olmaktır. Hatırlanacağı üzere, 9 Aralık 2016 tarihinde Dışişleri Bakanlığımızın bütçesi üzerinde yaptığım buradaki konuşmada değindim üzere, cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk dış politika temel fikirlerini bakanlığın müsteşarına verdiği şu talimatla ifade etmiştir:
"Bir: Arap dünyasına karışmayacaksınız.
İki: Emperyalist ve kolonyalist devletlerin ardında görünmeyeceksiniz.
Üç: Rusları tahrik etmeyeceksiniz."
Bu prensibe riayet etmek lazım ve Arap ülkeleri arasındaki kavgalara girmemek lazım.
Ara buluculuk noktasında ikinci husus şudur: Türkiye taraf tutan değil, tarafgir olan değil, bitaraf olan veya taraflar arasında iyi niyet gayretleriyle arayı bulmaya çalışan bir rol üstlenmelidir. Taraf tuttuğu zaman Türkiye...
Devam edeyim mi Sayın Başkan? Sizce bir faydası var mı? Yoksa metni vereyim, kayda geçsin.
BAŞKAN - Sayın İhsanoğlu, yani dinleyen arkadaşlar dinliyor, derin de bir sessizlik var, arada ufak tefek uğultular var, siz Genel Kurula hitap etmeye devam edin.
Sayın milletvekilleri, istirham ediyorum, sizler de lütfen hatibi dinleyin.
EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU (Devamla) - Ben görüyorum, herkes konuşuyor. Ben de gideyim yerimden konuşayım.
ERHAN USTA (Samsun) - Sayın Başkan, lütfen, yani bu olmaz. Önemli bir konu, konu önemli.
BAŞKAN - Şimdi, bakın, kaçıncı ikazım benim Sayın Usta, yani çok kere ikaz ettim.
ERHAN USTA (Samsun) - Arkadaşlar çıksınlar yani, dinlemeyeceklerse çıksınlar.
BAŞKAN - Arkadaşlardan da rica ediyoruz bir kez daha...
Buyurun Sayın İhsanoğlu.
EKMELEDDİN MEHMET İHSANOĞLU (Devamla) - Evet, Sayın Başkan, şimdi, ülkemizin bölgede oynayacağı rolün başarılı olması için göz önünde bulundurulması gereken üç önemli faktör vardır.
Birincisi: Prensipli dış politika. Aralık 2016'da bu Genel Kurulda yapmış olduğum Dışişleri Bakanlığı bütçesiyle ilgili konuşmada dış politikanın üç temel prensibine işaret etmişimdir ve o da, Atatürk'ün Dışişleri Bakanlığına talimatı şeklindeydi. Birincisi: Arap dünyasına karışmayacaksınız yani Arap kavgasına taraf olmayacaksınız. İkincisi: Emperyalist ve kolonyalist devletlerin ardında görünmeyeceksiniz. Üçüncüsü: Rusları tahrik etmeyeceksiniz. Biz işte bu konularda biraz farklı tecrübelere sahip olduk, onun için bugün de farklı neticelere sahip olduk.
Şimdi, bu prensiplere riayet ederken yani bilhassa Arap dünyasına, bugünkü kavgaya, Körfez'deki kavgaya baktığımız zaman taraf tutmak değil bitaraf olmak, tarafgir olmak değil taraflar arasında arabuluculuk yapmak; Türkiye buna muktedirdir ve Türkiye hâlen İslam İşbirliği Teşkilatı Zirve Başkanıdır. Yani Sayın Cumhurbaşkanımız bu zirvenin hâlen Başkanıdır, bir buçuk seneden beri Başkanıdır. Üç senelik bir dönem Türkiye bu zirvenin Başkanı olacaktır; o bakımdan Türkiye'nin elinde çok önemli bir koz vardır, önemli bir araç vardır.
Şimdi, üçüncü husus, uzun vadeli kurumsal planlar. Bu arabuluculuğun ötesinde ihtilafların uzun vadeli bir planla... Yani 21'inci yüzyılda Orta Doğu'yu 20'nci yüzyıldan farklı kılacak huzur bölgesi hâline getirecek bir projeye ev sahipliği yapılması gerekmektedir. Avrupalıların uzun savaşlar sonrasında, din savaşları, mezhep savaşları sonrasında yaptıkları anlaşmalar gibi yani meşhur Vestfalya Anlaşması gibi bir anlaşmaya bugün Orta Doğu'nun ihtiyacı vardır ve bununla beraber Orta Doğu'da Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra çizilen sınırların bir hukuki temele dayanması yani karşılıklı hükümranlık haklarının tanınması gerekir çünkü problemin bir tarafı, hükümranlık, egemenlik haklarının tanınmamasıdır. Bugün Körfez'de yaşanan savaşların veya çatışmaların, krizin sebeplerinden bir tanesi budur. Onun için bu hükümranlık hakları herkesin birbirinin değerini tanımasına dayalı bir proje olmalıdır. Böylece savaşlara değil, barışa para harcamak, fakirliği gidermek, radikalizm ve terörizm bataklığının kurutulmasına yol açmak mümkündür.
