| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Filistin Devleti Arasında Eğitim ve Yükseköğretim Alanında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 103 |
| Tarih: | 08.06.2017 |
CHP GRUBU ADINA ERKAN AYDIN (Bursa) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
415 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, sağlıkçı olarak sözlerime insan vücuduyla başlamak istiyorum. Bilindiği üzere, insanı fiziki olarak ayakta tutan omurgasıdır. Eğer omurga zarar görürse insan ayakta duramaz. Psikolojik olarak da insanları ayakta tutan güvendir. Güven kaybolduğu zaman insanların yaşama şansı çok zor olur. Toplumlar da aynı insanlar gibidir. Toplumların iktidara, kendilerini yönetenlere güveni kaybolduğu zaman o toplumda, o ülkede çöküşler başlar ve kendilerini güvende hissetmedikleri için büyük bir sıkıntıya doğru yol alırlar.
Bakalım on beş yılda AKP iktidarının ülkeyi getirdiği durum ne, devlete olan güven ne duruma gelmiş? Yargıda mı güven var? Anketler söylüyor, halkın yüzde 97'si şu anda yargıya güvenmiyor, herhâlde yüzde 3'ü de ne sorulduğunu anlamadı ki "Güveniyorum." demiş. Eğitimde mi güven kalmış? İki haftadır -seçim bölgem Bursa'da da aynı şeyi yaşıyoruz- çocuklar okula gitmiyor, öğretmenler gelmiyor, çocuklar sabah geliyor, oradan geri gönderiliyor. Sağlıkta mı? "Sağlıkta devrim yapıldı." dendi, ancak görüyoruz ki eskiden hastanede kuyruk vardı, şimdi telefon başında randevu kuyruğu adı altında sıralar, eziyetler devam ediyor. Hangi birini söyleyeyim. Yyurttaşlarımızın maalesef devlete olan güveni azaldı. Bunlar yetmezmiş gibi bir de zeytin ve zeytinliklerle ilgili bir yasa tasarısı geldi. Yalnız biraz önce gelen son dakika haberiyle öğrendiğimize göre Komisyona çekilmiş bulunuyor zeytinliklerle ilgili madde, bunu da olumlu buluyoruz. Halka rağmen bir yasanın çıkarılması halkın en önemli değerlerinden birinin yok edilmesine imkân vermediği için de buradan bu konuda teşekkür ediyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Evet, ramazan ayındayız, oruçlarımızı zeytinle açıyoruz. Zeytin bizim için Kur'an'da da ismi geçen çok önemli bir değer. Bu hatadan umarım Komisyona çekildikten sonra da vazgeçilir ve ayağa kalkmış olan toplumumuz, halkımız da rahatlamış olur.
Gelelim diğer konularda ülkenin ne durumda olduğuna. Yüzlerce gazeteci, aydın, yazar hapiste. Dünyanın bu konuda en son sıralarında olan bir ülkeyiz. KHK'larla yüzlerce insan, devlet memuru, aile perişan edildi, hapse atıldı, seslerini duyuramıyorlar ve bize ulaşıyorlar. Tabii, iktidar milletvekilleri FETÖ'cülükle suçlanmaktan korktuğu için telefonları açmadıklarından için çoğu bize ulaşıyor, biz de elimizden gelen yardımı yapıyoruz, ancak bu seferde bize FETÖ'cü demeye başlıyor iktidar partisi. Biz mazlumun, ezilenin her zaman yanında olduk, bundan sonra da yanında olmaya devam edeceğiz.
Diğer taraftan ekonomiye bakalım. Bakın, ekonomi uzun zamandan beri can çekişiyor, veriler kötü. Nereden geldiği, kaynağı belli olmayan paralarla bir şekilde dolar, euro sabitleniyor, o beklenen büyük ekonomik kriz öteleniyor. İşsizlik oranları açıklandı, her 4 gençten 1'i işsiz, gerçek rakam çok daha fazla ama devletin rakamlarında yüzde 12,6. Üniversiteli işsiz oranı yüzde 25'lerde. Çocuklar büyük umutla üniversite bitiriyorlar ancak iş bulamadıkları için de gene bizlerin telefonlarını, kapılarını çalıp bir umut olarak iş peşinde koşturuyorlar.
Asgari ücretin 1.400 lira olduğu ülkemizde açlık sınırı 1.518 lira, yoksulluk sınırı 4.995 lira ama maalesef Hükûmet bunlar için de sorunları çözmek ya da çaba harcamak yerine çok daha farklı şeyleri önceliğine alıyor.
