| Konu: | Tarım Kredi Kooperatiflerinin zarara uğramasında sorumluluğu bulunduğu ve bu nedenle çitçileri mağdur ettiği iddiasıyla Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesinin (11/16) ön görüşmesi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 104 |
| Tarih: | 12.06.2017 |
MHP GRUBU ADINA MEVLÜT KARAKAYA (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Sayın Faruk Çelik hakkında verilen gensoru üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum, yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, tarım sadece ülkemiz için değil, en gelişmişinden en geri kalmışına kadar tüm ülkeler için, stratejik olarak kabul edilen, birçok yönüyle de diğer sektörlerden ayrılan nevi şahsına münhasır bir sektördür. Tarım sektörünün nevi şahsına münhasır olması, onun sadece stratejik önemi veya üretim, biçim ve süreçlerinin farklılığı değil, aynı zamanda tüm süreçlere ve çevreye, tüm sektörlere sağladığı doğrudan ve dolaylı katkılarla alakalıdır. Bu nedenle, tarımsal üretim veya faaliyetleri, salt gelir, maliyet, kâr denkleminde veya ekonomik katma değer bağlamında ele alıp rekabetçi bir anlayışla yaklaşmak çoğu zaman doğru değildir. Öyle olsaydı bugün sanayide ve ileri teknoloji üretiminde başat olan başta ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere hiçbirinin tarıma destek vermemeleri gerekirdi. Oysa, bugün tarıma en çok destek veren ülkeler en gelişmiş ülkelerdir.
Tarımsal faaliyetleri sadece gıda ile sınırlı tutmak elbette mümkün değildir, bununla birlikte tarımı stratejik sektör yapan temel unsurun da gıda ve gıda güvenliği olduğu açıktır. Global eğilim tarım, gıda sektörünün, artan nüfus, su kaynaklarında beklenen daralma ve iklim değişikliğindeki olumsuzluklar nedeniyle son derece kritik bir sürece doğru gittiği yönündedir. Birleşmiş Milletler FAO'ya göre gıda güvenliği, tüm insanların tüm zamanlarda aktif ve sağlıklı bir yaşam için gerekli besin ihtiyaçları ve gıda tercihlerini sağlayacak yeterli, sağlıklı ve besleyici gıdaya fiziki ve ekonomik erişiminin olması durumudur. Yani gıda güvenliği, arz, erişim ve istikrar bileşenleri üzerinden değerlendirilir.
Evet, ülkemizde bir gıda güvensizliği olduğunu söyleyemem ancak gıda güvenliğinin temel bileşenlerini oluşturan üç alanın da sorunlu olduğunu ifade etmek zorundayım. Dünya küresel gıda sistemini yeniden değerlendirmekte, yeniden gözden geçirmekte. Eskiden gıda güvenliğini bir arz sorunu olarak gören küresel yaklaşım bugün erişim sorununu öncelemektedir. Çünkü toplam arzın gıda güvenliği için yeterli olduğu, bu arza erişimde dengesizliklerin olduğu düşünülmektedir. Eskiden tarımsal verim ve üretim artışı öncelikli yaklaşımdı, şimdi sürdürülebilir ve besin değeri yüksek tarım öncelik alıyor. Buradaki maksat, tarımsal kaynakların israf edilmemesiyle alakalı olması. Küçük üreticilik faydalı olarak görülürken şimdi "Duruma göre değişir." deniliyor. "Gıda sistemleri sağlıklıdır." yaklaşımı geçerliyken şimdi giderek artan bir risk altında olduğu değerlendiriliyor. Kendine yeterlilik faydalı bir yaklaşım olarak görülürken şimdi açık, şeffaf, adil küresel ticaretin daha çok fayda sağlayacağı öne çıkarılıyor.
Bütün bu değerlendirmelerin ya da yeni düşünce ve yaklaşımların haklı ve farklı yanları olabilir. Biz tarımsal faaliyeti elbette ülkemiz açısından sadece gıda güvenliğiyle sınırlı tutacak değiliz ancak 2008 yılında yaşanan küçük çaplı dünya gıda krizi etkisinin sonuçlarını market önlerinde oluşan ani pirinç kuyruklarıyla gördüğümüzü de unutmamalıyız.
