GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Başbakanlığın, Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit edilmek üzere Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesi ve Hükûmet tarafından verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2/8/2016 tarihli ve 1119 sayılı Kararı'yla Hükûmete verilen izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 2/8/2017 tarihinden itibaren 31/10/2018 tarihine kadar uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/1166) münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:112
Tarih:17.07.2017

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde İcra Ettiği Harekât ve Misyonlar Kapsamında Yurt Dışına Gönderilmesi ve Hükûmet Tarafından Verilecek İzin ve Belirlenecek Esaslar Çerçevesinde Bu Kuvvetlerin Kullanılması İçin Anayasanın 92'nci Maddesi Uyarınca Bir Yıl Süreyle İzin Verilmesine İlişkin Tezkere vesilesiyle huzurlarınızda tekraren bulunuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tezkerenin konusunu oluşturan misyonlardan ilki, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 25 Nisan 2013 tarihli ve 2100 sayılı Kararı'yla Mali'de icra edilmeye başlanılan Mali Çok Boyutlu Entegre İstikrar Misyonu MINUSMA'dır. Söz konusu misyonun görev süresi son olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 29 Haziran 2017 tarihli ve 2364 sayılı Kararı'yla 30 Haziran 2018 tarihine kadar uzatılmıştır.

MINUSMA misyonu Mali'de güvenlik durumunun 2013 yılında kötüleşmesi sonucu ülkedeki siyasi süreci desteklemek ve güvenliğin sağlanmasına katkıda bulunmak amacıyla oluşturulmuştur. MINUSMA kapsamında temel görevler, ülkede istikrarın sağlanması, ateşkes sürecinin desteklenmesi, izlenmesi ve denetlenmesi, barış süreci yol haritasının uygulanması, ulusal siyasi diyalog sürecine destek sağlanması, Birleşmiş Milletler personeli ve sivillerin korunması, insan haklarının güvence altına alınması ve teşviki ile kültürel varlıkların korunmasına destek verilmesi olarak tanımlanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tezkerenin konusunu oluşturan ikinci misyon ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 10 Nisan 2014 tarihinde aldığı ve 2149 sayılı Kararı'yla Orta Afrika Cumhuriyeti'nde kurulan, Orta Afrika Cumhuriyeti Çok Boyutlu Entegre İstikrar Misyonu MINUSCA'dır. Misyonun görev süresi son olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 26 Temmuz 2016 tarihli ve 2301 sayılı Kararı'yla 15 Kasım 2017 tarihine kadar uzatılmıştır. Söz konusu misyon, Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki şiddet olaylarının, etnik ve dinî çatışmaların 2013 yılında artmasıyla ülkedeki güvenlik ve insani durumun kötüye gitmesi sonucu oluşturulmuştur. Temel hedefi Orta Afrika Cumhuriyeti'nde artan çatışma ve şiddet ortamında sivillerin korunması olan misyonun görevleri tezkerenin sunumunda belirtildi, arkadaşlarımız da biraz önce buna vurgu yaptılar.

Birleşmiş Milletler tarafından ülkemize söz konusu misyonlara katılım davetinde bulunulmuştur. Ayrıca, Birleşmiş Milletler 70'inci Genel Kurul görüşmeleri sırasında düzenlenen Barışı Koruma Zirvesi'nde söz konusu Birleşmiş Milletler misyonları için ülkemizden katkı sağlanması da istenmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletler 70'inci Genel Kurul görüşmeleri kapsamında 28 Eylül 2015 tarihinde, ABD Başkanı Başkanlığında New York'ta gerçekleştirilen ve Başbakan düzeyinde temsil edildiğimiz Barışı Koruma Liderler Zirvesi'nde ülkemiz tarafından MINUSMA karargâhında 5 karargâh subayı görevlendirilmesiyle MINUSMA veya MINUSCA misyonlarında kullanılmak üzere bir ulaştırma uçağı sağlanması ilave taahhütlerimiz olarak beyan edilmiştir. Afrika ortaklık politikamız, kıtada barış ve istikrarın tesisini, siyasi, ekonomik ve sosyal kalkınmaya yardımcı olmayı; bu amaçla siyasi, ekonomik, ticari, insani yardım, yeniden yapılanma, güvenlik, kamu diplomasisi ve ara buluculuk alanlarında karşılıksız yardımda bulunmayı içermektedir. Afrika'da bölgesel istikrar ve barış için tehdit oluşturan insani ve siyasi krizlerin çözümüne ülkemizce katkıda bulunulması da söz konusu politikamızın bir gereğini oluşturmakta ve bölge halkının refahı için sorunların bir an önce çözülmesi amaçlanmaktadır. Türkiye, Afrika politikamız kapsamında Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğünün ve ulusal birliğinin sağlanması, ulusal uzlaşma çabalarının başarıyla sonuçlanması, demokratik düzene dönüş ile siyasi istikrarın ve sürdürülebilir ekonomik kalkınmanın sağlanması yönünde bir politika takip etmektedir. Ayrıca, askerî ilişkilerimiz kapsamında ikili anlaşmalar doğrultusunda kıta ülkelerine askerî eğitim ve askerî yardımlar yapılmaktadır. Afrika ülkelerinden askerî personel ise Türkiye'de icra edilen kurs ve eğitim faaliyetlerine iştirak etmektedir.

Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki çatışma ortamının sona erdirilmesi, bu sorunların diğer ülkelere sirayet etmemesi açısından önem taşımaktadır. Nitekim bahse konu iki ülkenin coğrafi konumları ele alındığında buradaki istikrarsızlığın Sahra Sahel bölgesindeki terör örgütlerini de güçlendireceği düşünülmektedir. Libya'da DEAŞ'ın güç kazanması ise bu bölgede meydana gelebilecek sorunların bizim için de önemli tehdit oluşturabileceği düşüncesini doğurmaktadır.

Bu itibarla, Mali'deki MINUSMA ve Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki MINUSCA güçlerinin ülkemiz tarafından sağlanacak katkıların bahse konu ülke hükûmetlerini terör örgütlerine karşı güçlendirmesine destek vermesinin yanı sıra, bunun gerek terörün her türlüsüyle olan mücadelemize gerekse bölge ülkeleriyle olan ilişkilerimize olumlu yansıyacağı düşünülmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Osmanlı İmparatorluğu'ndan günümüze kadar bir Afro-Avrasya ülkesi olan Türkiye'nin 21'inci yüzyılın gerçekleriyle uyum içerisinde yeni bir döneme giren Afrika politikasının da bir gereği olarak bölgede yer alması stratejik bir önceliktir. Afrika'da bölgesel istikrar ve barış için tehdit oluşturan insani ve siyasi krizlerin çözümüne ülkemiz tarafından askerî katkıda bulunulması, ülkemizin barışı destekleme harekâtlarına olan yaklaşımıyla örtüşmekte, ayrıca bölgede ve genel olarak Afrika Kıtası'nda izlemekte olduğumuz aktif dış politikamızın doğal bir uzantısını oluşturmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce burada konuşan hatiplerin bazı değerlendirmelerine özellikle cevap vermek ihtiyacı hasıl oldu. Öncelikle, bu Parlamentoda hiçbir milletvekilinin "rehin", "tutsak", "savaş" gibi ifadeleri ağzına almasını kesinlikle doğru bulmuyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Sadece bu Hükûmetin bir Bakanı olarak değil, aynı zamanda bu yüce Meclisin bir üyesi olarak, bir ferdi olarak Türkiye'nin bir hukuk devleti olduğunu, hukuk devletinde her şeyin kurallarla yürüdüğünü, adı anılan kişilerin yargı kararları sonucunda şu anda cezaevinde olduğunu ve umarız ve dileriz ki suçsuz bulunmalarının ve hürriyetlerine kavuşmalarının yine hukuk çerçevesinde olacağını herkese hatırlatmak isteriz.

Bakınız, Türkiye 80 milyon insanıyla bir bütündür, birlikte Türkiye'dir, biz birlikte Türkiye'yiz. Bu ülkede herhangi bir vatandaşın diğer vatandaşa göre bir üstünlüğü yoktur. Bu ülkenin tapusu 80 milyonun eşit paydaşlığıyla oluşmuştur. Bu noktada, her türlü ayrımcı dil, her türlü zehirli dil kesinlikle reddedilmesi gereken dildir. Bu ülkede ayrımcılığı değil, birleştiriciliği, kapsayıcılığı hep beraber, ortak bir söylem ve tavır olarak oluşturmak durumundayız.

