| Konu: | Bölge Adliye ve Bölge İdare Mahkemelerinin İşleyişinde Ortaya Çıkan Sorunların Giderilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 113 |
| Tarih: | 18.07.2017 |
HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; fazla biz bize kaldığımız bu ortamda adalet üzerine ne anlatılır bilmiyorum ama gerçekten hoş bir Meclis görüntüsü. Bomboş, ıssız, derin ve o adliyelerin yabancılaştırıcı, girdiğiniz zaman özellikle vatandaş için korkutucu, "Adalete nasıl erişim acaba?" diye belki daha fazla düşünmesine neden olan görüntülerine de benziyor. Bilmiyorum, hiç adliye önünde bulundunuz mu? Aslında bulunmayan yoktur artık ama ben her gittiğim zaman adliye önünde oluşan vatandaş kuyruklarına bakarım, özellikle Çağlayan Adliyesinin önünde ve bu çok üzücü bir manzaradır. Her seferinde de bir fotoğraf çekerim oradan. Hakikaten insanlar adalete, belki şefkate en fazla ihtiyaç duydukları ve ulaşmak istedikleri bir yerde nasıl bir çileyle, daha kapıdan girişinde neler yaşayarak ulaşmaya çalışıyorlar. İçeride ise kim bilir neler yaşanıyor her vatandaş açısından.
Şimdi, OHAL'i tekrar uzattınız. OHAL'in bir de kadın hâli var aslında. Sadece genele bakmak yetmiyor, aynı zamanda kadın hâline de bakmak gerekiyor. Sadece 2016 yılında Türkiye'de 61 kadın cinayeti davası sonuçlandı ve 22'sinde erkeklere iyi hâl ve haksız tahrik indirimleri uygulandı. Şiddet, taciz ve tecavüzler karşısında karakollara başvuruda bulunan kadınlar "Darbe oldu, polisin işi gücü var." denilerek yalnız bırakıldılar. Ben bunu kurucusu olduğum Mor Çatının deneyimlerinden de çok iyi biliyorum. Gerçekten, geçmişte karakollarda daha farklı şeyler yaşardık, şimdi ise karakollarda "Artık hepimiz adliyedeyiz, zaten hiçbir yere yetişemiyoruz." denilerek, kadınların şiddeti önlemek için başvurularına karşı verilen cevaplar bu şekilde oluyor.
Aynı zamanda erkeklik yüceltildi ve şiddet özendirildi. Erkek şiddeti, taciz, cinsel istismar ve katliamlara karşı eril yargı kültürü, fail erkekleri iyi hâl ve haksız tahrikle ödüllendirirken Hükûmet yetkililerinin şiddet ve tecavüz karşısında "Hoşuna gitmeyebilir, mırıldanırsın." ya da "Madam gibi değil adam gibi ölmek." sözleriyle erkeklik yüceltildi ve aslında bu diğer taraftan kadınların güncel hayatına şiddet olarak geri döndü.
Evet, OHAL uzatıldı üç kez, dördüncüsü oldu ve OHAL'de en az 25 bin kadın ihraç edildi.
Türkiye, İstanbul Sözleşmesi'ni uygulamadı. Uzun bir süredir, ilk defa imzalamakla ve İstanbul'da, Türkiye'de imzalamakla övünülen İstanbul Sözleşmesi, hiçbir şekilde gereği yerine getirilmeyen bir sözleşme. Ve buna uygun adımlar atılmadığı için de işte hâlen GREVIO tarafından değerlendirilme sürecinde. 2014 yılından beri tek bir konuda, bu sözleşmenin yürürlüğe girdiği tek bir konuda iyileşme olmadı ve bunu bağımsız kadın örgütleri de hiçbir taleplerinin yerine getirilmediğini ifade ederek söylüyorlar.
Şimdi, adliyeler anılarla doludur. Ben de gecenin bu saatinde size bir iki adliye anısı anlatmak isterim özellikle kadınlar açısından baktığımızda. Çünkü bu ülkede biz kadın hakları için çok ciddi bir mücadele yürüttük ve o kazanımlar hakikaten kolay ulaşılan kazanımlar olmadı. Öyle olduğu için de zaten bugün en ufak bir geri adım atılmaya kalkıldığında, en ufak bir kazanım gasbedilmeye kalkıldığında kadınlar hemen buna karşı baş kaldırıyor ve en büyük direnci gösteren yine kadınlar oluyor.
