| Konu: | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 7'nci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 41 |
| Tarih: | 18.12.2017 |
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Adana) - Sayın Başkanım, çok teşekkür ederim.
Sayın milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkanım, sabahtan beri bu bütçenin görüşmelerini yapıyoruz, dikkatimi çeken bir husus olarak kayda geçirmek istiyorum. Sizin, Meclis Başkanı olarak sabahtan beri bu görüşmelerin pozitif geçmesi için özel bir gayretiniz olduğunu görüyorum, bunun için size çok teşekkür ediyorum, sağ olunuz. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Ben teşekkür ederim Sayın Bakanım.
Buyurun.
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Eski Başbakanlarımızdan Sayın Mesut Yılmaz'ın evladının kaybı vesilesiyle ben de kendilerine başsağlığı dileklerimi arz ediyorum. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun, Allah hiçbir anne babaya böyle bir acı göstermesin.
ENGİN ALTAY (İstanbul) - Âmin.
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Sayın milletvekilleri, arkadaşlarımızın konuşmalarını son derece dikkatli bir şekilde de izledim. Tabii bütçe görüşmelerinde de fark ettiğimiz üzere, yüce Mecliste, Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyeliğinin yüksek bir performansla ve sağlıklı bir zeminde ilerlemesi için bir konsensüs olduğunu görüyorum. Bu, tabii ülkemizin millî çıkarlarını savunması gereken Meclisimiz açısından, Hükûmetimiz açısından sevindirici bir mutabakattır.
Tabii, bu çok uzun bir macera. Ben, 2002 yılında ilk milletvekili olduğum günden itibaren bu maceranın bir şekilde parçası oldum, çeşitli gözlemlerim oldu, pek çok müzakereye katıldım dolayısıyla hem tanığı hem şahidi hem de içinde rol üreten birisi olduğum bir süreç bu ve çok çeşitli aşamalardan gelerek bugüne kadar geldik.
Tabii, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini değerlendirirken ister istemez daha geniş bir resme bakmak durumundayız. Hep beraber izliyoruz, neredeyse son bir yıl içerisinde ortaya çıkan gelişmeler de çeşitli zamanlarda dünya tarihinin on yıllık akışına tekabül eden pek çok resmi önümüze getirdi. Hızlı bir şekilde dünyadaki dengeler değişiyor ve sürekli olarak benim aklıma şu geliyor: "Çinlilerin bir bedduası var." derler. Çinliler birisine beddua edeceği zaman "Allah seni geçiş döneminde yaşatsın." derlermiş. Dünyanın tam bir geçiş döneminde olduğunu söyleyebileceğimiz bir süreçten geçiyoruz ama kesin olan şudur: Gözlemlediğim kadarıyla, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan düzen kesin bir biçimde değişiyor. İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminden sonra ortaya çıkan liberal konsensüs, hem değerler açısından çatırdıyor hem de mekanizmaları konusunda ciddi bir sorgulama ortaya çıkıyor. Dolayısıyla daha türbülanslı bir döneme, daha sıkıntılı bir döneme girdiğimizi söylememiz mümkündür. Bundan sonraki dünyanın, bu mekanizmaların istikrarı açısından, bu değerlerin korunması açısından şimdiye kadar olan dünyadan daha iyi bir dünya olmayacağını şimdiden görebiliyoruz. Tabii, bu bir kötümserlik değil, bu bir realizm. Bütün bu gelişmeleri yerli yerine koyup önümüzdeki döneme bakmalı ve biricik ülkemizin, bu Türkiye gemisinin bu okyanustaki sıkıntılı sularda istikrarlı bir şekilde yoluna devam etmesi için hep beraber kafa yormalı ve tedbirlerimizi almalıyız. Ama bildiğimiz transatlantik ilişkiler artık köklü bir değişime uğruyor, bunun göstergeleri artık gizli saklı gerçekleşmiyor, açık bir şekilde ortaya çıkıyor.
Çok öteden beri, Avrupa Birliğinin köklerine bakıldığı zaman hep birtakım yorumcular şunu söylerlerdi: Esasında, Napolyon Savaşlarından sonra İngilizlerin bir daha Napolyon gibi birisi çıkıp da Avrupa'nın sınırlarını altüst etmesin ve bunun için nasıl bir düzen kuralım diye yaptığı tartışmaların neticesi çeşitli evrimsel süreçlerden geçip Avrupa Birliğine varmıştı. Dolayısıyla ilk olarak, Avrupa'da Napolyon gibi birisi çıkıp da Avrupa'nın sınırlarını ve düzenini altüst etmesin, bir istikrar düzeni kurulsun diye ortaya çıkan tartışmaların kökeni olan İngiltere'nin, bugün gelinen noktada bu istikrarı ve düzeni temsil eden Avrupa Birliğinden ayrılıyor oluşu, tabii, bir ikilem yaratıyor, bir ironidir ve bu da Avrupa Birliğinde mekanizmaların ve değerlerin köklü bir şekilde gözden geçirilmesine yol açıyor.