Gelelim dış politikaya. Dış politikadaki durumumuz ortada. Atatürk'ün yıllar önce söylediği, âdeta bugünleri görerek söylediği ve önümüzde rehber olarak durması gereken 3 tane önemli tavsiyesi var, diyor ki: "Bir: Arap dünyasına karışma. İki: Rusya'yı tahrik etme. Üç: Emperyalist devletlerin arkasında görünme." Peki biz ne yaptık? Arap dünyasına karışmayı bırakın, âdeta bir karıştırıcı gibi, çorba karıştırır gibi daldık. "Arabulucu olalım." dediler, devletler dedi ki: "Hayır, Kuveyt olsun." Suriye'de hemen ilk cuma Emevi Camii'nde namaz kılacaktık, aradan 100 cuma geçti, "Gitsin." denilen Esed hâlâ duruyor. İşte Irak politikası ortada. Karışmamamız gereken, girdiğimiz her noktada da zararlı çıktığımız bir bölgede maalesef âdeta mikser görevini görerek karıştırmaya devam ediyorsunuz.
Gelelim Rusya'ya. "Rusya'yı tahrik etme." demiş. Biz ne yaptık? Uçağı düşürdük. Sadece Antalya bölgesinde geçen yıl 10 milyar dolar zararımız var. Tahrik etmeyi bırakın, bir de çıktık, Başbakan "Ben düşürdüm." dedi, Cumhurbaşkanı "Hayır, ben düşürdüm." dedi, âdeta yarıştık, uçak düşürme yarışına girdik. Geldiğimiz sonuç, domates, domates 11 lira, hâlâ ambargo devam ediyor; onlarca, yüzlerce otel güney kıyılarımızda, Akdeniz'de, Ege'de satılık.
"Emperyalist devletlerin arkasında durma." Onu zaten anlatmaya gerek yok. Bir Amerika'dan randevu alabilmek için ve yirmi dakikalık bir görüşme için yapmadığımız çaba, yapmadığımız uğraş kalmadı. Oysa rehberimiz çok basit, "Yurtta sulh, cihanda sulh" deyişiyle bir politikayı sürdürmüş olsaydık bugün ülkemiz maalesef dünyada itibarı bu kadar geriye düşmüş, sayılmayan, sözü geçmeyen bir ülke durumunda olamazdı. Aslında, dün İran Parlamentosuna yapılan saldırıyı ve Humeyni'nin mezarına yapılan saldırıyı şöyle bir düşününce aklımız yüz yıl önceye gidiyor. Hani Bosna-Hersek'te Avusturya-Macaristan Veliaht Prensinin öldürülmesi Birinci Dünya Savaşı için de bir bahane sayılmıştı ya, inşallah böyle bir durum bu Orta Doğu'da başlayarak ülkemizi de içine alacak büyük bir kaosa, büyük bir savaşa doğru gitmez. Ama, tarihlerden okuduğumuz üzere hafızalarımızda da hemen o günler canlanıyor. Orta Doğu'da mezhep ve vekâlet savaşları doludizgin giderken Türkiye'nin bu girdaptan çıkabilmesinin tek bir şartı var: Acilen demokrasi, hukuka geri dönülmesi ve Batılı değerlerle yaşamın üst standartlara taşınması. Aksi takdirde, biraz önce söylediğim o korkunç sona doğru hızla gidiyoruz.
Tabii, bunlar konuşulduğunda, eleştiriler yapıldığında hep son günlerin meşhur lafı "üst akıl" diye bir şey geliyor. Ezber bozulmamış olsaydı sorumluyu teşhis etmek de çok kolay olacaktı, hemen üst akla rücu edecektik, üst akıl da buraya getirdi diyecektik. Ama, görüyoruz ki sadece üst akılla açıklanabilecek bir süreçte değiliz. Oyun o kadar açık ki oyunun arkasında neler olduğunu, kimler olduğunu teşhis etmenin de sanırım bu Parlamentonun, bu Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerinden biri olması gerekir.
Bir de bütün bu düşüncelerin arkasına Amerika Birleşik Devletleri'nin İran'ı kuşatma isteği de eklenince bölgemiz âdeta bir yangın yeri ve bundan sonra da ne olabileceğini kestirmek çok güç. Bölgede Hamas'a ve Mısır'dan kovulan Müslüman Kardeşler'e Katar'ın ev sahipliği yapması ve buradan çıkacak sonuçlar daha da korkunç olabilir.
Şimdi, Türk dış politikasının yapması gereken şey tarafsız olmak; buradaki ateşin, yangının içine körükle gitmek değil, tam tersine barışı, oradaki sorunları azaltacak türde politikalar üretmek diyorum ancak görüyorum ki, biz daha konuyu boyutlarıyla tartışmadan, masaya getirip ilgili kurumlarda neler olabileceğini bile göz önünde bulundurmadan hızlı bir şekilde kararlar aldık. Zamanlaması itibarıyla da, çıkarılan, dün Meclisten geçen Katar Yasası da umarım ileride başımıza çok büyük problemler getirmez diyorum.
Son olarak, bu Parlamentonun daha aktif, daha işlevi yüksek bir şekilde çalıştırılması, en fazla kalabalık olması gereken bu saatte bu kadar insanla çalışmaması gerektiğini, rolünün ve milletin bize verdiği yetkinin daha aktif olması gerektiğini söylüyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyor, hepinize hoşça kalın diyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.