| Konu: | CHP GRUBU ÖNERİSİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 18 |
| Tarih: | 08.11.2012 |
HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi önergesi üzerinde söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten tarihî günler geçiriyoruz. Çok önemli ve Türkiye'nin kaderini, geleceğini, kardeşliğini, birlikte çözümleri, hepsini çok yakından ilgilendiren bir durumla karşı karşıyayız ve bunu defalarca arkadaşlarımız dile getiriyorlar.
Elli sekizinci günündeki açlık grevi 700 kişiyle başlamışken bugün 10 binlere ulaşmışsa ki bu, dünya tarihinde sivil itaatsizlik eylemi olarak açlık grevinin dünyadaki ilk kitlesel ve en yüksek orandaki açlık grevi.
Dün Silivri'deydim, 40 tane avukatın yargılandığı davadaydım ve 40 tane avukat, savunma görevleri nedeniyle tutuklu olan avukat da açlık grevine başlamıştı. Ana dilde savunma talepleri nedeniyle sorguları yapılamadı ve duruşma uzak bir tarihe ertelendi. Üç yıldır aynı durum devam ediyor; bunu anlatabilmek için Mecliste defalarca dile getirdik. Hükûmet, bugün ana dilde savunma konusunda bir teklifi imzaya açtıklarını beyan etti. Elbette ki, bu sorunları seviyeli bir üslupla, dille, diyalogla, konuşarak ve birlikte çözümünü bulmak zorundayız. Çünkü Türkiye'deki açlık grevlerinin tarihine baktığımız zaman, özellikle 12 Eylül darbesinden sonra çok ağır sonuçları olan bir sicili, son derece kara olan bir dönemi, son otuz beş yılı görüyoruz.
12 Eylül darbesinin ve o zaman Diyarbakır 5 No.lu Cezaevinin koşullarındaki bir açlık grevinde 4 PKK üyesinin açlık grevinde ölümü sonrası gelişen olaylarla, Türkiye'de 1984'te silahlı mücadele, çatışma dönemine girildiğini bütün dünya biliyor.
2000 yıllarında, F tipi tecrit ve yalnızlaştırma döneminde yüzlerce tutsağın açlık grevlerinde öldüğü ülkenin o tarihine bakın, o tarihte, o günlerin sayfalarının da kapkaranlık olduğunu ve ülkenin yasa dışı, kanun dışı çete, darbeci, derin ilişkilerin, derin hareketlerin, gizli örgütlerin sürekli gündemde olduğu görülüyor.
Bugün bizi buradan dinleyen bütün vatandaşlarımıza seslenmek istiyorum: 58'inci gün öylesine kritik bir gün ki, Hükûmetin artık söylemden öte somut adım atması gereken bir dönemdeyiz. Bu açıdan baktığımız zaman savunma konusundaki teklif nasıl ki bir somut adımsa, yine hukuken infaz yasamıza göre, Anayasa'ya göre, yasalarımıza göre avukat görüşü konusu da bir fiilî hukukun çiğnenmesi olayıdır. Bu fiilî hukuksuzluğu da gidermek gerekiyor. Bunun giderilmesi, tamamen Hükûmetin iradi bir açıklamasıyla olabilecek bir konudur. Bunun bu şekilde yerine getirilmesi -bir tarafın kazanıyorum, kaybediyorum kaygılarının ötesinde- bu açlık grevlerini selametle, ölüm olmadan, cenaze çıkmadan bitirmek Türkiye'nin geleceğine ve sorunların çözümüne de büyük katkı sunacaktır. Bu konuda hâlâ sorumluluk Hükûmettedir. Başbakan Endonezya'dadır. İnanıyoruz ki Endonezya'ya gitmişken, Uzak Doğu'ya, Filipinlerdeki elli yıldır kırk yıldır mücadele veren İslami gerilla örgütü Moro'nun nasıl belli bir süreden sonra silahları susturduğunu ve kendi içinde çözümü hayata getirdiğini de algılayabilir. Aynı şekilde, yine Kolombiya'da FARC'ın Oslo sürecinde -daha yakın bir tarihte- silahların susturulması olayı ve temelli bir çözüm.