Tabii, burada, Avrupa Birliği sağlam durdu. "Brexit"in ilk aşamasında, o büyük pazarlıklar sonrasında İngiltere taleplerini yerine getirdikten sonra ancak ikinci aşamasına geçildi. Dolayısıyla 27 ülkenin İngiltere karşısında sağlam bir duruş sergilediğinden yani Avrupa Birliğinin "Brexit"le ilgili süreçte sağlam duruşundan kastım şu: İngiltere mükellefiyetlerini yerine getirmeden herhangi bir şekilde "yumuşak Brexit" denilen bir sürece izin vermeyeceğini göstermiş oldu.
Tabii, çok net bir tartışma var, bunu hepimiz görüyoruz, en son Kudüs meselesinde ortaya çıktı. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı, maalesef, tarihe büyük hata ve son derece trajik bir karar olarak geçecek bir karar aldı Kudüs'le ilgili. Burada da Avrupa Birliğinin, aslında bu transatlantik ilişkilerdeki kırılmanın bir neticesi olarak Amerika Birleşik Devletleri Başkanının tavrını kesinlikle benimsemediğini ve Kudüs'ün İsrail'in başkenti olarak tanınmasına güçlü bir şekilde karşı çıktığını gördük. Netanyahu Brüksel'e gitti ve Brüksel'e gittiğinde istediğini alamadı. Avrupa Birliği, burada, net bir biçimde iki devletli çözümü, 1967 sınırlarına dayanan çözümü ve Doğu Kudüs'ün Filistin'in başkenti olarak tanınması gerektiğine dair duruşunu değiştirmedi. Bu, aslında çok uzun zamandır görülmeyen, Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa Birliği arasında bir kırılma. Bundan öncesi de olmuştu biliyorsunuz; ilk olarak Paris İklim Değişikliği Anlaşması'nda bu tartışma ortaya çıktı, daha sonra Başkan Trump'ın NATO'yu eleştirmesi, NATO'ya Avrupa Birliğinin katkısını eleştirmesi karşısında Merkel şöyle bir cümle sarf etmek durumunda kaldı, bu tarihî bir cümledir: "Görüyorum ki eski ittifakların bittiği bir döneme giriyoruz. Artık Avrupalılar kendi güvenliklerini kendileri sağlama konusunda daha çok gayret göstermeliler." diye. Tabii, bunun arkasından Avrupa güvenliği, PESCO gibi tartışmalar yapılıyor. Şimdilik bunların NATO'ya alternatif olmadığı söyleniyor fakat Avrupa'nın artık Amerika'yla paralel düzlemde politika yapma şeklindeki döneminin sona erdiği görülüyor.
Tabii, bu çok büyük bir kırılmadır. Şimdiye kadar Amerika Birleşik Devletleri başkanları Avrupa düzenini ve Avrupa istikrarını, Avrupa bütünleşmesini güçlü bir şekilde savundular, ilk defa bir Başkan, Trump, göreve geldikten bir müddet sonra "Brexit" kararını desteklediğini, "Brexit"in ilk olmadığını, bunun arkasından da kararlar geleceğini söyledi. Tabii, bu çok ciddi bir durum çünkü normalde istikrar açısından bakıldığında, transatlantik ilişkilerin güvenliği açısından bakıldığında Amerikan başkanlarının Avrupa düzenini, Avrupa istikrarını desteklemesi lazım. Şöyle bir şey söylenir yani böyle bir kural yoktur da bazı analistler böyle bir şey söylerler, derler ki: "NATO niye kuruldu?" "NATO'nun amacı şudur bütün bu yazılan, çizilenlerin ötesinde..." Tabii, bu söylediğim bir resmî görüş değil, bazı analistlerin söylediği bir şey NATO'yu anlamak açısından. Derler ki: "NATO, Amerika Birleşik Devletleri'ni Avrupa'nın içinde tutmak için, Sovyetler Birliği'ni Avrupa'nın dışında tutmak için, Almanya'yı da yerinde tutmak için kurulmuş bir kuruluştur." Tabii, bu, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan düzeni anlatmak için söylenen bir şey. Amerika'yı içinde tutmak, Sovyetleri dışında tutmak ve tabii, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, İkinci Dünya Savaşı'ndaki gerçeklerden yola çıkarak Almanya'yı yerinde tutmak ne manaya geliyor hepimiz biliyoruz zaten ama ilk defa, Amerikan Başkanı Avrupa güvenliğine olan katkısını sorgulamaya ve burada, Avrupalı müttefiklerini daha çok mali yardım konusunda eleştirmeye başladı. Bu, tabii, ağır bir ayrışmadır, herhangi bir durum değildir; açık ve net bir şekilde bunu görmek lazım. En son, biliyorsunuz, Genelkurmay Başkanımızla Kanada'da Güvenlik Forumu'na katıldım, Halifax Güvenlik Forumu'na, orada da bu tartışmaların güçlü bir şekilde yapıldığını gördüm.