Şimdi, bunlardan bir tanesi, 4320 sayılı Kanun'un yani şiddetin önlenmesine dair kanunun, o zaman "Ailenin Korunmasına Dair Kanun" başlığı altında, şimdi 6284 sayılı Kanun'un ilk uygulama zamanlarında yaşadığım bir şeydi. Şimdi, bu kanunun hakikaten şiddet uygulayan erkeğin evden uzaklaştırılmasını, telefonla, herhangi bir şekilde iletişim araçlarıyla kadınları rahatsız etmemesini ve başkaca da birçok tedbir içeren bir kanun olduğunu, aynı zamanda mahkemelerin, hâkimlerin kendi başlarına da duruma göre, o özel duruma göre kendilerinin karar verebileceği tedbirler de olabileceğini anlatmakta gerçekten güçlük çekiyorduk. Aslında aynı güçlük hâlâ devam ediyor çünkü erkek egemen sistem ve erkek yargı hâlâ görevine canla başla devam ediyor. O zaman çok ciddi olarak şiddet görmüş olan bir kadının davasını üstlendiğimde, ilk başta savcıya başvurulduğunda savcının söylediği şu sözü hiç unutmuyorum: "Peki, avukat hanım, adam nereye gidecek, nerede kalacak?" Yani aslında şiddet gören kadını koruması gereken bir savcı o şiddeti uygulayan erkeğin nerede kalacağını, gece nerede yatacağını kendisine dert edinmişti. Hakikaten "İsterseniz savcı bey, alın evinize götürün, sizde kalsın." dememek için kendimi zor tutmuştum. Ama bu anlayış bugüne kadar aynı şekilde devam etti.
Unutamadığım bir başka şey de -ki bugün Sayın Adalet Bakanı da burada, aslında kendisi de çok iyi biliyor- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde kadınların evlilik öncesi soyadlarını kullanabilmeleri artık bir karar hâline gelmişken ve buna ilişkin Türkiye'de bir yasal düzenleme yapılması gerekirken bunu hangi erkeğe sorsak, "Acaba eşinizin soyadını taşır mısınız? Bu sizin için bir kimlik sorunu mudur? Siz yoksa çocukluğunuzdan beri taşıdığınız soyadını mı taşımak istersiniz? Bundan vazgeçer misiniz, asla vazgeçmez misiniz?" diye sorsak hepinizin eminim ki söyleyeceği şey "Tabii ki, bu benim soyadımdır, asla bundan vazgeçmem." olacaktır. Bu iş kadınlar için de böyledir arkadaşlar. Bu lüks değildir, bu bir kimlik sorunudur. Ben Filiz Kerestecioğlu olarak yaşamışsam Filiz Kerestecioğlu olarak hayatıma devam etmek isterim, başka bir soyadını taşımak istemem ve buna hiçbir şekilde zorunlu tutulmak istemem. Bu bir ayrımcılıktır ve bu ayrımcılık AİHM tarafından tespit edilmesine rağmen hâlâ bununla ilgili bir yasal düzenleme yapılmamaktadır ve bunun için kişisel olarak dava açsam, evet, kendi soyadımı sadece taşıma hakkını alabilirim ama ben bütün kadınlar bunu kullanabilsin diye bir idari dava açtım ve hâlâ bunun sonucunu beklemekteyim. Tabii, cüppede düğme olmadığı hâlde önünü iliklemek isteyen ya da çay toplayan yargıçlar varken iktidar ve siyasilerle, burada nasıl bir sonuca ulaşabilirim, onu şu anda bilmiyorum. Ama bununla ilgili daha AİHM içtihadı yokken, ilk defa 1980'li yıllarda, Anayasa'ya aykırılık iddiasıyla bir müvekkilim için dava açmıştım ve o zaman aile mahkemeleri yoktu. Asliye hukuk mahkemesinde bu davayı açtığımda, karşımda -hiç unutmam- bir hâkim, beş sayfalık, kendime çok güvenerek hazırladığım, işte "eşitlik ilkesine aykırılık, ayrımcılık" diyerek yazdığım bir dilekçeye "Şimdi, siz ne demek istiyorsunuz avukat hanım?" dedi. Dedim "Beş sayfa yazdım ama isterseniz anlatayım size." "Anlatın." dedi. Ben de kadının kendi soyadının kendi kimliği olduğunu, bunu kullanamamasının ayrımcılık olduğunu ve müvekkilimin kendi soyadını kullanmak istediğini anlattım ve bütün Anayasa maddelerini, uluslararası sözleşmeleri, bunları sıraladım, sıraladım ve hâkim bana dedi ki: "O senin dediğin asma yaprağı, her zaman olmaz."
Evet, Türkiye'de gerçekten yargının erkek egemen bakışı aynen budur ve işte biz kadınlar olarak bu yüzden yıllardır "Erkek adalet değil, gerçek adalet." diyoruz.
Saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.