| Konu: | 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı Tümü münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 45 |
| Tarih: | 22.12.2017 |
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2016 yılı kesin hesabı ve 2018 yılı bütçesi görüşmelerinin sonuna geldik. Bu vesileyle yüce Meclisimizin saygın üyelerini saygıyla selamlıyorum. 2018 bütçemizin aziz milletimize, Meclisimize, Hükûmetimize, devletimize, ekonomimize, hasılı hepimize hayırlı olmasını, bereketli olmasını Cenab-ı Allah'tan temenni ediyorum.
Tabii, bütçeye ilişkin ekonomik veriler ve diğer konular üzerinde ekonominin ustalarından biri olan Başbakan Yardımcımız Sayın Mehmet Şimşek çok önemli değerlendirmeler yaptı ve bugüne kadar bütçenin bu aşamaya gelmesi sürecinde pek çok önemli değerlendirmeler yapıldı. Ben bütün bu değerlendirmelere ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Hükûmetimizin yasalaşan bu bütçenin uygulanması sürecinde yapılan eleştiri ve önerileri dikkate alacağını ve bütçeyi milletimiz ve devletimiz için en uygun şekilde kullanacağını bir kez daha buradan ifade etmek isterim.
65'inci Cumhuriyet Hükûmetinin 2'nci, AK PARTİ hükûmetlerinin ise 16'ncı bütçesi bu. On altı yıllık süre içerisinde ülkemizi her alanda büyüttük, ekonomimizi büyüttük, geliştirdik ve ileri bir noktaya taşıdık. Türkiye, her alanda büyük başarıların altına imza attı ve ülkemiz, bugün hem bölgesinde hem de dünyada saygın, güçlü bir aktör hâline gelmiştir. Vatandaşımız bu değişim ve gelişmeden büyük bir memnuniyet duymuştur ve bu nedenle de hükûmetlerimize her seçimde büyük bir destek vermiştir. Biz de milletimizden aldığımız emaneti hep namusumuz bildik ve canımız pahasına bugüne kadar koruduk; çiğnemedik, kimseye de çiğnetmedik. Halkımızın sandıkta verdiği oya Ankara'da yeni ortaklar edinmedik, birilerinin ortak olmasına da izin vermedik. Vesayetin her çeşidine karşı dik durduk, mücadelenin en doğrusunu, en iyisini yaptık ve milletimize verdiğimiz sözlerin bir bir takipçisi olduğumuz gibi gereklerini de yerine getiren bir Hükûmet olduk. Sözümüzün arkasında durduk, sözlerimizi bir bir hayata geçirdik ve bugün Türkiye, gelinen noktada gerçekten her alanda büyük değişimleri, büyük reformları hayata geçirmiş bir ülkedir. Etrafımızda yaşanan hadiseleri ve ülkemizin içerisinde mevcut durumu birlikte ele aldığımızda bu değişimin somut sonuçlarını birlikte görmek mümkündür.
Son günlerde bildiğiniz gibi ABD Başkanı Sayın Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıma ve ABD'nin Tel Aviv'deki büyükelçiliğini Kudüs'e taşıma açıklaması çok büyük bir yankı uyandırdı. Bir oldubittiyle böylesi bir adımı hayata geçireceğini düşündü ve bir adım attı ama bu adıma karşı bütün dünya ortak bir tavır ortaya koydu. Özellikle Türkiye Cumhurbaşkanı ve İslam İşbirliği Teşkilatı Zirve Dönem Başkanı sıfatıyla Sayın Recep Tayyip Erdoğan Beyefendi'nin ortaya koyduğu dirayetli duruş ve Türkiye'nin öncülüğünde yapılan çalışmalar bu sürecin başarısızlığa uğramasında önemli rol oynamıştır.