Değerli milletvekilleri, gıda, tarımsal faaliyet ve üretimin bir çıktısı ve sonucudur. Bu nedenledir ki gıdaya erişimi tarımsal üretim ve faaliyetlerden bağımsız düşünemeyiz. Son yıllarda gıda fiyatlarında meydana gelen ani ve anormal yükselişlerin temelinde, uygulanan yanlış ve yanlı tarım politikaları yatmaktadır.
AKP hükûmetleri tarımı ihmal etmiştir. Tarımın kalkınma içindeki rolü başka yaklaşımlar lehine terk edilmiştir. Toprağın buğday üreteni değil, rant üreteni makbul görülmüştür. Uzunca dönem temel para politikası olarak uygulanan düşük kur-yüksek reel faizle yerli üretim rekabete yenik hâle getirilmiştir. Birçok tarımsal ürünün piyasa fiyatları üretim maliyetlerinin çok gerisine düşmüş, bitkisel ve hayvansal üretim yapan üreticiler çok sayıda üründe satın alma gücü kaybına maruz kalmışlardır. Bir örnek vermek gerekirse, 2002 yılında 1 litre mazot için 2,5 kilogram buğday satmak yeterli iken Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde bu rasyo 5-6 kilogram buğday aralığında değişmiştir.
Bugün hasat başlayalı on beş günü geçti. Adanalı, Mersinli, Antalyalı Türk çiftçisi hâlâ müdahale alım fiyatlarının açıklanmasını beklemektedir. Milliyetçi Hareket Partisi döneminde alım ve satış fiyatları en geç mayıs ayının ikinci haftasında, daha biçer tarlaya girmeden açıklanırdı; fiyatlar belirlenirken maliyet ve genel fiyat artışları dikkate alınır, bunun üzerine bir miktar da üretici refah payı eklenirdi. Bugün 2002 girdi, mazot bazlı satın alma gücüne gelmesi için, aynı pariteyi yakalaması için buğdayın kilogramının 1 lira 75 kuruş olması gerekir. Bugüne kadar sadece enflasyon oranında artış yapılmış olsaydı dahi buğdayın kilogram fiyatının 1 lira 25 kuruşun altında olmaması gerekirdi. Bugün piyasa fiyatlarına baktığımızda 90-95 kuruş, en fazlası 1 TL. Buğday fiyatı üretim yapılacak seviyelerin gerisinde kaldı. "Artırın bunu." dediğimizde ekmek fiyatlarını gerekçe gösteriyorsunuz, "Tüketiciyi de düşünmek lazım." diyorsunuz. Ben de size bu konuda çok haklı olmadığınızı mevcut şartlarda ifade etmek istiyorum çünkü ekmek fiyatlarıyla buğday arasındaki ilişki son derece zayıf bir hâle gelmiştir.
Bakın, basit bir hesapla bunu ifade etmek mümkündür. Bugün Ankara, İstanbul ve İzmir'de satılan 250 gram ekmeğin ortalama fiyatı 1 lira 25 kuruş civarında. 250 gram ekmek için 250 gram buğday gerekli. Buğdayın kilogramının 1 TL olduğunu dikkate alacak olursak 250 gramlık 1 ekmekteki buğdayın payı 25 kuruştur. Bu, şu anlama da geliyor: Buğday bedava olsa ekmek en ucuz 1 lira olabilir. Yani buğdayla ekmek arasındaki ilişki buğday aleyhine ve sürekli ekmek fiyatları artacak diye baskılanmış ve bundan da en büyük zararı buğday üreticisi, Türk çiftçisi görmüştür.
