GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Yüksek Seçim Kurulunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:30
Tarih:29.11.2017

HALUK PEKŞEN (Trabzon) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; milyonlarca yoksul, aç yurttaşımızın, bu akşam tencereye bir dilim yiyecek koymak için mücadele ettiği bir günde hepsinin ve bütün Müslüman âleminin, İslam âleminin Mevlit Kandili'ni kutluyorum. Doğrusu, bunu kutlarken de bir laf ve sözden öte olmasını çok umut ederdim. Bir siyasi iktidar Türkiye'ye büyük bir umutla geldi, "yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar" dedi ama ne yazık ki bugün Türkiye'nin en önemli gündemi bu üçü; yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar.

AHMET SAMİ CEYLAN (Çorum) - Size göre öyle, size göre.

HALUK PEKŞEN (Devamla) - Şimdi, Seçim Kanunu, Yüksek Seçim Kurulu Kanunu Türkiye'nin gündemine getiriliyor. Bundan önceki seçim kanunları, bundan sonraki seçim kanunları, daha birçok seçim kanunu çıkarsanız da bir anlamı yok. Bu Parlamentonun çıkardığı hiçbir yasanın bugüne kadar uygulanış biçimi ne yazık ki toplumun vicdanında yer etmemiştir. Türkiye, yasaları kötü olduğu için değil; Türkiye, yasaları olmadığı için değil; Türkiye, yasalarını uygulayanların bu yasaları uygulamayı bilmediği için değil; Türkiye, ne yazık ki yasaları uygulamaya izin verilmeyen bir siyasi iktidarın yönetiminde ve ağır bir baskı altında olduğu için bugün ağır bir travmayı yaşar hâlde. Yasaların işlemediği bir ülkede Parlamentonun günlerce, gecelerce yasa çıkarıyormuş gibi büyük bir mücadele vermesini yalnızca şeklî bir formaliteden ibaret görüyorum. Biz parlamenterler ne yazık ki görevimizi yapabilme gayreti içerisindeyiz. Halkımız, 80 milyonun vicdanında, bizleri affetsin. Emin olsunlar ki bu çabayı, bu gayreti sonsuza kadar, gücümüzün yettiği, nefesimizin yettiği sürece devam ettireceğiz. Ama hiçbir yerde olmadığı gibi sandıkta da adaletin olmadığını herkes biliyor.

Anayasa Mahkemesine taşıdım, referandumu Anayasa Mahkemesine taşıdım. 80 milyonun vicdanında, atın alınıp Üsküdar'ın geçildiğini herkes biliyor. At alınıp Üsküdar geçilmişse artık, toplumun vicdanı gerçekten ağır bir travmanın içerisine sürüklenmiş demektir. Yukarıda "Anayasa Mahkemesi" denilen bir mahkeme var, oraya da gittim. Oradan adalet beklediğim için gitmedim, onların adaleti uygulayabileceklerine, yargıç olarak bu toplumun vicdanında adaleti tesis edebileceklerine inandığım için gitmedim; yalnızca bir usulün gereğinin yerine getirilmesi için gittim. Ama yazdığım her satır dilekçede hukuk vardır, adalet vardır, vicdan vardır. Onu karşılayabilecek yürekli yargıçların olduğuna, emin olun, ben de inanmıyorum. Onlardan adil, hukuka uyarlı bir karar doğrusu beklemiyorum, böyle bir kararı bekleyen hiç kimsenin olduğunu da düşünmüyorum. Bana "Anayasa Mahkemesinden hukuka uyarlı, adil, vicdanlara su serpecek bir karar bekliyor musunuz?" diye soran kişilere de şu cevabı veriyorum: Hukukun maalesef, böyle bir zor kulvarı vardır. Sonuna kadar bu hukuksuzluğu düzeltecek olan da hukuktur, hukukçulardır. Anayasa Mahkemesi bu ülkede bir şeklî yapıdan ibarettir, başka hiçbir anlam ifade etmemektedir ama ne güzel ki bu ülkede direnmesini bilen bir siyasi kadro vardır, Cumhuriyet Halk Partisi vardır, Cumhuriyet Halk Partisiyle birlikte direnen Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 50'si vardır. (CHP sıralarından alkışlar) Bugün aynı Anayasa referandumu halkın önüne konulabilse, emin olun, sokağa çıkacak hâlleri olmaz. Halk onun gereğini belki çok daha katı bir şekilde yapacaktır, yapmaya da kararlıdır.

Bakın, Yüksek Seçim Kurulunu yeniden şekillendiriyoruz. Hiç umudunuz olmasın, sandıklarda bugüne kadar muhtarlara yapılan baskılardan sandık kurulu başkanlarına yapılan baskılara kadar, hilelere kadar, her şey bundan öncekinde olduğundan daha ağır şekilde devam edecek. Hiç kimsenin bunda tereddüdü yok, seçimlerin adil yapılacağına hiç kimsenin inancı yok. Kaldı ki seçimlerin yapılıp yapılmayacağına ilişkin de toplumun büyük bir kaygısı var.

"Seçim..." Ne seçimi? Usulen... Kimi kandırıyorsunuz? Bu ülkede hangi alanda seçimi vicdani ve ahlaki yaptınız? Doktorları mı, üniversitedeki öğretim görevlilerini mi, yargıçları mı, nerede, hangi seçimi yaptınız? Onun için, "seçimlerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı"ymış. Bunu yazarken, emin olun, yazanın bile inandığına ben de inanmıyorum.