Şimdi, biz burada Meclis olarak bütün bunların hayati bir konum arz ettiği bir durumda gerçekten üslup konusunda çok dikkatli olmamız gereken bir dönemdeyiz. Bazı arkadaşlarımız veya Başbakan veya bazen Hükûmet üyeleri -hepsini kastetmiyoruz elbette- dillerine hâkim olamıyorlar. Evet, bir ara İtalya'da "temiz eller operasyonu" yapılmıştı, gerçekten Türkiye'de de temiz diller operasyonuna sanki bir ihtiyaç var. Yani, bu konuda Amerika başkanlık seçimine bakıyoruz; 2 lider mücadele ediyor, sonra seçim bitiyor birinin diğerine karşı üslup ve tarzına baktığımız zaman? Yani Amerika'nın hep kötü yanları emsal alınmış; biraz da bu seviyeli dil yaklaşımı konusunun bütün partiler ve gruplar arasında diyaloğun önünü açacağını ifade etmek istiyoruz. Hükûmeti bu konuda bizim gösterdiğimiz çabaların aynısını göstermeye davet ediyoruz, aba altından sopa göstermenin, tehdit etmenin, bize yönelik, parlamenterlere yönelik ve kitleselleşen bu eylemliliğe yönelik yaklaşımların doğru olmadığını ifade ediyoruz ve buradan, tekrar, tarihî bir çağrıda bulunuyoruz, "Tarihî bir sorumlulukla karşı karşıyasınız." diyoruz.
Biz parti olarak yerel yönetimlerin iktidarını parti programına, tüzüğüne alan ve demokratik özerklik modeliyle yerel yönetimleri en alt birimden en üst birime kadar yani mahalle muhtarlığından, köy muhtarlığından büyükşehir belediyesine kadar en geniş anlamda savunan bir partiyiz; bu konuda programında, tüzüğünde bu kadar net görüşü olan tek partiyiz. Onun için seçimle gelen muhtarların, mahalle muhtarı olsun, köy muhtarı olsun, ki bunlar sayı olarak oldukça fazla ve bu sayı olarak oldukça fazla olan seçilmiş ve demokrasi ki onlarla başlıyor, muhtarların sorunları konusunda Meclisin yeterli bir duyarlılık göstermediğinin çok net farkındayız. Bunu, her partiye mensup muhtar, şikâyetini dile getiriyor, bizleri ziyaret ediyorlar.
Eğer biz gerçekten demokrasinin yerellerde başladığına inanıyorsak ve yerellerle beraber demokrasinin güçleneceğine inanıyorsak merkezî otoriter sistemlere karşı, diktatörlüklere karşı o muhtarlara sahip çıkmamız, muhtar ve heyetinin işini kolaylaştırmamız, onların da tıpkı kaymakamlar gibi, valiler gibi mülki temsil özellikleri dikkate alınarak onların bu görevleri yaparken? Her olayda, her vukuatta, her cezai konuda komutanın çağırdığı muhtarların, polisin çağırdığı muhtarların, aramalarda bulundurulmasından tutun da oranın kendi imkânları içindeki imar planlarından kadastro girince kadastro bilirkişiliğine kadar bütün yüklerin yüklendiği bu muhtarlar konusunda bir çözüm getirmek, daha doğrusu sorunlarının ortak noktalarını tespit edip onları daha etkili ve işlevsel bir kamu faaliyeti alanına da katmak elbette ki yerel iktidarların güçlenmesi açısından son derece faydalı olacaktır. Biz, bu anlayışla, böylesi bir araştırma önergesi nedeniyle "kabul oyu" veriyoruz ve diyoruz ki bunu araştırmak Türkiye'ye gerçekten faydalı olacaktır.
Şimdi, Büyükşehir Belediyesi Yasası'nın tartışıldığı bugünde, köylerin mahalle olacağı bugünde, muhtarlığı bu hâliyle bırakırsanız o zaman muhtarlıkları kapatın, yekten kurtulursunuz, muhtarlık sorunu diye bir şey kalmaz. Oralara da sözleşmeli birer tane insan koyarsınız, asgari ücretten, dersiniz "Muhtarların görevini yap." O atanmışlık, işte, dikta rejimi olmanın özelliğidir. Seçimle gelenlere milletin iradesi gözüyle bakmak lazım, onların sorununu çözmek lazım diyoruz. Bu konuda destek vereceğimizi söylüyoruz.
Saygılarımla. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.