Değerli milletvekilleri, bu ve benzeri örnekleri farklı yönleriyle, aşağı yukarı birçok tarımsal ürünle ilgili yapmak mümkündür. Bunun için öncelikle ezberleri mutlaka yıkmak gerekir. Tarımsal destekler eksik verilmiştir. Tarım Kanunu gereğince gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 1'inden daha az olmaması gereken tarımsal destekler Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde, maalesef, binde 6'yı geçmemiştir. Çoğu zaman eleştirilen Milliyetçi Hareket Partisi döneminde bu oran binde 7'dir. Bugün tarımsal destekler konu olduğunda sürekli olarak mutlak değerlerdeki artışlar söyleniyor ama gayrisafi yurt içi hasılaya oran anlamında bir değerlendirme, maalesef, yapılmıyor.
Değerli milletvekilleri, 2017 yılı için çiftçiye verilmesi gereken destek miktarı 24 milyar TL olması gerekirken öngörülen tarımsal destek 12 milyar 838 milyon TL düzeyindedir. Desteklerin bölgesel dağılımlarında da ciddi adaletsizlik ve çarpıklıklar söz konusu olmuştur geçtiğimiz dönemlerde. Desteklerin hedefe ulaşması da sorunlu olmuştur. Hatta bazı destekler üreticinin sonunu getirmiştir. Bir örnek vermek gerekirse, faizsiz verilen hayvancılık kredileri, krediyi kullanan tüm üreticileri iflas ettirmiştir. Bu, iktisat fakültelerinde okutulması gereken ders niteliğindedir. Yani sıfır faizle kredi vereceksiniz ve üretici bu krediyi ödeyemeyecek, iflas edecek. Zamanında ve yeteri kadar verilmeyen destekler bir işe yaramamıştır.
Yıllar öncesinde Tarım Bakanlığının merdivenlerine kadar gelip sütünü döken süt üreticilerinin feryadına kulak verilmemesinin sıkıntılarını bugün et ve canlı hayvan fiyatları üzerinden hep birlikte yaşıyoruz. Süt ineklerinin kasaba gidişini et üretiminin artışı olarak basına sunan tarım bakanlarımız oldu. Bugün tüm bunların sıkıntısını hep birlikte çekiyoruz. Süt ineklerinin kasaba gitmesiyle analar yok oldu. Anadolu'da bir söz var, bunu bir kez daha tekrar ettim bu kürsüden, anası olmayanın maalesef danası olmuyor. Danası olmayınca da eti olmuyor. Bugün gıda fiyatlarındaki anormal artışların sebebi geçmişte yapılan yanlışların toplamıdır.
Değerli milletvekilleri, tarımsal üretimin en önemli cari sorunu girdi maliyetlerinin yüksekliği, ürün fiyatlarının düşüklüğüdür. Bu, pariteler üzerinde de açıkça görülmektedir. Burada üreticiye ciddi bir haksızlık söz konusu olmuştur. Girdi fiyatları üzerindeki vergi maliyeti çok ağır düzeydedir. Bu konuda bir an önce acil düzenlemelerin yapılması gerekir.
"Mazotun yarısı bizden, yarısı sizden." dediniz, ortalıkta henüz bir şey yok. Gelin, daha önce Milliyetçi Hareket Partisi olarak vermiş olduğumuz tarımsal mazotun ÖTV ve KDV'sinin kaldırılması konusundaki kanun teklifimizi hep birlikte yasalaştıralım, önemli bir sorunu çözelim diyorum.
Bakın, bunları yapmazsak sorunlar daha da büyüyerek geri dönecektir elbette, sütte, ekmekte olduğu gibi.
Geçmişteki tecrübeler bize bir şeyi göstermiştir ki tarıma verilmeyen veya yanlış ve yanlı verilen destekler, sonunda daha fazlasını alıp götürmektedir.
Tarıma verilen destekler esas itibarıyla gıda güvenliği, gıda güvenirliliği, tarımsal kaynaklar, çevre ve benzeri alanlar açısından koruyucu ve birçok riski de önleyici niteliktedir. Hepimizin takdiridir ki önleme ve koruma maliyetleri her zaman telafi maliyetlerinden daha düşüktür.