Tabii, üçüncü bir nokta, öteden beri Avrupa'da yazılan, çizilen, değerlendirilen konu şudur: Avrupa'ya yönelik tehdidin Avrupa'nın dışından geleceği bekleniyordu, Rusya ve Çin bunun için örnek veriliyordu Avrupalılar tarafından fakat durum böyle olmadı. Rusya ve Çin'den Avrupa'ya dönük bir tehdit ortaya çıkmadı çeşitli tartışmalar olsa da tehdit bizzat Avrupa'nın içinden türedi. Aşırı sağ akımların ortaya çıkması, ırkçıların pek çok yerde, faşistlerin pek çok yerde ikinci parti durumuna gelmesi, Hollanda'da Wilders gibi, Fransa'da Le Pen gibi, Almanya'da AfD gibi partilerin ortaya gelmesi Avrupa düzenini tehdit eden bir oluşum ortaya çıktı. Biraz evvel de ajanslara bakarken gördüm, Çekya'da Çekya'nın aşırı partisi ile Le Pen ve Wilders bir araya gelmişler ve şöyle bir argüman kullanıyorlar "Avrupa Birliğine karşıyız çünkü Avrupa'yı yok ediyor." diye. Dolayısıyla bu tehdidin içeriden gelmesi de Avrupa düzeni açısından ciddi bir tehdit olarak önümüzdedir ve bunu iyi bir şekilde değerlendirmemiz gerekiyor.
Tabii, bütün bunun içerisinde bir değerler krizi var. Bunun içerisinde gördüğüm şey şudur: İslamofobiyle ilgili meseleyi artık halkların meselesi hâline getirmeye çalışıyorlar. Burada yoğun bir propaganda olduğunu, yoğun bir faaliyet olduğunu görüyoruz. Türkiye açısından bakıldığında -çok uzun zamandır takip ettiğimiz bir şey- bir yayın grubuna ait -yayınları incelettiriyorum- sadece Avrupa'daki tek bir yayın grubunda bir sene içerisinde 5 binin üzerinde -çeşitli dergileri var, gazeteleri var- Türkiye aleyhine haber çıkıyor, 4 bini Cumhurbaşkanımızla ilgili. Şöyle bir siyasi matruşka kurmuş durumdalar: Aynı o matruşka bebekleri gibi en tepeye Erdoğan düşmanlığını yerleştirmişler, altında Türkiye düşmanlığı var, altında İslam düşmanlığı var, onun altına göçmen düşmanlığını ve yabancı düşmanlığını gizliyorlar. Tabii, bu akımları yürüten partilerin köklerine baktığınızda, bunun altında antisemitizm vardır ama en köküne baktığınızda da esasında Avrupa değerlerine, Avrupa Birliği değerlerine güçlü bir düşmanlık olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla İslamofobi ya da göçmen düşmanlığı üzerinden Avrupa halklarının hassasiyetlerine hitap ederek esasında Avrupa değerlerini yok etmeye çalışan zihniyetin Hollanda'da ikinci parti, Fransa'da ikinci parti, şu anda Almanya'da Meclise girmiş olması -İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra- ve maalesef, Avusturya'da koalisyon ortağı olmuş olması ve maalesef, yine Avusturya'da İçişleri Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı gibi kritik bakanlıkları almış olması ciddi bir durumdur.
Tabii, Avrupa içi bu değerler krizinin Türkiye'ye çarptığı bir taraf var. Yani arkadaşlarımız, tabii, bizim yapmamız gerekenleri haklı olarak dile getiriyorlar; evet, bunları yapmamız lazım, bunları takip etmemiz lazım -bunun da sebepleriyle ilgili konuşacağım- ama Avrupalıların sık sık söylediği bir şey vardır "Tango 2 kişiyle yapılır." diye, maalesef, karşımızda bu süreçleri ilerletecek sağlıklı aktörler görmüyoruz, Avrupa'nın kurucu babaları gibi vizyon sahibi insanlar görmüyoruz.
Avrupa Birliğinden müzakere tarihi aldığımız gün, müzakereler kopma aşamasına geldiğinde, biz o koridoru terk ederken o zamanki Tony Blair, Berlusconi, Schröder'in kurmaylarıyla karşılaştık, "Ne oldu?" dediler, dedik ki: "İçeride böyle bir durumla karşı karşıya kaldık ve biz burayı terk ediyoruz." O zaman -çok iyi hatırlıyorum- Peter Westmacott, İngiltere'nin Büyükelçisi "Birkaç dakika bekleyebilir misiniz?" dedi. "Biz zaten birkaç dakika toparlanacağız, odamızı toparlayacağız." dedik -orada bir odamız vardı- ve on dakika içerisinde Berlusconi, Schröder ve Tony Blair o odaya geldiler ve güçlü bir toplantı yapılarak içeride o zamanki Hollandalıların ortaya çıkardığı vizyonsuzluğu kaldırdılar ve müzakere tarihinin alındığı bir aşamaya geçildi. Saygıdeğer milletvekillerine açıkça söylemek isterim ki bu tip aktörleri bulmakta, bu tip sağduyulu aktörleri bulmakta son zamanda Avrupa'da son derece zorluk çekiyoruz. Kuşkusuz, dostlarımız var; kuşkusuz, demokrat insanlar var fakat onların da zorlandığı durumlar var.
