GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Filistin Devleti Arasında Eğitim ve Yükseköğretim Alanında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:103
Tarih:08.06.2017

MHP GRUBU ADINA FAHRETTİN OĞUZ TOR (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 415 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 2'nci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle sizleri ve büyük Türk milletini saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, yaşadığımız olaylar nedeniyle daha önce okuduğum bir kitabı yeniden okuma ihtiyacı duydum. Sonuçta, aradan uzun yıllar geçtiği hâlde belli alanlarda çok fazla bir değişiklik olmadığını gördüm ve üzüldüm. Kitabın ismi, 15'inci yüzyılda Osmanlı padişahlarına danışmanlık yapmış Koçi Bey'in padişahlara yazdığı mektupların yer aldığı "Koçi Bey Risalesi"dir. Bu mektuplardan, risalelerden örnekler sunacağım. Ancak, mektuplara geçmeden önce, 2002'lere giderek, AKP'nin kuruluş ve iktidar oluş günlerinden kısaca bahsetmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi kuruluşundan itibaren, ayrıca tek başına iktidar olduğu 2002 seçimleri öncesinde seçim propagandasını 3Y formülü üzerine inşa etmişti, bunlar: Yolsuzlukla mücadele, yoksullukla mücadele, yasaklarla mücadele. Nitekim, vatandaş da bu vaatlere inanarak oy verdi ve AKP'yi tek başına iktidara getirdi.

Gelinen noktada, 2017 Haziran itibarıyla yolsuzluk mu geriledi, yoksulluk mu azaldı, yasaklar mı son buldu veya arttı mı? Bunları değerlendirecek değilim. İktidarlar gelip geçicidir, önemli olan Türkiye'mizin geleceğidir. Burada vurgulayacağım konu, bu konularda kurumsal yapıların oluşturulup oluşturulmadığıdır. Gelinen noktada yolsuzlukla mücadelede kurumsal yapı oluşturulmuş mudur veya bu yönde bir gayret mevcut mudur, bunun alt parametreleri nelerdir, kısaca bunlardan bahsetmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, yolsuzlukla mücadelenin birinci şartı, mücadele edecek kişilerin ve kurumların bağımsız, kişilikli, özgür, ehliyetli olması gerekmektedir. Bağımsız olmayan kurumlarda korkak, ehliyetsiz kişilerle mücadele edilemeyeceği açık seçiktir. Bu sebeple ne yapıp yapıp yolsuzlukla mücadele edecek organlara ve kurumlara atama yapılırken veya seçim yapılırken bu ve benzeri kriterler önde tutulmalıdır diyorum.

Başka önemli bir konu, seçilecek kişilerin güvencesidir. Yarınından emin olmayan bir kişinin cesurca hareket etmesi ancak istisnai bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bakınız, 1500'lü yılların sonunda, 1600'lü yılların başında birçok Osmanlı padişahına danışmanlık yapan Koçi Bey, risalelerinde, bugünkü ifadeyle mektuplarında, devlet yönetimine yazdığı mektupta şunlardan bahsetmektedir: Devlet yönetimiyle ilgili olarak, yüksek dereceli memurların iyi ahlak sahibi emektar kişilerden seçildiğini belirtmiş ve bunların herhangi bir suç işlemediği takdirde görevden alınmadığının altını çizmiştir. Bugün, maalesef, bunlara riayet edilmemektedir aradan uzun yıllar geçtiği hâlde. Özellikle veziriazamla ilgili olarak "Veziriazamlık ulu bir makamdır. Yerinin adamı olduktan sonra sebepsiz azlolunmayıp nice yıllar sadrazamlık makamında kalması ve işlerinde müstakil olması gerekir." şeklinde belirtmiştir. Yine Koçi Bey, yüksek rütbeli devlet adamlarının seçimleriyle ilgili olarak "Evvelce beylik ve beylerbeyliği ve diğer padişah memurlukları, memleket idaresinde iş görmüş, emektar, doğru ve dindar kesimlere verilip karşılığında bir akçe ve bir habbe rüşvet ve bahşiş alınmazdı. Bilhassa, sancak beyleri ve beylerbeyleri yirmişer, otuzar yıl yerlerinde kalırlardı." tespitinde bulunmuştur.

Koçi Bey, Divanıhümayunda görevli memurların önceden sahip oldukları nitelikleri şöyle belirtmektedir: "Şanı yüksek divan katipleri, eli kalem tutan yazı erbabı, kanun bilir, maharetli ve etraftaki hükümdarlara mektup yazmaya muktedir kimselerdi." Divan kâtiplerinin etraftaki hükümdarlara mektup yazmaya muktedir olması bundan dört yüz yıldan fazla bir süre önce ne güzel bir şey. Bugün aynı şeyi söyleyebilir miyiz, takdirlerinize bırakıyorum.

Koçi Bey, devlet yönetiminde meydana gelen bozuklukların esas sebebinin rüşvet olduğunu açıklamıştır, doğrudur. Diyor ki: "Bu kadar karışıklık, fitne ve fesada, reayanın ve memleketlerin harap olmasına, hazinelerin ve malların azalmasına sebep rüşvet şeytanı olmuştur." şeklinde belirtmiştir. Aradan dört yüz yıldan fazla geçti, maalesef biz rüşveti önleyemedik, acı olan budur.