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) - İnşallah öyle olur.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI FİKRİ IŞIK (Devamla) - Sadece terör örgütlerine yarayan söylem, bu ülkede hiç kimseye fayda bugüne kadar getirmedi, bundan sonra da getirmez.

Bakınız, bu ülkenin öyle güçlü bir duygu bütünlüğü var ki kırk yıla yakın devam eden terörle mücadelede birileri bu ülkenin duygusal olarak da parçalanmasını hedefledi. Birileri istedi ki Türkiye'deki insanlar birbirine düşman olsun, insanlar âdeta birbirinden duygusal olarak da ayrışsın, birbirini düşman bellesin ama Allah'a hamdolsun, kırk yıldır bunu kimse başaramadı, inanıyorum ki bundan sonra da başaramayacak. Pek çok olay, bu ülkedeki kardeşliğin ne kadar güçlü olduğunu defalarca ortaya koydu. En son, 15 Temmuz gecesi bu ülkenin kardeşliğinin, birliğinin ve bütünlüğünün ne kadar güçlü temellere dayandığını bir kez daha bütün dünyaya gösterdi. O akşam sadece İzmir, sadece İstanbul, sadece Ankara, sadece Trabzon, sadece Gaziantep, sadece Erzurum Türk Bayrağı'nı ellerini alıp sokağa çıkmadı; aynı zamanda, Hakkâri de, Van da, Siirt de, Şırnak da, Muş da, Bitlis de, Bingöl de, Tunceli de, Şanlıurfa da, memleketimin her kenti ve o her kentinin insanı ellerine Türk Bayrağı'nı aldı ve sokağa koştu. Benim siyasetçilere tavsiyem, ayrıştırıcı dili değil birleştirici dili kullanın. Eğer ayrıştırıcı dili değil birleştirici dili kullanırsanız size oy veren insanların desteğini alırsınız. Eğer bu dili kullanmamakta ısrar ederseniz sadece hukuk önünde değil yarın sandıkta da vatandaş önünde bunun hesabını verirsiniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, ikinci vurgulamak istediğim konu, Katar'la ilgili konu. Katar konusunda Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin politikası başından beri belli. Bölgede bu kadar büyük sorunlar varken yeni bir sorunun çıkmasında ve bu yeni sorun dolayısıyla bölgenin daha büyük bir istikrarsızlığa sürüklenmesinde kimin menfaati olabilir? Bu noktada Türkiye'nin duruşu, bu istikrarsızlığa bir odun atmamak; aksine, bu istikrarsızlığı giderecek adımlar atmaktır. Baştan beri bizim politikamız budur ve bu politikanın gereği, bir taraftan bir ülkenin egemenlik haklarını savunurken diğer taraftan da bölgedeki ülkelerin birbirleriyle olan ilişkilerini yumuşatmaya yönelik adımlar attık. Daha ben çarşamba günü Suudi Arabistan'ın şu anda yeni veliaht seçilen ve Başbakan Yardımcılığı ve Savunma Bakanlığı görevini üstlenen Salman bin Muhammed'le telefonla görüştüm. Benim partnerimle, orada bir kez daha Türkiye ile Suudi Arabistan'ın ilişkilerinin güçlendirilmesi, savunma ve askerî iş birliği alanındaki mevcut iş birliğimizi daha da artırmamızın gerekliliği konusunda mutabakat sağladık. Savunma sanayisi projelerimizin daha da ilerletilmesi konusunda bir mutabakat sağladık. Yani zannedildiği gibi, Türkiye'nin Katar konusunda ortaya koyduğu tavır, birilerinin Türkiye'ye düşman olmasını değil, aksine Türkiye'nin bölgedeki ağırlığının, özellikle sorunların çözümünde çok önemli bir rol üstlenmesini ifade ediyor. Yakın zamanda Sayın Cumhurbaşkanımız bölge ülkelerine bir ziyaret yapacak.