Tabii, aramızdaki en büyük kırılma 15 Temmuz gecesi olmuştur. 15 Temmuz gecesi ilk bombalamalar başladığı andan itibaren ben -o zaman Dönem Başkanıydı Slovakya- Slovakya Dışişleri Bakanı Lajcak'a haber verdim "Türkiye'de bir darbe girişimi oluyor, Türk demokrasisinin yanında durmanız lazım, dayanışma içinde olmanız lazım." diye. Hemen ardından, şimdiki İtalyan Başbakanı Gentiloni o zaman İtalya'nın Dışişleri Bakanıydı, ona haber verdim, daha sonra diğer aktörlere de haber verdim. Hepsi birlikte o zaman ASEAN toplantısındaydılar, Moğolistan'daydılar ve bir bildiri yayınladılar fakat maalesef, Avrupa Birliği adına ortaya çıkan o bildiriden sonra ilk açıklama şu şekilde yapıldı: "Türkiye'deki gelişmeleri kaygıyla izliyoruz, taraflara itidal tavsiye ediyoruz." Tabii, bu taraflara itidal tavsiye etme cümlesine karşı biz büyük bir infial gösterdik çünkü bu cümlenin aynısını Mısır'da Sisi darbe yaptığında da kullanmışlardı. Biliyorsunuz, bu cümlelerin arkasından hep şey geliyor "Daha sonra işbaşına gelenlerle çalışmak için büyük bir heyecan duyuyoruz." gibisinden. Biz bunun, bize silah çekenler ile meşru Hükûmeti, yüce milletimizi, meşru Meclisi eşit tutmak olduğunu söyleyip buna güçlü bir şekilde tepki gösterdik. Tabii, maalesef bunu gideremediler ve Avrupa Parlamentosu belli bir zaman sonra "Türkiye'yle müzakereler kesilmeli." diye bir karar aldı.
Buradaki büyük soru şudur: Evet, fasıllar açılır, açılmaz fakat Avrupa bir demokratik düzen olarak öne çıkmaktadır. Bu Parlamento bombalanmıştır, o gece bu Parlamentoda bir sürü milletvekilimiz, pek çok milletvekilimiz, bütün partilerden milletvekillerimiz Meclis Başkanımızın Başkanlığında, bu Parlamento bombalanırken bu Parlamentoyu korumuşlardır. Burası kahraman bir parlamentodur. Dolayısıyla Avrupa Parlamentosunun bir demokratik kurum olarak ilk yapması gereken şey, buraya gelip kendi meslektaşlarıyla dayanışma içinde olmaktı ama Avrupa Parlamentosu bunu yapmadı, Avrupa Parlamentosu Başkanı Schulz üç ay sonra Türkiye'ye geldi. Dolayısıyla böyle, çelişik bir durumla karşı karşıyayız. Bu yapılmadığı gibi, tam tersine, Türkiye'yle müzakereleri kesme kararı gibi son derece basiretsiz bir karar alındı. Parlamentoların ana görevi, parlamentoların varlık sebebi konuşmaktır, müzakere etmektir. Dolayısıyla bir Parlamento bir başka parlamentonun bu şartlar altında verdiği demokrasi mücadelesine saygı duyup, selam verip onunla dayanışma içine girmeyip de müzakerelerinin kesilmesinden bahsediyorsa bunun bizim için hiçbir önemi yoktur tabii ki.
MEHMET TÜM (Balıkesir) - Ama 20 Temmuzda darbe yaptınız.
TÜRABİ KAYAN (Kırklareli) - 20 Temmuzda ne oldu Sayın Bakan?
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Nitekim, arkasından, bu, arkadaşlarımızın da bahsettiği IPA fonlarında kesinti gibi bir durum ortaya çıktı. Tabii, bu da trajik bir durumdur. Göçmenler konusundaki mali yardımını yerine getirmeyen, bırakın ikinci 3 milyar avroyu, ilk 3 milyar avroluk mali yardımını bile tamamlayamamış bir Avrupa'nın Türkiye'ye IPA fonlarıyla ilgili 105 milyon avroluk bir kesintiye gitmesi, bu bahsettiğim vizyonsuzluğun bir ürünüdür. Tabii, bunun, bu meselenin son zamanlarda somutlaşmış örneği, maalesef, Avusturya'da kurulan bu iktidar ve bu iktidarın ortaya koyduğu hükûmet programıdır. Avusturya'da merkez sağ parti ile -Halk Partisi ile- aşırı sağcı parti -Özgürlük Partisi- bir koalisyon hükûmeti kuruyorlar ve ilk defa, aşırı sağcı bir parti koalisyon ortağı oluyor. Bu tablo içerisinde de Türkiye'yle müzakereleri kesmekten bahseden bir hükûmet programı ortaya koyuyorlar. Tabii, bu, Avrupa değerlerine doğrudan bir saldırıdır çünkü önceki Dışişleri Bakanı, şimdiki Başbakan olacak Kurz pek çok ifadesinde Avrupa değerlerini çiğneyen, örneğin göçmenlerin Avrupa'da sınırların dışında, duvarların dışında tutulması gerektiğiyle ilgili açıklamalar yapan ve aşırı sağdan da ileri retorik kullanan birisi. Tabii, burada, biz Avusturya'nın bu hükûmet kurulduktan sonra sağduyu içerisinde olmasını arzu ederiz. Ama etmiyorlarsa da onlara şunu hatırlatıyorum: Weimar Cumhuriyeti de böyle yıkılmıştı, Hitler'in iktidara geliş sürecinde de Weimar Cumhuriyeti demokratik bir cumhuriyet olarak kurulduktan sonra bu Kurz'un benzerlerinin söylemleriyle bu şekilde içeriden yıkılmıştı. Bu konudaki uyarımızı da yapıyoruz.
