| Konu: | (10/2, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18) No.lu Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 2 |
| Tarih: | 03.10.2017 |
CHP GRUBU ADINA CANDAN YÜCEER (Tekirdağ) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerine söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Dün Dünya Çocuk Günü'ydü, mutlulukların hep onların olması dileğiyle tüm çocukların Dünya Çocuk Günü'nü kutluyorum. Umarım çocukların yüzünden gülümsemesinin çalınmadığı bir dünya bırakabiliriz onlara, tüm olumsuzluklara rağmen bu umudun hep diri tutulması çok önemli diye düşünüyorum.
Değerli milletvekilleri, tüm evlilikler ömür boyu sürmek ve mutlu olmak amacı taşırlar ama bazı durumlarda aile ilişkileri arasında sağlıklı bir yapı oluşmayabilir. Bu sorunların çözülememesi, bunların aşılamaması durumunda da boşanma süreci gerçekleşebilir. Boşanma bir travmadır, travmatik bir süreçtir. Gerçekten kişinin ruhsal yapısını etkiler, yaşamını etkiler. Hiç kimse huzursuz olmak için, mutsuz olmak için evlenmez. Daha mutlu, daha huzurlu bir gelecek ümidiyle evlilik kurumunun kurulması ama sonuçta boşanma kararının verilmesi ve boşanma sürecinin gerçekleşmesi çiftler arasında gerçekten çok yıkıcı bir süreç ama daha çok, kadınlar arasında özellikle zorlu ve yıkıcı bir süreç. Bu denli yıpratıcı bir sürecin neden göze alındığı sorulması gereken bir soru. Hiç kimsenin "Ben şu kadar zaman sonra boşanacağım." diye evlenmediği ve boşanmanın son çare olarak görüldüğü ön kabulüyle eğer bu soruna yaklaşırsak daha sağlıklı bir sonuç alabiliriz diye düşünüyorum.
Şu açık bir tespittir: Boşanmaların kendi başına toplumsal bir sorun olmasından çok, toplumsal sorunların bir uzantısı olduğu gerçeği. Boşanma göç, ekonomik sıkıntılar, kentleşme, geleneksel aile yapılarının çözülmesi, erken evlilik oranlarının yüksekliği ve şiddet gibi nedenlere bağlı bir sonuçtur. Örneğin, 2013 bütçe görüşmesinde dönemin Bakanı Sayın Fatma Şahin ekonomik krizlerin ailedeki boşanma oranlarını yükselttiğini söyleyerek bu tespiti dile getirmiştir.
Boşanmaların en önemli nedenlerinden biri de aile içi şiddet, kadının yaşadığı fiziksel, cinsel, ekonomik, psikolojik şiddet. Yani boşanma oranlarının artmasını eğer biz bir sorun olarak ortaya koyuyorsak başta ekonomi ve kadına yönelik şiddet olmak üzere bütün sorunları ortada açık bir şekilde tartışmamız gerekir.
Bir taraftan, ben Komisyonun kurulmasını da ekonomik ve sosyal sorunların derinleştiğinin ve uygulanan politikaların iflas ettiğinin bir itirafı olarak da görüyorum tabii ki. Asıl araştırılması gereken, boşanmaların artmış olmasından öte, bu kadar sorunun içinde bu boşanma oranları nasıl bu düzeyde, bu seviyede kalıyor. Bu da bir soru. Aile içi kadına yönelik şiddetin "Kol kırılır, yen içinde kalır." atasözünde olduğu gibi saklanması, toplumun, hatta kadınların bunu olağan görmesi ve kadınların özellikle aşırı fedakârlıklarıyla evlilikler sürüyor çünkü mevcut sistemde ekonomik ve sosyal olarak güçsüz kadınların özverisiyle bu evlilikler sürüyor.
Bakın, bir rapor var. 2016 yılı aile yapısı araştırmasına göre yüzde 18 civarında 18 yaşında, altında evlilik var. Yüzde 60 oranında görücü usulüyle evlilik yaşandığı, yüzde 23 oranında da hâlâ akraba evliliklerinin devam ettiği görülüyor. Kendi görüşü sorulmadan, ailesinin kararıyla evlenen kadın oranı ne kadar biliyor musunuz? Yüzde 15. Bu rakamlar aslında sadece yansıyanı ama bu rakamlar evliliğin yapısında bir sorunumuz olduğunu da gösteriyor; boşanmanın köklerinde evlenme aşamasındaki koşulların olduğu gerçeğiyle de bizi yüz yüze bırakıyor.