Türkiye, daha karar alınmadan, Kudüs konusundaki tutumunu bütün dünyaya ilan etti. Karar alındıktan sonra da Sayın Cumhurbaşkanımız İslam İşbirliği Teşkilatını toplantıya çağırdı ve İstanbul'da İslam İşbirliği Teşkilatı olağanüstü toplandı. İslam İşbirliği Teşkilatı belki kurulduğu günden bu yana kuruluş hedefleri doğrultusunda en önemli, en tarihî toplantısını yaptı, tarihî kararların altına imza attı ve o toplantıda tarihî bir bildiri de yayınlandı. Bildiride "Doğu Kudüs'ü Filistin devletinin başkenti ilan ediyor, bütün devletleri Filistin devletini ve Doğu Kudüs'ün onun işgal altındaki başkenti olduğunu tanımaya davet ediyoruz." diyerek hem Filistin devletinin tanınmaya davet edilmesi hem de Kudüs'ün başkent ilan edilmesi böylesi bir uluslararası toplantıda yapılmıştır. Sayın Cumhurbaşkanımız zirve sonrası yaptığı açıklamada ise "Biz bugün Kudüs'ü Filistin devletinin başkenti olarak tanıdığımızı ilan ettik. Artık, Kudüs bizim nazarımızda Filistin devletinin başkentidir ve öyle de kalacaktır..." Bu açıklamayla Trump'ın aldığı kararın ötesinde yeni bir durum ortaya çıktı, Tel Aviv'den başkent olarak ilan ettiği Kudüs'e büyükelçiliğimi taşıyayım derken, öte yandan İslam ülkeleri Doğu Kudüs'ü Filistin devletinin başkenti olarak ilan etmiştir. Bu toplantıyla, İslam İşbirliği Teşkilatı üyeleri teşkilatın kuruluş gayesine matuf büyük ve tarihî bir karara imza attılar, Kudüs ve Filistin konusunda yeni bir dönemin kapısını araladılar; birlik ve dayanışmalarını güçlü bir şekilde gösterdiler, ABD Başkanı Trump'ın aldığı başkenti Kudüs'e taşıma kararını yok saydılar ve geçersizliğini ilan ettiler, bölgede kabadayılığa, kural tanımazlığa, oldubittilere, Kudüs'ün statüsünün değiştirilmesine ve değiştirilmesine yol açacak adımlara izin vermeyeceklerini gösterdiler. Bu, büyük bir başarıdır. Bu büyük başarı Türkiye Cumhurbaşkanı ve İslam İşbirliği Teşkilatı Zirve Dönem Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde Türkiye'nin ve İslam ülkelerinin ortak başarısıdır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Tabii, bu başarı burada kalmadı, konu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin de gündemine taşındı. Orada da bildiğiniz gibi, 15 üyenin 14'ü, diğer bir anlatımla, 5 daimî üyenin 4'ü, 10 geçici üyenin tamamı Trump'ın bu kararının aleyhine oy kullandılar. Resmiyette vetoyu ABD yaptı, resmiyet onun dediği gibi oldu ama iş fiiliyatta Trump'a, ABD yönetimine burada ortak bir tavır konuldu, âdeta bir kırmızı kart gösterildi. Konu daha sonra Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna taşındı. Bildiğiniz gibi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda da tarihî bir kararın altına imza atıldı; 128 Genel Kurul üyesi, ABD yönetiminin aldığı bu kararı tanımadığını, başka ülkelerin de tanımamasını ilan etti ve herkesi bu konudaki ortak tutuma destek vermeye davet etti. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Tarihî bir karar, tarihî bir adım atıldı ve ABD'nin kararının geçersizliği ilan edilerek bu karar âdeta yok sayıldı.
BM'nin bu kararı hem İslam ülkelerini ve hem de BM üyelerinin büyük bir çoğunluğunu haksızlık karşısında birleştirdiği gibi Kudüs ve Filistin meselesinin sadece Müslümanların meselesi olmadığını, bütün ülkelerin, bütün başka dinlere mensup insanların da ortak meselesi olduğunu bir kez daha dünyaya göstermiştir. BM bu kararıyla kural tanımayan, hak tanımayan, adalet tanımayan ABD yönetimine kuralı, hakkı ve adaleti öğretmiştir. Umarım ki bu eğitimden onlar da gerekli dersi alırlar ve bu yanlış adımı bir daha tekrar etmekten kaçınırlar.
Değerli milletvekilleri, Kudüs'te, bildiğiniz gibi, Osmanlı Devleti döneminde ve İngiliz mandası döneminde açılmış 9 yabancı başkonsolosluk var, bunlardan biri de Türkiye Cumhuriyeti'nin Başkonsolosluğudur. 1925 yılından beri bizim Başkonsolosluğumuz var ve Dışişleri Bakanlığına bağlı olarak faaliyette bulunuyor. Doğrudan, büyükelçilik gibi bağlı olarak faaliyette bulunuyor. 2005 yılından bu yana ise oraya büyükelçi unvanlı başkonsoloslar atandı, 2012 yılından bu yana ise Filistin devletinin BM Genel Kurulunda üye olmayan gözlemci devlet kabul edilmesinden bu yana da orada bulunan büyükelçi unvanlı başkonsolosumuz Filistin Devlet Başkanına Ramallah'ta güven mektubunu sunmakta, âdeta fiilen bir Türkiye büyükelçisi olarak görev yapmaktadır. Bugün Kudüs'te başkonsolosluğu olan tek İslam ülkesi Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Bundan sonra da hizmet vermeye devam edecektir.