Tabii, geçenlerde Schulz bir şeyden bahsetti: "Benim hayalim Avrupa birleşik devletleri kurmaktır." dedi. Avrupa birleşik devletleri kurulur mu kurulmaz mı bilmem ama Avrupa Birliğini şu anda dünya açısından üstün yapan ve cazip yapan şey bir siyasi değerlere dayanmasıdır. Bir birleşik devletler fikri, değerlerin bu şekilde çok fazla merkezde rol almadığı, daha çok dayanışmanın öne çıktığı bir modeldir. Bu bağlamda, süreci götürmek istedikleri yerin Avrupa'nın geleceği açısından da vahim olduğunu söylemek isterim.
Şu nettir arkadaşlar: Türkiye'de her türlü tartışmayı yapalım. Bu tartışmaları yapmamız da sağlıklı. Hiçbir şekilde, bizim hükûmetlerimizin Avrupa Birliği tam üyelik sürecinden vazgeçmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Burada, pek çok reform yapılmıştır. Bu sürece çok emek verdik ve şu anda da dünyadaki duruma baktığımızda, biz millî çıkarlarımıza bakarız. Güneyimizdeki problemin ne zaman çözüleceğini bilmiyoruz. Uzak Doğu'da başka gelişmeler oluyor, Amerika Birleşik Devletleri'yle bazı sorunlarımız var ve Avrupa Birliği şu anda ülkemize en yakın istikrarlı bölgedir. Bu istikrarlı bölgenin demokratik kazanımları, ekonomik kazanımları konusunda, bunları paylaşmak konusunda irademiz sürmektedir. Ama ortada gördüğümüz tabloyu da net bir şekilde çizmemiz lazım. Avrupa Birliğine tam üyelik süreci bir devlet politikasıdır ve bir stratejik hedeftir.
Şimdi, burada bazı arkadaşlarımız bunu dile getirdiler, dediler ki: "Sayın Cumhurbaşkanımız 'Bizim Avrupa'ya ihtiyacımız yok.' diyor." Evet, ihtiyacımız yok. Avrupa Birliğine, o cümlenin devamında da Sayın Cumhurbaşkanımız yine bu Meclis kürsüsünden şunu söyledi: "Avrupa Birliğinin yapması gereken ilk şey Türkiye'yi Avrupa Birliğine tam üye yapmaktır." Çünkü bize karşı şu cümle kullanıldığı zaman... Birtakım haksızlıklarla, ikiyüzlülüklerle karşılaştığımız zaman önümüze şunu getiriyorlar: "Türkiye'nin Avrupa Birliğine ihtiyacı var." Ben de onlara şunu söylüyorum: Biz tarih boyunca güçlü bir Avrupa devleti olduk, yüz yıldır da güçlü bir Avrupa demokrasisiyiz. Bugüne nasıl geldiysek bundan sonrasında da çok öteye gideriz. Aynı demokrasimizi büyütmeye devam ederiz, ekonomimizi büyütmeye devam ederiz. Ha, bunu Avrupa Birliğine tam üye olarak yaparsak burada bir kazan-kazan durumu ortaya çıkar, burada Türkiye de kazanır, Avrupa Birliği de kazanır. Ama "Türkiye Avrupa Birliğine muhtaçtır." diye bir cümle kuruluyorsa Türkiye Avrupa Birliğine muhtaç değildir. Türkiye'nin tam üyelik hedefi bir muhtaçlık ya da bir ihtiyaç ilişkisi değildir, bir kazan-kazan ilişkisidir. Kendi millî çıkarlarımız açısından, demokrasimizin standartlarını yükseltmek açısından, ekonomimizin entegrasyonunu sağlamak açısından bu süreci güçlü bir şekilde sürdürmeye devam ediyoruz.
Dolayısıyla ihtiyaç ilişkisinden çıkarıp... Öteden beri de Avrupa Birliği meselesi, Türkiye'de bir taviz midir diye bir teslimiyet ya da bir reaksiyon olarak ortaya koyulur. Hayır, Türkiye uzun yıllardır buna emek sarf etmiştir, Türkiye'nin millî çıkarları açısından bu kazanımlar sağlanmıştır, daha fazlasını sağlama yönünde de bu irademiz güçlü bir şekilde yoluna devam etmektedir.
Nitekim, karşımızda şunu da görmemiz lazım: Türkiye'nin içindeki değişiklikleri sayıyoruz ama karşımızda da düz ve stabil bir arazi yok, engebeli yolda ilerliyoruz. Yani Avrupa Birliği de bir sene önceki Avrupa Birliği değil, iki sene önceki Avrupa Birliği değil. Bununla ilgili olarak arkadaşlarımızın burada belirttiği, Türkiye'nin bu, tam iradesini korumak ve bu müzakereleri yapmak konusunda yüce Meclise şunu söylemek isterim ki boş bırakılmış tek bir alan yoktur.
Talep ettiğimiz şey şudur, bütün bunlar karşısında diyoruz ki: Nasıl yapacağız bu işi? Bizi eleştiriyorsunuz, biz de bu eleştirilerden kaçmıyoruz. Biz bu eleştirilerden kaçacak olsaydık derdik ki: "Avrupa Birliği defterini kapattık." Peki, nasıl yapacağız? Avrupa Birliği ile kendi aramızdaki sorunların çözümü ve beraber ilerleyebilmemiz için Avrupa Birliği tarafından üretilmiş mekanizma fasıllardır. Diyoruz ki: Fasılları açacaksınız. Eğer biz fasılların açılmasından, Avrupa Birliği sürecinin bize zarar vereceğinden korksaydık ya da bu süreçten vazgeçmiş olsaydık fasılların açılmasından uzak dururduk. Tam tersine, ben diyorum ki fasılları açın.