Öte yandan, Türkiye'de boşanmak kadar boşanamamak da bir sorun. Örneğin, Mart 2011'de, çocuk cinsiyeti nedeniyle kadın üzerinde oluşturulan psikolojik şiddet, başlık parası ve geleneksel evlilikler hakkındaki komisyon raporunda, özellikle kadınların mutsuz olsa dahi çevre baskısı, baba evine dönmenin hoş karşılanmaması ve ekonomik durumunun yetersiz olması sebebiyle boşanmaya ulaşamadığı ve hatta şiddet gördüğü ifade ediliyor. Bu tespitin ne kadar doğru olduğunu, cinayetlere kurban giden her 5 kadından 1'inin boşanmak istediğini görüyoruz. Ne hazin ki Sayın Bakan da biraz önce ifade etti, Kastamonu'da bugün bir olay gerçekleşti; devletin koruması altında bir kadın... Çoğu zaman bu kadınlar hazin bir şekilde, ya devlet koruması altında ya da devlet korumasına ulaşma aşamasında katlediliyor ve devlet buna sadece seyirci kalıyor.
Değerli arkadaşlar, raporda ve devlet yönetimindeki en büyük açmazı, bütün sorunların çözümüne ailenin kutsallığının vurgulanarak başlanması oluşturuyor. Aile elbette toplumun temeli, elbette çok önemli bir kurum. Buna kimsenin itirazı yok, hiçbirimizin ama toplumsal bir kuruma aşırı bir şekilde kutsiyet atfedilirse, sadece bu perspektiften bakılırsa o zaman gerçek sorunları, diğer şeyleri ıskalamış oluyorsunuz. Boşanma sorunu da bireyler yok sayılarak, temelindeki sorunlar görmezden gelinerek, boşanmanın bir hak olduğu gerçeği ıskalanarak değil, toplumsal cinsiyet eşitliği politikalara temel alınarak, bireyler ve bireylerin hakları gözetilerek sorunların, özellikle ekonomik sorunların masaya uzun bir şekilde yatırılarak enine boyuna incelenmesiyle ele alınmalı. Ama bu raporda da genel uygulamada da yapılan bu değil. Kafalar yine kuma gömülmekte, diziler, medya vesaire suçlanmaktadır.
Bu bir yüzleşme gerçeğini bize hatırlatıyor. Kadını ikinci sınıf gören zihniyetle, kadını yok sayan zihniyetle yüzleşmek zorundayız. Yalnızca uygulama hatalarıyla da değil, iktidardan ve söylemlerinden kaynaklı sorunlarla da yüzleşilmeli. Ama bu da yeterli değil, toplumsal algıyla ve bu zihniyetle de yüzleşmemiz gerekiyor. İşte, bu raporda olmayan budur. Kolaycılığa kaçılarak tüm sorunlar medya, eğitim gibi belli kaynakların üzerine yıkılmış. Ben demiyorum ki bunlar etken değil, tabii ki çok önemli, muhakkak ki etken ama sorunların asıl kaynağı zihniyettir. İster dinsel anlayıştan olsun ister kültürel farklılıklardan olsun isterse gelenekten olsun, kaynağı ne olursa olsun şu an toplumda kadın ve erkeğin eşit olmadığına dair çarpık, yaygın bir anlayış vardır. Bir de bunun üzerine kadınları sadece iyi eş, iyi anne, iyi ev kadını olarak gören bir yönetim şekli hüküm sürülürse -bunun üzerine eklenince de- o zaman kadınlar için hayat yaşanmaz bir hâle geliyor. İşte, kadınların istihdamda yeterince yer alamamalarının, eğitim hakkından yeterince faydalanamamalarının, toplumsal yaşamda kendilerine yer bulamamalarının sebepleri bunlar.
İstediğiniz kadar uluslararası sözleşmelerin altına imza atın, dilediğiniz kadar kanun yapın, yönetmelik çıkarın; bu anlayışla, artık betonlaşmış bu zihniyetle mücadele etmediğiniz sürece sorunların sadece çevresinden dolanmanın ötesine geçemezsiniz. Bakın, hepimiz için gurur vesilesi olan İstanbul Sözleşmesi'ne Türkiye'de ilk imzayı koymadık mı? Eksiklerine rağmen 6284 sayılı bir kanunumuz yok mu? Ama İstanbul Sözleşmesi çıktı çıkalı, 6284 sayılı Kanun Meclisten geçti geçeli tüm bakanların ve bürokratların ifadesi... Uygulamada bu sorunların çözüldüğüne dair olumlu bir gelişme yok. Tüm STK'lar bu konuda bildiriyor. Peki, uygulamadaki bu isteksizliğin sebebi ne? Çünkü bu kalıp yargılar sürekli besleniyor.