Şimdi, yasaları işletmemenin ne demek olduğunu Türkiye bugünlerde çok ağır bir şekilde görüyor. Bakın, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki bir dava nasıl Türkiye'ye döndü, geldi? Bakın, o davanın millî olup olmadığı tartışmasına girmeyeceğim. Orada avukat diyor ki, devletin bankasının, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bankasının genel müdür yardımcısının avukatı diyor ki: "Bu Zarrab, milyonlarca dolar rüşvet verdi. Süleyman Aslan bu Zarrab'tan rüşvet aldı." Bankanın genel müdür yardımcısı bankanın genel müdürünü rüşvet almakla itham ediyor. Hani, "17-25 Aralık kumpas." diyordunuz ya, devletin bürokratı "Kumpas değil." diyor, ikrar ediyor, "Burada rüşvet var." diyor. Öbür bürokrat da Türkiye'de devletin olabildiğince koruması altında. Ben buradan Ankara Cumhuriyet Başsavcısına sesleniyorum. Sayın Cumhuriyet Başsavcısı, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki avukatın mahkeme önündeki beyanı seni ilgilendiriyor mu? Eğer seni ilgilendiriyorsa ben buradan bekliyorum ama ilgilendirmiyorsa o zaman Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu -artık "yüksek" kalmadı- Hâkimler ve Savcılar Kurulu Başkanına sesleniyorum: Acaba görevini yapmayan bir başsavcıyı o görevde hangi gerekçeyle ve ne kadar tutacaksınız, ben de merak ediyorum. Diyor ki: "Bu genel müdür milyonlarca dolar rüşvet almıştır." Kim söylüyor? Türkiye Cumhuriyeti devletinin genel müdür yardımcısının avukatı yani resmî bir beyan. Nerede? Mahkeme önünde. Kime söylüyor? Devletin genel müdürüne söylüyor, o tarihteki bürokrata söylüyor. Hadi buyurun, AK PARTİ'li arkadaşlar: "17-25 Aralık bize darbeydi, bir kumpastı, 17-25 Aralığın içerisindekiler yalandır." diyecek olan bir yiğit yürekli AK PARTİ'li milletvekilini bekliyorum buraya.

Daha devamını söyleyelim. Şimdi, bu Süleyman Aslan'ı ve o 3 bakanı hukuk sisteminin içerisine dâhil ettiler. Siz bunları aklayabilirsiniz, kayırabilirsiniz ama Türkiye'nin nereye doğru gideceğini ben söyleyeyim.

Bakın, yine, 2006 yılında Türkiye Cumhuriyeti devletinin imzalamış olduğu Birleşmiş Milletler Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesi burada, merak eden herkese gönderirim. Bu sözleşme gereğince bu yapılan yolsuzlukların bedelini 80 milyon, aç ve yoksul insanımız da dâhil olmak üzere, sanayicimiz, iş adamımız, bürokratımız, hepimiz, hepimiz ödeyeceğiz. Alçakça yapılan bu yolsuzluğun bedelini bütün Türkiye iliklerine kadar yaşayacak ve ödeyecektir.

Yine, aynı hikâyeyle ilgili bir başka uluslararası sözleşmeyi daha sizlerin takdirine sunmak istiyorum. Bakın, Türkiye Cumhuriyeti devletinin yine 2003 yılında imzalamış olduğu Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, 2003 yılı. Bu iki sözleşmeyi, Türkiye'de birazcık hukuk bilen, hukuk fakültesi öğrencileri de dâhil, açsın okusunlar. 80 milyonun önüne konulacak olan faturayı şimdiden söylüyorum. Bakın, çok basit: Yarın, Türkiye de İran gibi büyük bir ambargo sınırlarının içerisine konulabilir. Ne demek bu, biliyor musunuz? Yarın Türkiye'nin böyle bir ambargonun içerisine konulması durumunda, yurt dışından mal alması, yurt dışına mal ihraç etmesi, ilaç alması, çocuklarına ilaç alması, kanser ilacı alması dahi mümkün olamayabilir. Bunun ciddiyetinin farkında değildir; bu siyasi iktidar bunu karalayarak, millî bir davaya yaslanarak Türkiye'yi belki birkaç gün daha kandırabilir ama gerçeklerin maalesef, inatçı ve böyle de ortaya çıkmak gibi bir özelliği var.

Sayın Adalet Bakanı, siz, bu aşamadan sonra, Türkiye Cumhuriyeti devletinin mahkemelerinde adaletin bir an önce tesis edilmesi için üzerinize düşen görevi de eksiksiz yerine getirmek durumundasınız. Süleyman Aslan ve onunla birlikte bahse konu kişilerin tamamı hakkında -çok açık, madde numarasını da vereyim, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Yasası'nın 17 ve 19'uncu maddesi gereğince- bir dakika dahi durmaksızın, bu akşam, şimdi, derhâl, soruşturma açılması kararı hemen alınmalı ve hak ettikleri yasal müeyyidelerle yargı önüne çıkarılmalı, mutlaka hesabını vermelidirler. Adalet topaldır, adalet değirmeni yavaş döner ama emin olun mutlaka döner.

Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)