Diğer bir mesele şudur; en çok hangi konuda eleştiriyorsunuz bizi diyorum, diyorlar ki: "İfade özgürlüğü, basın hürriyeti, yargı bağımsızlığı, güvenlik, adalet gibi konular." Diyorum ki: Peki, o zaman normalde bunlardan eleştiriyorsanız ve bunlarla ilgili olarak Hükûmetimizin iradesinden, partimizin iradesinden bir kuşkuya sahipsem, o zaman benim ağzıma almamam gereken fasıllar 23'üncü, 24'üncü fasıllardır çünkü 23'üncü, 24'üncü fasıllar ifade hürriyetini, yargı bağımsızlığını ve diğer konuları içerir. Esasında da bu fasılların diğerlerinden, eşitler arasında birinci diyebileceğimiz, "primus inter pares" diyebileceğimiz bir özelliği vardır. Bunlar, bütün fasılların Avrupa Birliği müktesebatı açısından da kalbini oluşturur, beynini oluşturur, merkezini oluşturur. Ben de o zaman şunu söylüyorum: İfade hürriyeti, yargı hürriyeti, basın hürriyeti, adalet meselesi, yargı bağımsızlığı, yargı tarafsızlığı; hemen 23'üncü, 24'üncü fasılları açsınlar, biz müzakere etmeye hazırız. Ve açık bir şekilde de Türkiye'nin Başmüzakerecisi olarak söylüyorum: Bu fasılları, görecekler ki en kısa zamanda kapatacak kriterleri de ortaya koyacak kapasiteye sahibiz ama hem fasılları açmayacaksınız hem de Türkiye'yi sürekli olarak eleştireceksiniz. O zaman nasıl konuşacağız ve nasıl ilerleyeceğiz?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) - Milletvekillerini hapisten çıkartmakla başlayabilirsiniz Sayın Bakan.
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Yani nihayetinde bu, 2 kişi olarak sürdürülecek bir meseledir, tek taraflı olarak sürdürülecek bir durum değildir.
TÜRABİ KAYAN (Kırklareli) - İçeride demokrasinin gelmesi lazım Sayın Bakan.
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Önümüze getirdikleri konu şudur: "Efendim, fasılların açılması için de kriterler lazım." Ya, siz bir meseleyi konuşmak için ön şart koyduğunuz andan itibaren o meseleyi nasıl konuşacaksınız?
İkincisi, isimlerini vermek istemiyorum, Avrupa'daki pek çok ülkeyi, hepsini biliyorum, pek çok ülkedeki standartları diğerlerinden daha fazla detayıyla biliyorum; onların Avrupa Birliği üyesi olup da Türkiye'nin olmaması gibi bir mantıksızlık olmaz, Türkiye bu kriterleri çok daha fazla karşılamış bir ülkedir. Dolayısıyla mesele şudur: Evet, biz irademizi yüksek tutalım, yapacağımız işler konusunda odaklanalım ama karşımızdakilere de bunu telkin edelim. 23'üncü, 24'üncü fasılların açılması konusunda, bütün partilerdeki milletvekilleri, fasılların açılıp Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki mekanizmaların işlemesi konusunda Avrupa Parlamentosunda, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinde muhataplarımıza baskı yapalım.
ZİYA PİR (Diyarbakır) - Uygulanacak mı?
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) -Türkiye fasılların açılmasını istiyor, Türkiye bu fasılların açılarak ilerlenmesini istiyor.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) - Demirtaş hapisteyken biz böyle bir şey yapamayız.
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Nitekim, önümüzdeki dönemde Avrupa Konseyinde ve Avrupa Komisyonunda seçimler olacak. Yeni bir değişiklik tablosuyla karşı karşıya olacağız. Macron'un reform talebi, bugün yine ifade edildiği gibi Schulz... Genelde SPD koalisyona girdiği zaman dışişleri bakanlığını istiyordu, bu sefer dışişleri bakanlığını istemiyorlar maliye bakanlığını istiyorlar, bu reformlarla ilgili. Dolayısıyla 2019 yılında Komisyon ve Konseydeki seçimlerle birlikte de yeni bir tablo önümüze gelecek. Ama şunu bilmemiz gerekiyor ve hep beraber mücadele etmemiz gereken şey şu: Avrupa'da bizim yönetemeyeceğimiz alan, siyaset sosyolojisiyle ilgili bir alandır. Siyaset sosyolojisi değişiyor, artık merkez sağ ve merkez sol şeklindeki ayrım Avrupa'da ortadan kalkıyor seçimlerde; AB yanlısı partiler, onun karşısında da daha ırkçı, içe kapanmacı partiler şeklinde bir yarış ortaya çıkıyor. Pek çok seçimde, nitekim son Almanya seçimlerinde de oldu, hep beraber gördük, merkez sağ ve merkez sol partiler erirken aşağıdan, İkinci Dünya Savaşı'ndan beri Meclise girememiş bir aşırı sağ parti çıktı. Bu siyaset sosyolojisindeki değişimin bizi nelerle karşı karşıya bırakacağını görmemiz lazım. Ayrıca şu da önemlidir kendi millî çıkarlarımız açısından: Avrupa'da güçlü bir Avrupa Birliği, siyasi değerlere, demokratik değerlere bağlı bir Avrupa Birliği Türkiye'nin geleceği açısından ve Türkiye'nin çıkarları açısından gereklidir. Avrupa'da, Avrupa Birliğinin bu düzeni zayıflarsa yeniden karşı karşıya kalacağımız tablo, Avrupa'daki birtakım ırkçıların, faşistlerin iktidara geldiği, eski Avrupa şeklindeki bir tablo olacaktır. Buradaki bütün soydaşlarımız, dindaşlarımız bu faşistlerin, ırkçıların baskılarıyla karşı karşıya kalacaktır. Ekonomik istikrar bakımından büyük çalkantılar ortaya çıkacaktır, nitekim Balkanlar meselesinde de başka krizlerle karşı karşıya kalınacaktır.