Değerli milletvekilleri, bu raporda değerler eğitiminden bahsediliyor, tanımında da aile içi rollere dönük farkındalıktan söz ediliyor. Nasıl bir farkındalıktır bu? Nasıl bir değerden söz ediyoruz? "Kadın ile erkek eşit değildir, fıtrata ters." anlayışının farkındalığı mı ya da "Anneliği reddeden, evini çevirmekten imtina eden kadın, iş hayatında ne kadar başarılı olursa olsun yarımdır, eksiktir." anlayışı mı; "Kadın evinin süsüdür." farkındalığı mı; "Herkes içinde kahkaha atan kadın iffetsizdir." farkındalığı mı ve daha sayamadığım yüzlerce, kadını yok sayan, ikinci sınıf gören bir zihniyetin, anlayışın farkındalığı mı? (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, biliyorsunuz, bunların hepsi AKP kurucularının söylemleri. Bu anlayışı ve bakış açısını temel alarak verilen değerler eğitiminin kime ne faydası olacak Allah'ınızı seversiniz? Toplumsal algıyı, bu yanlış algıyı sürekli vurgulayan, olmadı, daha ötesi olumlayan bir anlayışın kadınlar konusunda, kadın hakları konusunda, eşitlik konusunda diyeceği ne olabilir? Bireysel olarak eşitliğe inanmayabilirsiniz, bu sizin eksikliğinizdir, bu sizin yarımlığınızdır ama bunu bir politika hâline getiriyorsanız artık bu bireysel olmaktan çıkmıştır. Bunun bir yansımasına da biz Komisyon toplantılarında tanık olduk. Komisyon üyesi bir milletvekili, sivil toplum kuruluşlarını dinlediğimiz sırada, bir kadın hakları savunucusuna Hükûmeti eleştirdiği gerekçesiyle had bildirme cüretini kendinde görebildi, İstanbul Toplantıları'nda da benzer davranışlar görüldü. İşte, yanlış olan bu. Bu toplumdaki yanlış algıları siz iktidar politikası hâline getirirseniz, kültürü, geleneği, dini gerekçe göstererek kadınları ikinci sınıf, yok sayarsanız o zaman bu sorunların çözümünü yapamazsanız, isterseniz bin tane komisyon kurun, bin tane rapor yazın. Uygulamadaki sorunları çözmezseniz, ortadan kaldırmazsanız, bu sorunlara neden olan zihniyeti değiştirmezseniz, bu zihniyeti besleyenlere dönüp bir laf, bir söz söylemezseniz o raporların kıymetiharbiyesi yoktur. Hakikaten tuğla kalınlığında bir rapor var elimizde ama neresinde var bu söylemlerin zarar verdiği ben göremedim, gören biri varsa lütfen haber versin. Ha yoksa, ki yok, o zaman bu raporun değeri tartışmalıdır.
Bakın, 493 sayfalık raporda yalnızca 1,5 sayfa "Toplumsal Farkındalık ve Zihinsel Dönüşüm" başlığı altında "Toplumsal farkındalık ve zihinsel dönüşüm sorununun çözümünde başlıca unsur eğitim ve medyadır." diyorlar. Kendi içinde eksiklik olmakla beraber bence yanlış bir değerlendirme değil ama asıl sorun hayata nasıl yansıdığı, bizi ilgilendiren kısmı burası. İzninizle ben size bir örnek vermek istiyorum: Millî Eğitim Bakanlığının hazırlattığı ders programında kadının aile reisine itaat etmesi gerektiğine, iffetin ancak evlenerek korunabileceğine, ateist veya diğer dinlere mensup kişilerle yapılan evliliklerin kabul edilemez olarak değerlendirildiğine, küçük yaşta evliliklerin örf gereği olduğuna yönelik ifadeler var. Bu ifadeler Talim Terbiye Kurulu Başkanı Alpaslan Durmuş tarafından da savunulabilmekte.
SALİH CORA (Trabzon) - Nerede yazıyor?
CANDAN YÜCEER (Devamla) - Ben size gönderirim Değerli Milletvekili.