Ayrıca Dışişleri Bakanlığı bu son gelişmelerden sonra Kudüs'ü Filistin devletinin başkenti olarak tanıdığını gösteren açıklamasını da sitesine koymuştur, buradan da gösteriyorum: Filistin devleti, başkent Doğu Kudüs. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu da son derece önemli ve tarihî bir adımdır. Bu, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Türkiye Cumhuriyeti devleti Cumhurbaşkanının itibarının ve uluslararası politikaları yönlendirme konusundaki etkisinin somut bir göstergesidir. Hepimizin bununla iftihar etmesi gerektiğine ben yürekten inanıyorum.
Ayrıca, Türkiye Büyük Millet Meclisini de Hükûmetimizin ve İslam ülkelerinin ortaya koyduğu bu irade sonucu ortaya çıkan BM kararı doğrultusunda aldığı destek kararlarından dolayı da kutladığımızı buradan özellikle ifade etmek isterim. Çünkü bu dava hepimizin ve Meclisimizin de ortak davasıdır.
Tabii, bu konu üzerinden AK PARTİ'yi eleştirmek kolay değil; bizim hükûmetlerimizi, Cumhurbaşkanımızı eleştirmekse hiç kolay değil çünkü biz Filistin davasına gönülden bağlı bir kadroyuz, gönülden bağlı bir ekibiz. Bunu her defasında, sadece sözlerimizle değil, davranışlarımızla da ortaya koyduk. Geçmişten birtakım hadiseler bahane edilerek, buradan AK PARTİ'ye, Cumhurbaşkanına gol atacağım diye düşünürsek hata ederiz, buradan gol atılamaz. Neden atılamaz? Çünkü bu konuda bizim ortaya koyduğumuz irade, tartışmasız bir şekilde, milletimiz tarafından başarılı görülen ve kabul gören bir iradedir. İsrail'in Cumhurbaşkanına bütün dünyanın gözü önünde "..."(x) diyen, "Siz insan öldürmeyi çok iyi bilirsiniz." diye çıkışan ve ona bütün dünyanın gözü önünde bir insanlık dersi veren Cumhurbaşkanını buradan vuramazsınız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Buradan zayıflatacağız diye düşünürseniz, zayıflatamazsınız.
İsrail'in bir devlet olarak tanınması 1949'da oldu ama İsrail'in bir devlet olarak başka bir devletten ilk defa özür dilemesi ise yakın bir zamanda oldu. İkisi arasındaki fark şu: Birinde Cumhuriyet Halk Partisi iktidar, birisinde ise AK PARTİ iktidar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Tanıyan Hükûmet Cumhuriyet Halk Partisinin Hükûmeti, özür dileten Hükûmet de AK PARTİ Hükûmeti. Elbette ikimizin arasında böylesi bir klas farkı olacaktır, bunu da herkesin teslim etmesi gerektiğine ben yürekten inanıyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiye PKK, KCK, PYD, YPG, FETÖ, DHKP-C ve pek çok farklı isim altındaki terör örgütleriyle eş zamanlı, dünyada mücadele eden tek ülkedir. Türkiye, sadece bu terör örgütleriyle mücadele etmiyor; aynı zamanda bu terör örgütlerini kuran, kurduran her türlü lojistik desteğini sağlayan ve bu örgütlerin yularını elinde tutan, bunların arkasındaki karanlık güçlerle de amasız ve amansız kararlı bir mücadeleyi sürdürmektedir. Bundan sonra da hem terör örgütleriyle hem de onların eli kanlı teröristleriyle ve onların arkasında onlara her türlü desteği veren güçlerle kararlı bir şekilde mücadeleye devam edeceğiz. Türkiye'de terör eylemi yapanlara, yaptıranlara ve onlara destek verenlere Türkiye'yi ve dünyayı dar edeceğimizden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Güvenlik güçlerimiz büyük bir uyum içerisinde, askeriyle, polisiyle, istihbaratıyla, jandarmasıyla terörle etkin ve başarılı bir mücadeleyi destansı bir şekilde sürdürmektedir. Bu konuda terör bitene kadar mücadeledeki kararlılık devam edecektir.
Bu mücadele sadece güvenlik boyutlarıyla devam eden, sürdürülen bir mücadele değildir. Aynı zamanda, terörü doğuran nedenleri ortadan kaldırmak maksadıyla da Hükûmetimizin attığı ciddi adımlar, yaptığı ciddi çalışmalar vardır. Bunları eş zamanlı, birbiriyle paralel bir şekilde yürüttüğümüzü Meclisimizin ve aziz milletimizin özellikle bilmesini buradan istirham ediyorum ve Hükûmetimiz bu konu üzerinde de çalışmalarını aynı kararlılıkla bundan sonra da sürdürecektir.