Dolayısıyla şöyle ikili bir durum var: Bir yandan Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileriyle ilgili bu ilişkilerin iyi ilerlemesi, Türkiye'nin Avrupa Birliğine güçlü bir şekilde üye olması konusundaki irademizi ortaya koyuyoruz. İkincisi de bizim, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin dışındaki Avrupa tablosuna baktığımız zaman kaygı duyduğumuz alanlarda da bu arkadaşlarımızla, oradaki dostlarımızla birtakım çalışmalar yapmak zorundayız; Avrupa'daki demokratlarla, Avrupa'da bu özgürlüklere inanan insanlarla. Çünkü hakikaten, bakın, elimdeki son bir çalışmaya göre, bundan on yıl evvel, merkez sağ ve merkez sol partilerde faşistlerin ve ırkçıların ortaya attığı ajanda yüzde 10 ya da yüzde 20 dolayında bir yer bulurken maalesef bugün, siyasal alan genetik bir değişime uğramıştır, GDO'lu bir hâle gelmiştir ve neredeyse aşırı sağ partilerin gündeminin yüzde 70'i, yüzde 80'i merkez sağ ve merkez sol partilerin de gündemi hâline gelmeye başlamıştır. Bu tehlikeli bir tablodur. Bununla da ilgili olarak kimlerle nasıl ittifaklar kuracağımız, nasıl çalışmalar yapacağımız konusunda biz Bakanlık olarak çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Tabii, en önemli meselelerden bir tanesi şudur: Düzensiz göç meselesi. Bu Suriye ve Irak kaynaklı olarak ortaya çıkan göç meselesi karşısında maalesef, Avrupa iyi bir sınav verememiştir. Basit bir örnek vermek isterim size: Yıllar evvel Sayın Cumhurbaşkanımız Başbakanken Somali'ye gittik. Somali'ye gittiğimizde bir tane ekmek fırını yoktu ve o zaman elimde büyük bir liste vardı. Birleşmiş Milletler buraya bu kadar yardım ediyor, Avrupa Birliği bu kadar yardım ediyor. Somalili bakana sordum: Buraya bu kadar yardım edilirken bir tane ekmek fırınının bile olmaması ne manaya geliyor? Dedi ki: "Birleşmiş Milletlerin, Avrupa Birliğinin yetkilileri Somali'ye gelmekten korkuyorlar. Burada olması gereken kurumların hepsi Kenya'da. Zaten, o gelen yardımların üçte 2'si onların personel masrafına gidiyor, üçte 1'i de aracılar arasında kayboluyor." Bakın, Türkiye, mültecilere milyarlarca dolar yardım etmiştir, mültecilerin hayat standartlarını korumak için elinden geleni yapmaktadır; Avrupa Birliğinden henüz ilk 3 milyar avroluk taksit bile gelmemiştir. "2,9 milyar avroyu gönderdik." diyorlar, gönderilen bir şey yok, o sadece taahhüde bağlanmıştır. 800 bin çocuk var, bu çocukların yarısı eğitim görüyor, diğer yarısının eğitim görmesi zorunludur çünkü bu çocukların peşinde DEAŞ gibi, El Kaide gibi terör örgütleri var fakat Avrupa Birliğinin bu yardım mekanizmasıyla, 5 yaşındaki çocuklar emeklilik yaşına gelene kadar bu paralar gelmez. Dolayısıyla hep beraber bu duyarlılığı da artırmak durumundayız. Bu çocukların eğitilmesi için Avrupa Birliğinin üzerine düşeni yapması konusunda gereken hassasiyeti göstermeliyiz.
En son hep beraber gördük: Libya'da kurulan köle pazarları. Bakın, Avrupa'nın sınırlarının askerlerle korunması ya da tel örgülerle korunması gibi bir yaklaşım kabul edilemez. Siz o insanları Avrupa'nın sınırları dışında tuttuğunuz zaman bunlar köle pazarlarına düşüyorlar. Ve ben o haberin devamını takip ettim, 300 dolara, 500 dolara bütün o köleleri DAEŞ terör örgütünün satın aldığı söyleniyor. Dolayısıyla, burada verilmesi gereken sınav konusunda, Avrupa'nın hassasiyetini artırmak konusunda da daha güçlü bir şekilde çalışmalarımızı yapmalı, sesimizi duyurmalıyız. Tel örgülerle ya da askerlerle Avrupa'nın dışında bu göçmenlerin tutulması, onların onurlu bir hayata kavuşması manasına gelmiyor.