Şimdi, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? Hangi toplumsal zihniyeti değiştireceksiniz bunlarla? Böyle eğitim vererek nasıl bir zihniyet değişikliği sağlayacaksınız? Eski Medeni Kanun'da bile "itaat" kelimesi geçmezken, çocuk evliliklerin, erken yaştaki evliliklerin önünü almak için uluslararası sözleşmelere imza atmışken ders programlarında böyle bir müfredatın, böyle ifadelerin konulması ne anlama geliyor sizce, ne anlamı var bunun?
Bakın, eğitimin cinsiyet eşitliğinin sağlanması için ders programları, bununla ilgili müfredatlar, kitaplar tek tek ayıklandı; o günlerden, kadınları ikinci sınıf sayan ayrımcı ifadelerin bilerek, isteyerek ders müfredatlarına konulduğu bugünlere geldik. Bundan sonra farkındalık yaratmaktan, zihinleri dönüştürmekten bahsetmenin bir anlamı olmuyor. Bunlar yalnızca laiklik ilkesine aykırı olduğu için yanlış değil, aynı zamanda imzamız olan uluslararası sözleşmelere de aykırı çünkü onlarda "toplumsal cinsiyet eşitliği" denir. Eşlerden birinin ötekine itaat etmesini önerdiğiniz bir müfredatta bunun artık farkındalığını, eşitliğini sağlayamazsınız.
Raporda "İnsan merkezli bir eğitim olmadığında sorunların kendisiyle değil ancak gölgeleriyle uğraşılabilir." deniyor. Şimdi, bakın eğitim sistemine: İnsan mı merkezde, yoksa bir ideoloji mi, bir dinsel yorumun yansıması mı? Söz konusu kadın olunca gölge boksu yaptığınızı biliyorduk ama bu müfredatla, bu eğitim müfredatıyla gerçekten buna kuş kondurdunuz açıkçası.
SALİH CORA (Trabzon) - Ya, bunu eleştireceğinize çözüm önerin.
CANDAN YÜCEER (Devamla) - Değerli milletvekilleri, 19 Temmuzda Hükûmette bir değişiklik yaşandı. Yeni Kabinenin ilk icraatı Nüfus Hizmetleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın Meclis Başkanlığına sevki oldu. Ne var bu tasarıda? Müftülere nikâh yetkisi var. Allah aşkına, ülkede 81 ilde, 921 ilçede evlendirme dairesi yok mu? Buralarda binlerce evlendirme memuru yok mu? Ya da 18 binin üzerinde muhtar nikâh kıyamıyor mu da böyle bir keyfî kararın altına imza atılıyor? Bunun, kadınları, kadın haklarını, Medeni Kanun'u ne kadar olumsuz etkileyeceği görülmüyor mu bunu imzalayanlar tarafından? Ya da bunun altına imza atanlar erken yaştaki çocuk evliliklerini meşrulaştıracaklarını görmüyorlar mı?
SALİH CORA (Trabzon) - Zorunluluk yok, keyfî.
CANDAN YÜCEER (Devamla) - Evlenme akdinin evlendirme memuru önünde olmasının kadın ve çocuk hakları açısından, kadın-erkek eşitliği açısından çok önemli olduğunu görmezden geliyorlar.
İMRAN KILIÇ (Kahramanmaraş) - Örnek aldığınız çağdaş Batı'ya bakın, çağdaş Batı'ya, kiliseler var.
CANDAN YÜCEER (Devamla) - Medeni Kanun'a göre belirlenmiş yaş sınırı, evlenme ehliyeti, sağlık koşullarının yeterli olması, yakın hısımlık olmaması gibi tasarıyla öngörülen düzenlemeler, bundan sonra, artık, dinî yaklaşımla, müftülerin, imamların dünya anlayışına göre belirlenecek.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Yok, tek kayıt var.