Bakınız, değerli arkadaşlar, bazı konular vardır ki günlük siyasi tartışmaların içerisine çekmek çok doğru değildir, Katar konusu da bunun bir örneğidir. Biz Katar krizinde Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti olarak bir taraftan Katar'ın egemenlik haklarının korunması gerektiğini ifade ediyoruz ama diğer taraftan, başta Suudi Arabistan olmak üzere, diğer tüm ülkelerin bir masanın etrafında oturarak bu sorunu konuşarak ve barışçı yollarla çözmeleri gerektiğini, bunun için de Türkiye olarak her türlü katkıya hazır olduğumuzu ifade ediyoruz. Bundan daha doğru bir politika bilen varsa gelsin koysun. Türkiye, dikkatli, dengeli ama kararlı bir politika izliyor. Her şeyden korkarak bu bölgede yolumuza devam edemeyiz. Orada bir sorun çıktı "Aman çekil kenara.", burada sorun çıktı "Aman çekil kenara, aman şunu hiç elleme, aman buna dokunma, aman güçlüleri karşına alma." Değerli arkadaşlar, biz haktan yana, doğrudan yana olmaya devam edeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Evet, doğrudan...

MUSA ÇAM (İzmir) - Öyle bir şey yok.

BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) - Ama hep karıştırdık, bu böyle oldu.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI FİKRİ IŞIK (Devamla) - Arkadaşlar, yolu doğru olanın yükü ağır olur, bunun bilincindeyiz. Bu anlayışla Katar'da soruna barışçı yollardan çözüm bulunması konusunda gayretlerimizi sürdüreceğiz.

Bir başka konu, özellikle TCG Anadolu'yla ilgili sayın milletvekilinin söylediği talihsiz cümleler. Bakınız, AK PARTİ iktidarı dönemine gelene kadar savunma sanayisinde yerlilik oranımız yüzde 24'tü. Biz Hükûmet olarak büyük gayret gösterdik ve bu konuda millî heyecanın bir kez daha artmasını ve bu sayede de bir seferberlik hâlinde savunma sanayimizde yerlilik oranının yüzde 60'lara çıkmasını sağladık. Bu başarı bütün Türkiye'nin başarısıdır, sade AK PARTİ Hükûmetinin başarısı değildir.

Ama şunu ifade etmemde özellikle fayda var: Değerli arkadaşlar "TCG Anadolu" dediğiniz çok büyük bir çıkarma gemisi. Bunun üzerinde helikopterler olacak, bunun üzerinde, gerektiğinde F35 uçaklar inip kalkabilecek. Bunun içinden onlarca tank bir harekâtta çıkarma yapacak. Şimdi, böyle bir projenin değerlendirilmesinde, bu projenin hayata geçmesi için, birisi "Efendim, ben yüzde yüz yerli yapacağım." dedi. E peki, yerli yapacağının garantisini vermediyse "Bu adam 'yerli' dedi, onun için biz buna vermek zorundayız." gibi bir anlayış kabul edilebilir mi? Ben bu konuda özellikle epey kafa yormuş, hem Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı dönemimde hem de şu anda epey kafa yormuş bir arkadaşınız olarak söylüyorum: Bu tip projelerde uluslararası tecrübeden faydalanmak hem zaman hem de kaynak ekonomisi açısından önemlidir. Biz de bunu yaptık. Bu proje benden önceki bakan arkadaşlarımız döneminde başladı ama şundan yüzde yüz eminim: O yüzde yüz yerli teklifi veren kişinin teklifi gerçekten yapılabilir, uygulanabilir bir teklif olsaydı hiç tereddütsüz o firma seçilirdi, maliyete de çok bakılmazdı ama bu kadar yüksek tecrübe gerektiren bir konuda da takdir edersiniz ki ülkenin zamanını ve kaynağını israf etmek noktasında bir hükûmet olmaz.

Bu arada, tabii son derece talihsiz bir cümle, bu yüzde 10 meselesi. Değerli arkadaşlar, bunun ben Sayın Salıcı tarafından düzeltilmesini isterim. Yüzde 10, yok komisyonmuş, şuymuş, buymuş. Bu konuyla ilgili hiç kimseyi zan altında bırakacak, töhmet altında bırakacak bir yaklaşım kabul edilemez. Doğru bildiğiniz bir şey varsa ortaya koyun, bunun gereği yapılsın. Biz, bir taraftan Türkiye'de savunma sanayisinin yerlilik oranını en üst seviyeye çıkaralım diye uğraşırken bir taraftan maalesef bu konudaki direnç merkezleriyle sürekli mücadele ediyoruz. Bunu yaparken bir de böyle aslı astarı olmayan iddialarla lütfen bu sektörde çalışan insanların moralini bozmayın. Bu, önemlidir. Bu konuda bir düzeltmenin geleceğini ümit ediyorum.