Başka bir risalede, enderun ve birun halklarının yani padişahın yakın çevresinin saltanat ve devlet işlerine karışmaması gerektiğini belirterek olumsuz bir uygulama olarak Kanuni Sultan Süleyman döneminde padişahın usule uymadan İbrahim Paşa'yı veziriazam yapmasını ve kızı Mihrimah Sultan'ı Rüstem Paşa'ya verip onu veziriazam yapmasını örnek olarak vermiştir.

Değerli milletvekilleri, baktığımızda, maalesef, bu işler yapılıyor ve hiç de kimse utanmıyor, övünerek söylüyor. Çok küçük bir örneğini üç beş gün önce bir rektörün yaptığında gördük.

Koçi Bey'in devlet yönetimiyle ilgili tespit ettiği aksaklıklar şunlardır: Yüksek dereceli memurluklara yapılan atamaların kişilerin liyakatine bakılmaksızın yapılması, atamaların sarayda padişaha yakın çevrelerin ön plana çıkarak rüşvet karşılığı yapılması, memurların görevindeki başarılarının göz ardı edilerek çekememezlik ve kıskançlıklar sonucu çıkarılan dedikodularla haksız yere görevden alınmaları, rüşvetin devletin tüm kademelerinde yaygınlaşması, çeşitli iftiralarla başarılı memurların öldürülmesi, bugünkü uyarlamasıyla görevden alınması olarak belirtmiştir. Bunları okuduğumuz zaman bunların günümüzde de hiç eksik olmadan devam ettiğini görmekteyiz.

Koçi Bey "Yeniçeri kethüdası ve çavuşları yedişer, sekizer yıl makamlarında kalıp sebepsiz azlolunmazlardı." şeklinde değerlendirme yapmıştır. Söz konusu görevlilerin belli sürelerde bu görevlere atandıklarını, herhangi bir suç işlemedikleri takdirde görevden alınmadıklarını belirtmektedir.

Değerli milletvekilleri, tabii, Koçi Bey'in risaleleri önemli. Bilim adamlarıyla ilgili tespiti de şunlardır: Şeyhülislam ve kazaskerlerin faziletli, bilgili insanlardan seçilmemesi; şeyhülislam, kazasker, kadı ve mülazımların sebepsiz yere görevden alınmaları; kazaskerlik, kadılık ve mülazımlık görevlerinin para karşılığı satılması; cahil ve yetersiz kişilerin hatır gönül ilişkisi içinde bu göreve gelmelerinin neticesinde işlerin kötüye gideceğini açıklamaktadır.

Dört yüz yıl önce yaşamış, hatta daha önce yaşamış Koçi Bey'in bilim adamlarıyla ilgili önerileri geçerliliğini bugün bile korumaktadır.

Koçi Bey kadı seçiminde uygulanan ölçütün ne olması gerektiğini açıklamıştır. Koçi Bey'in kadıların atanmasıyla ilgili ölçütleri şöyledir: "İlmiyeye ait yüksek makamların şunun bunun aracılığıyla verilmesi doğru değildir, en bilgilisi hangisi ise ona verilmek gerekir. Kadılık yolunda vasıta bilgidir, yaş ve sene, soy ve sop değildir; şimdi adaletli iş gördükleri vakit, makamı eskilere verirler. Hâlbuki eskilik Allah yolunda kadılığa sebep değildir." buyurmuştur. Doğru söylüyor.

Koçi Bey Risalesi'nin yazıldığı dönemdeki aksaklıklar ile günümüz aksaklıkları arasında bire bir uyuşma bulunmaktadır. Yüzyıllar öncesinden gelen bilgilerin ve önerilerin özetlendiği bu kitabı okuduktan sonra aradan neredeyse uzun yıllar, dört yüz yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen devlet idaresindeki ana sorunlarda pek bir değişiklik olmadığı hissine kapılmamak mümkün değildir. Dört yüz yıldan fazla bir süre geçtikten sonra, birçok alanda bir at boyu mesafe alamamamız bizleri fazlasıyla düşündürmelidir.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz, 2016 Yılı Hukukun Üstünlüğü Raporu'nda, 113 ülke içinde 99'uncu sırada yer almıştır. 2014 yılında 99 ülke arasında 59'uncu sırada, 2015 yılında ise 102 ülke arasında 82'nci sırada yer alan ülkemizin son iki yılda 40 basamak birden gerilemesi, adalet ve hukukun üstünlüğü ilkesi hususlarında içinde bulunduğu durum, maalesef, dışarıdan bakıldığında da çok iyi görünmemektedir.

Ülkeler gelişmişliklerini, ne coğrafi konumlarına ne tabii kaynaklarının varlığına ne de nüfusa borçludur; gelişmişliklerini, kurumsallaşmış yapılara, işi ehline vermeye, hukukun üstünlüğü prensibini benimseyip benimsemediklerine borçludurlar. Güney Kore ile Kuzey Kore arasındaki gelişmişlik farkının sebebi burada yatmaktadır. 1950'lerde ülkemizin gerisinde olan Japonya'nın, Güney Kore'nin kısa sürede bu seviyeye gelmesi, bu faktörlerin gerçekleşmesinde aranmalıdır. Güç sadece, siyasetçilerin, iktidarların, bürokratların inisiyatifine bırakılırsa, beklenen ilerlemenin sağlanamayacağı açıktır.

Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.