Müsaadenizle, bunları söyledikten sonra, burada birkaç gündür ülkemizi, bölgemizi ve dünyayı meşgul eden Körfez ülkeleri arasındaki ihtilafa değinmek istiyorum. Bu ilk defa vuku bulan bir ihtilaf değildir, bu yıllardan beri böyledir ve mesela Kasım 2013'te büyük bir ihtilaf oldu, anlaşma oldu, imzalar atıldı fakat uygulanmadı. Bir sene sonra Kasım 2014'te tekrar ihtilaflar oldu, anlaşmalar oldu, bu sefer yine olmadı, birbirlerinden sefirleri çektiler, birbirlerini boykot ettiler, sonra tekrar barıştılar. İşte, birkaç hafta önce Riyad'da da büyük devletlerin ve Amerikan Başkanının huzurunda anlaşma yapıldı ve birkaç gün sonra tekrar çatışma başladı ve bugün çok hassas bir noktaya geldi.
Şimdi, tabii, biraz önce söylediğim Atatürk'ün sözünü tekrar hatırlatmak istiyorum: "Arap dünyasına karışmayacaksınız, kavgasına karışmayacaksınız." Bu ihtilaf konusunda ben yapılan resmî açıklamaları memnuniyetle karşılıyorum. Sayın Çavuşoğlu şu beyanda bulunuyor: "Hepimizi üzen bir gelişme. Oysa biz Körfez bölgesinin birliğini, beraberliğini kendi birlik beraberliğimiz olarak görüyoruz ve buna katkı sağlıyoruz. Çok sayıda ortak çalışmamız var. Her bakımdan bu dayanışma önemli. Elbette sorunlar olacaktır, ülkeler bunları çözecektir. Biz, var olan tablodan üzüntü duyduk."
Sayın Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı ve Sözcüsü Sayın İbrahim Kalın'ın da yaptığı açıklama önemlidir: "Bölgemizin barış ve istikrar arayışının sürdüğü, tüm bölge ülkelerinin bu ortak hedefler doğrultusunda gerekli adımları atmasına ihtiyaç duyulduğu bir dönemde, stratejik iş birliği içerisinde bulunduğumuz Körfez İşbirliği Konseyi üyelerinin kendi aralarındaki meseleleri müzakere, diyalog ve iletişim yoluyla çözmeleri gerekir." Bu beyanat fevkalade dengeli ve rasyonel bir beyanattır. Sayın Cumhurbaşkanımız dün bir iftar yemeğinde yaptığı konuşmasında "Körfez İşbirliği Konseyi üyelerinin kendi aralarındaki meseleleri karşılıklı diyalog yoluyla çözmesi en doğru yoldur." dedi. Türkiye bu konuda kanaatimce büyük bir potansiyele sahiptir bilhassa Türkiye'nin İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi Başkanı olması nedeniyle. Şimdi, Türkiye'nin İslam Zirvesi Dönem Başkanı olarak ikili ve çok taraflı millî menfaatlerimizi de göz önüne alarak bu taraf tutma ihtimalinden sarfınazar etmesi lazım ve böyle bir şeyin olduğunu görüyoruz memnuniyetle.
Değerli arkadaşlar, çok hassas günler yaşamaktayız. 20 Mayısta Riyad'da gerçekleşen Arap-İslam-Amerikan Zirvesi'nin Türkiye'nin dönem başkanı olduğu İslam İşbirliği Teşkilatı çerçevesi dışında yapılması dikkat çekicidir. Yani İslam adına zirve yapılıyor ve orada zirve başkanı olan ülkenin başkanı bulunmamaktadır. Zaten bu toplantı teşkilatın dışında tamamen yapılmıştır ve adına İslam Zirvesi denmiştir. Bu, tabii dikkat çekici bir husustur. Ben burada tekrar ediyorum: Türkiye'nin Orta Doğu'daki menfaatlerini, ikili ve çok taraflı menfaatlerini gözetmesi, millî güvenliğini ve millî çıkarını gözetmesi Türk politikasının temel hedefi olmalıdır.
Ben sözlerime son verirken Katar krizinin çözümünde son dönemde küresel bir aktör hâline gelen ve Birleşmiş Milletlerden sonra dünyadaki en büyük uluslararası kuruluş olan İslam İşbirliği Teşkilatının, Zirve Başkanı Türkiye'nin önderliğinde daha etkin bir rol oynayabileceğine inanıyorum.
Sözlerime son verirken Sayın Başkan... Gündem maddesi mevzu bahis olan Jandarma Eğitim Protokolü'nün onaylanması rutin bir uygulamadır. Zaten on altı ülkede de benzer bir uygulama vardır.
Konuşmamın başında izah ettiğim gibi burada devletimizin bir taahhüdü söz konusudur.
Konuşmama son verirken yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)