Tabii, tartışma alanlarımızdan bir tanesi terör örgütleri meselesidir. Bakın, çok vahim bir tablo vardır, kendilerine de söylüyorum; Türkiye DAEŞ terör örgütü tarafından bir saldırıya uğradığında bütün Avrupa binalarına Türk Bayrağı yansıtılıyor, Türkiye'yle dayanışma gösteriliyor ama Türkiye PKK tarafından saldırıya uğradığında hiçbir kamu binasında Türk Bayrağı göremiyorsunuz, böyle bir dayanışma göremiyorsunuz. Bu, açık bir çifte standarttır ve aramızdaki temel anlaşmazlık konularından bir tanesi budur. Avrupa Parlamentosu Başkanı Tajani'nin girişimiyle PKK iltisaklı kişilerin Avrupa Parlamentosuna girişi daha yeni engellenmiştir. Schulz Parlamento Başkanıyken PKK sergileri açılırdı Parlamentoda ve ben ona söylerdim "Bak, benim aşağıdan, koridordan geçerken gördüğüm o resimler, Türkiye'deki masum insanları, Türkiye'deki güvenlik güçlerini öldüren insanlar. Bu Parlamento demokrasinin merkezi olmak durumunda, bu çifte standardı kaldırmak durumundasınız." diye. Daha yeni Tajani döneminde böyle bir yaklaşım ortaya konulmuştur; geçtir ama bu bakımdan da, bu yaklaşımın ortaya konulması bakımından da yine de takdire şayandır.
Fakat bu terör örgütleri meselesinde şunun net bir şekilde ortaya konulması lazım: Bakın, gözümüzün önüne şöyle bir tablo getirelim lütfen, bu tablo çok önemli bir tablo: PKK terör örgütünden Fetullahçı terör örgütüne kadar birçok örgütün pek çok ülkede açık bir himaye gördüğü açıktır. Şunu net bir şekilde gözümüzün önüne getirelim: Almanya'nın örneğin, Türkiye'nin Irak...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Sevgili Başkanım, toparlayabilir miyim?
BAŞKAN - Sayın Bakan, sözlerinizi tamamlamak üzere ek süre veriyorum.
Buyurun.
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Almanya'nın Türkiye gibi 1.295 kilometre Irak-Suriye sınırı olsaydı, 15 Temmuzda olduğu gibi Bundestag'a Fetullahçı terör örgütü üyelerinin kullandığı gibi askerî uçaklarla ve tanklarla saldırılsaydı, Brandenburg Kapısı'na tanklar yerleşseydi ve sivil insanları öldürseydi hangi tedbirleri alırlardı ve biz böyle bir darbe girişimi karşısında hangi tedbirleri almışız, bunu mukayese etsinler, ona göre Türkiye'nin aldığı tedbirleri eleştirsinler.
Bakın, son olarak gümrük birliği meselesi... Gümrük birliği meselesinde bunu isteyen taraf esasında ilk olarak Avrupa Birliğiydi. Kendilerinin Dünya Bankasına ve diğer yerlere yaptırdığı analizlerde bunun güncellenmesi gerektiği konusunda bir tavır ortaya koymuşlardı. Biz de bunu memnuniyetle kabul ettik, Konseyin Komisyona yetki vermesini - Komisyon, Konseyden yetki istiyor, o yetkinin verilmesini- bekliyorduk fakat en son Almanya'nın bu tavrı ortaya çıkarmasıyla birlikte, maalesef siyasi bir konu olmayan, teknik bir konu olan bu süreci siyasi bir meseleye çevirdiler ve "Gümrük birliğini güncellemeyeceğiz." gibisinden bir tavır ortaya koydular.
Türkiye'nin acelesi yoktur, gümrük birliğini güncellemek istiyorlarsa biz hazırız, değilse kendi bilecekleri iştir. Mesele şudur...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlayın Sayın Bakan, buyurun.
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkanım.
Hükûmetimiz açısından Avrupa Birliğine tam üyelik süreci bir stratejik perspektiftir, bir devlet perspektifi olarak tam üyelik hedefi korunmaktadır. Bunun dışında, Türkiye'yle birtakım diyalog mekanizmaları, Türkiye'yle komşuluk ilişkisi kurma gibi ilişkileri ya da Türkiye'ye özel bir statü verme gibi ilişkileri elimizin tersiyle itiyoruz. Türkiye'ye tam üyelik perspektifi dışında bir perspektifi duymak istemiyoruz. Bunun dışındaki tekliflerin her birinin ahlaksız teklif olduğunu açık ve net bir şekilde ortaya koydum.
Yüce Mecliste Türkiye'nin Avrupa Birliğine girmesi konusunda ve bu üyelik sürecinin gerçekleşmesi konusunda ortaya çıkan iradeden bir kere daha memnuniyetimi ifade ediyorum. Bütün arkadaşlarımıza eleştirilerinden faydalanacağımızı ifade ediyor, yüce Meclise saygılarımı sunuyor, hepinize teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Biz teşekkür ederiz Sayın Çelik.