Tarım sektörü giderek küçülmektedir. Türkiye'de tarım sektörünün gayrisafi yurt içi hasıladaki payının giderek azalması bu sektöre gerekli önemin verilmemesinden önemli ölçüde kaynaklanmaktadır. Tarımsal faaliyetler de artık giderek azalmakta, çiftçilerimiz yetersiz tarım politikaları yüzünden toprağı terk etmektedir. 2002 yılında çayır ve mera alanları hariç olmak üzere 26 milyon 579 bin hektar tarım arazisi son on dört yılda yüzde 10 azalmış, 23 milyon 763 bin hektara düşmüştür. Buna karşılık ülke nüfusu yüzde 20 artmıştır. Tahılların ve diğer bitkisel ürünlerin ekili alanları 17,9 milyon hektardan 15,7 milyon hektara gerilemiştir, sebze üretimi düşmüştür. Aynı durum hayvancılıkta söz konusudur. Çiftçilerimiz borç batağına düşürülmüş, tarım sektörü toplam nakdî kredileri 2004 yılından bu yana on beş kat artmış, tarım sektöründeki büyüme ise aynı dönemde dört kat olabilmiştir. 2004 yılında tarımsal borçluluk yüzde 9 iken 2016 yılında yüzde 45,5'e çıkmıştır. 2017 Nisan itibarıyla tarımsal kredilerin toplamı 78 milyar TL'dir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hafızaları tazelemek adına üç yıllık MHP iktidarı döneminde yapılan bazı düzenlemelere de dikkat çekmek istiyorum. Bu dönemde en ciddi yeniden yapılanma programlarından birisi uygulamaya konmuştur. Bugün "ÇKS" olarak konuştuğumuz Çiftçi Kayıt Sistemi ilk defa Milliyetçi Hareket Partisi döneminde gerçekleştirilmiş ve uygulaması devam ettirilmiştir. Bugün en doğru ve sağlıklı bilgileri bu sistem üzerinden alabiliyoruz, henüz bir tarım envanterimiz yok. Doğrudan destek ödemesine geçilmiş, özellikle küçük çiftçiye nefes aldırılmıştır. İlk defa tarım sigortasının (TARSİM) hazırlıkları o dönemde yapılmıştır. Pamuk, ayçiçeği, soya ve kolza gibi yağlı tohumlu bitkiler ve zeytinyağı prim ödemeleri yapılmış; yem bitkileri ilk defa Milliyetçi Hareket Partisi döneminde desteklenmiş; ilk defa mera tespit, tahdit ve ıslah çalışmaları o dönemde başlamış, daha sonraki dönemlerde azalan hızla devam etmiş.
Ülkemizde Hayvan Kayıt Sistemi Projesi (TÜRKVET) ilk defa Milliyetçi Hareket Partisi döneminde getirilmiş; kaçakçılıkla başarılı bir mücadele söz konusu olmuş; tarım-sanayi iş birliği, tarım-sanayi entegrasyonu için başarılı adımlar atılmış; Toprak Mahsulleri Ofisi gerçek anlamda piyasa regülasyonunu yapacak alım satım sistemlerini geliştirmiş ve piyasa regülasyonunu gerçekleştirmiş; alternatif ürün projeleri bu dönemde uygulanmaya alınmış; sorunlu tarım alanlarının tespitine bu dönemde başlanmış; Hayvan Irklarının Geliştirilmesi Projesi bu dönemde yapılmıştır.
Değerli milletvekilleri, aslında tarımın sorunları bitmez, yaşayan bir sektör. Tabii ki bir taraftan da sorun üretimi söz konusu olacak. Bugün burada Sayın Faruk Çelik göreve geleli bir buçuk yıl olmuş. Bu süre içerisinde yaşanan terör kalkışması, yapılan referandum çalışmaları dikkate alındığında Sayın Bakan açısından da şanssız bir dönem olmuştur. Sayın Çelik'in bakan olduktan sonra gündeme getirdiği millî tarım politikası yaklaşımı tarafımızdan takdir edilmiş, ancak kayda değer bir gelişme de şu ana kadar olmamıştır. Açıklanan millî tarım politikasını önemsiyoruz, yaklaşımını hayata geçirmesi adına biz bu gensoru için "hayır" oyu kullanıyoruz.
Genel Kurulunuzu saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)