S-400 konusu... Değerli arkadaşlar, şunu çok net olarak ifade edeyim: Türkiye NATO'nun çok önemli bir üyesidir, NATO ittifakında yer almaktadır ama NATO'nun esiri değildir. Biz, hava ve füze savunma sistemlerimizi geliştirirken birinci öncelik olarak NATO müttefikimiz olan üye ülkeleri tercih ettik; gelin, birlikte yapalım; gelin, bizim bu ihtiyacımızı birlikte karşılayalım dedik ama o dönemde verilen teklifler, hem rekabetçi değildi hem de teknoloji paylaşımını içermiyordu. Peki, böyle bir durumda Türkiye ne yapacak? "A, NATO üyesi ülkeler vermiyor, elimizi kolumuzu bağlayalım, bekleyelim." Böyle bir anlayışımız olabilir mi? Bu kadar tehdidin arttığı, bu kadar istikrarsızlığın yoğunlaştığı bölgede Türkiye elbette kendi hava ve füze savunma sistemiyle ilgili başının çaresine bakacak. O dönemde yapılan çalışmalarda en uygun çözümün S-400 olduğu görüldü ve bu süreç başlatıldı. Bu süreç başlatılırken elbette kendi ulusal güvenliğimizi düşünmek durumundayız. Onun için de yapılan taslak anlaşmada "IFF" dediğimiz dost düşman tanıma sisteminin millî olarak geliştirilmesi. Bu konuda Türkiye'nin kendi ulusal güvenliğine ve müttefiklerine yönelik en küçük bir tehdidin oluşmaması için gerekli her türlü ifadeler anlaşmaya kondu. Bu konuda da hiçbir şekilde tereddüt taşımıyoruz. Ancak biz bu arada ne yaptık? Kendi ulusal füze ve hava savunma sistemi programımızı da başlattık. Bu program çerçevesinde, geçen cuma günü EUROSAM'la Türkiye-Fransa-İtalya ortak hava ve füze savunma sisteminin geliştirilmesi ve üretilmesiyle ilgili bir mutabakat metnine de imza attık. Yani bir taraftan acil ihtiyaçlarımızı temin ederken, diğer taraftan da uzun vadede kendi yeteneklerimizi geliştirecek adımları da attık.

Son olarak şunu ifade etmek isterim ki değerli arkadaşlar, Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerinde eğer biz buradan "Biz AB'ye mecburuz." dersek bize ikinci sınıf ülke muamelesi yaparlar. Türkiye hiçbir yere mecbur değildir. Türkiye'nin mecburiyeti yoktur, ulusal çıkarları vardır. Türkiye'nin ulusal çıkarları AB'yle birlikte yol yürümeyi gerektirir, biz AB'yle birlikte yol yürürüz; Türkiye'nin ulusal çıkarları AB'yle birlikte yol yürümeyi gerektirmezse o zaman Türkiye de çıkarlarının gereğini yapar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI FİKRİ IŞIK (Devamla) - Ama biz bugün "Mecburuz." dersek, yarın bunlardan kesinlikle ikinci sınıf ülke muamelesini görürüz.

Sayın Başkanım, cümlemi bir dakikada toparlayayım.

BAŞKAN - Tamamlayın, bir dakika daha süre veriyorum Sayın Bakan size.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI FİKRİ IŞIK (Devamla) - Bu açıdan da Avrupa'da özellikle Türkiye'nin güçlenmesi karşısında hazımsızlığını artık gizleyemeyen medyanın algı operasyonuna teslim olmamak durumundayız. Yani Türkiye'nin bugün her türlü AB kriterini yerine getirmesi durumunda Avrupa Birliğinin Türkiye'yi tam üye olarak alacağını düşünüyor musunuz? Biz onun için "Avrupa Birliği kriterleri değil, Ankara kriterleri." dedik. Evet, biz o kriterleri Ankara kriteri hâline getirir, yerine getiririz ama şunu da çok iyi biliyoruz: Birkaç sene sonra Türkiye Avrupa Birliğinin en büyük ülkesi oluyor, nüfusu 80 milyonun üzerine, 82-83 milyona çıkıyor; buna mukabil Almanya'nın nüfusu 80 milyonun altına düşüyor. Elbette bir hazımsızlık var, bunun farkındayız. Bizim için önemli olan, Avrupa standartlarını geçecek bir politikayı ortaya koymaktır; biz bunu yapmanın gayretindeyiz.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)