CANDAN YÜCEER (Devamla) - Bundan zararı olan, tabii, bunun altına imza atan Hükûmet temsilcileri değil, kadınlar. Amaçlanan, kadınların haklarını korumak da değil, amaçlanan belli; amaçlanan, Medeni Kanun'la düzenlenen tüm alanların dinî kurallara dayanan bir sisteme dönüştürülmesi. Laiklikle, cumhuriyetle bitmeyen bir hesap var ama bu arada da kadınların hayatı zorlaşmış, toplumsal zihniyet daha da güçlenmiş, umurunuzda değil çünkü kadınlar umurunuzda değil. Kadın hakları denilince, kadın hakları eşitliği denilince bir alerji ortaya çıkıyor. İsteniyor ki kadınlar sesini çıkarmasın "Hak, hukuk, eşitlik." demesin. İsteniyor ki kadınlar "Hayatı beraber kuruyoruz, nimetleri de eşit paylaşıyoruz." demesin. İsteniyor ki kadınlar "Bu benim bedenimdir, benim kararım. Size ne?" demesin ama diyorlar ve diyecekler. Bakın, günlerdir kadınlar sokaklarda hakları için mücadele ediyorlar, bu düzenlemeye karşı seslerini çıkarıyorlar çünkü bunun ne getirebileceğini öngörebiliyorlar. Laikliğin, laik devlet düzeninin tek koruma duvarı olduğunu biliyorlar. Yalnızca kendileri için...
SALİH CORA (Trabzon) - Kadın grup başkan vekiliniz var mı Hanımefendi, kadın grup başkan vekiliniz var mı?
CANDAN YÜCEER (Devamla) - Sulandırmayın olanı, ciddi bir şey konuşuyoruz şurada, çok hayati şeyler konuşuyoruz. Çok ayıptır, çok ayıptır gerçekten.
SALİH CORA (Trabzon) - Kadın grup başkan vekiliniz var mı?
CANDAN YÜCEER (Devamla) - Çok ayıptır, çok ayıptır!
BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım lütfen. Lütfen karşılıklı konuşmayın.
Buyurun devam edin.
CANDAN YÜCEER (Devamla) - Kadınlar sadece kendi hakları için mücadele etmiyorlar; kız çocukları için, onların geleceği için, eşit, özgür olabilsinler diye mücadele ediyorlar. Siz duymuyor olabiliyorsunuz ama haklılığın sesi eninde sonunda en sağır kulakta bile yankılanacaktır ve sizlerin kulaklarınızda da yankılanacaktır.
Bakın, Türk Ceza Kanunu'nun 103'üncü maddesine ilişkin bir düzenleme getirdiniz geçtiğimiz yasama döneminde. Çocuk yaştaki evlilikleri meşrulaştıran, kız çocuklarına tacizi, tecavüzü cezasız bırakan, tecavüze uğramış kız çocuklarının ceza almış sanıklarına, mahkûmlara af getiren bir düzenlemeyi oldubittiyle getirmiştiniz. Bu utanç vesikasına kadınlar "Artık yeter!" demişti, duymak zorunda kaldınız, şimdi de duyacaksınız.
Değerli milletvekilleri, ülkemizde kız çocukları nesiller boyunca süren eşitsizliğin gölgesinde büyüyorlar. Gelenek deniliyor, töre deniliyor, din gerekçe gösteriliyor; yok sayılıyorlar. Ne mirastan ne de eğitim hakkından yeterince faydalanamıyorlar. Çocuk yaşta evlendiriliyorlar, kendileri çocukken çocuklarını kucaklarına alıyorlar. Sizler aynı sonuçları doğuracak düzenlemelerin altına imza atmayın, ısrarla kız çocuklarını, kadınları dezavantajlı duruma düşürecek uygulamaların altına imza atmayın.
Artık, bakın, 21'inci yüzyıldayız, devran artık böyle dönmüyor, suyun akışını tersine çeviremezsiniz, döndüremezsiniz. Ülkenin yarısını yok sayarak ayakta durabilmiş, varlığını sürdürebilmiş tek bir ülke yok dünyada. O yüzden, bunun size bir şey anlatması lazım ve bundan sonraki iktidar politikalarını da buna göre değerlendirmemiz lazım. Bakın, diyoruz ki: "Aile bütünlüğü, aile bütünlüğü..." E, bir yandan, "aile bütünlüğü, aile bütünlüğü" diyoruz ama şu an eş durumundan tayin bekleyen, atamasını bekleyen binlerce öğretmen var gerçekten, on binlerce memur var; bunlara kör, sağırız. OHAL bahanesiyle binlerce, on binlerce insanı işinden, ekmeğinden ettiniz, hepsinin yuvası yıkıldı, evlilikleri dağıldı ama bunları umursamıyorsunuz.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Yapılıyor, yapılıyor.
CANDAN YÜCEER (Devamla) - Ama muhakkak ki biraz önce de ifade ettiğim gibi, o sağır kulaklarınız bunları eninde sonunda duyacaktır.
Hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)