Değerli milletvekilleri, 2017 yılı 16 Nisanında aziz milletimizin iradesiyle Türkiye'de tarihî bir reform yapılmıştır. Parlamenter hükûmet sisteminden cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçişi öngören bir Anayasa değişikliği kabul edilmiştir. Artık yeni bir dönemin kapısı aralanmıştır. Millet, hükûmet sistemini değiştirmiştir. Hükûmet sistemi değişmemiş gibi, değiştirilmemiş gibi davranmanın kimseye bir faydası yoktur. Biz artık önümüze bakıp yeni hükûmet sistemiyle ülkemizi gelecekte daha başarılı nasıl yaparız, daha ileri nasıl taşırız, bu sistemin sağlıklı ve daha iyi bir şekilde işlemesi için hangi katkıyı veririz, bunun üzerinde el birliğiyle durmamız gerekmektedir.
Yapılan seçim meşrudur, aziz milletimizin iradesi sandıkta doğru bir şekilde tecelli etmiştir ve biz bu irade doğrultusunda adımlarımızı atmaya başladık ve bundan sonra da bu adımları uyum yasalarını çıkararak daha güçlü bir şekilde atacağız. Uyum yasaları konusunda çok geniş bir ekibin çalıştığını, bütün yasalarımızın tarandığını, yeni sisteme uyum için neler yapılması gerektiği hususunda önemli tespitlerin yapıldığını ve bunların önümüzdeki yıl içerisinde Parlamentoda bir kısmının görüşülerek yasalaştırılacağını buradan özellikle ifade etmek isterim.
Cumhurbaşkanının partili Cumhurbaşkanı olması, bildiğiniz gibi, Anayasa değişikliğinden sonra yürürlüğe girmiştir ve o nedenle de Sayın Cumhurbaşkanımız önce AK PARTİ üyesi olmuş, daha sonra olağanüstü büyük kurultayda AK PARTİ Genel Başkanı seçilmiş ve Anayasa'ya uygun bir şekilde de hem Genel Başkan olarak hem de Türkiye Cumhurbaşkanı olarak vazifesini yerine getirmektedir. Cumhurbaşkanımızın gerek hükûmet sistemi değişikliğinden önce gerekse hükûmet sistemi değişikliğinden sonra yaptığı bütün görevler Anayasa ve yasalara uygundur. Anayasa'yı çiğneyen, yasaları ıskalayan bir uygulaması ve adımı yoktur.
MUSA ÇAM (İzmir) - İnanıyor musunuz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - İnanıyorum ve Anayasa'ya bakarak söylüyorum bunu da. Musa Bey, sen de Anayasa'ya baktığında benim gördüklerimi göreceksin.
MUSA ÇAM (İzmir) - 299 ne olacak, 299?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Orada ne diyor: "Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından kullanılır ve yerine getirilir." Yürütmenin içinde mi, ortağı mı, yürütmenin başı mı? Anayasa diyor. Başbakanı, bakanları kim seçer? Başbakanı Cumhurbaşkanı seçiyor, bakanlarıysa Başbakanın önerisi üzerine Cumhurbaşkanı atıyor. İstediği zaman Bakanlar Kurulunu toplantıya çağırıyor. Bakanlar Kurulu kararları Cumhurbaşkanı imzalamadan yürürlüğe giremiyor. Yasamaya, yürütmeye, yargıya dair görevleri var. Millî Güvenlik Kurulunun Başkanı. Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu olağanüstü hâl ilan edebiliyor. İstediği zaman Bakanlar Kurulunu başkanlığında toplantıya çağırıyor. Sayın Cumhurbaşkanımız ne yaptı? Bakanlar Kurulunu başkanlığında toplantıya çağırdı farklı olarak. Ondan öncekilerin hepsi diğer Cumhurbaşkanları tarafından da uygulandı. Kaldı ki, Bakanlar Kurulunu toplantıya çağırması da pek çok Cumhurbaşkanımız tarafından uygulanmıştır ve bunların hepsi de Anayasa'ya uygundur, Anayasa'nın çiğnenmesi veyahut da anayasal bir suçun işlenmesi kesinlikle değildir. Kaldı ki, bizim Anayasa'mız Cumhurbaşkanlarını sembolik bir Cumhurbaşkanı olarak da -demin anlattığım görevler nedeniyle- dizayn etmemiştir; güçlü, etkin bir Cumhurbaşkanı olarak dizayn etmiştir. 2007'de yapılan halk oylamasından sonra Cumhurbaşkanlarını halkın doğrudan sandıkta seçecek olması da Cumhurbaşkanlarına ayrı bir güç katmıştır. Bunu hepimizin birlikte görmesi lazım. Biz ta 2007'de Cumhurbaşkanı seçimine dair usulün değişmesi sırasında bunu söyledik. Artık bu konu, Cumhurbaşkanlığı seçimi konusu Türkiye'de kriz ve kaos sebebi olmaktan çıkıyor ama yeni dönemde, bilmemiz lazımdır ki halkın seçtiği Cumhurbaşkanları Meclisin seçtiği Cumhurbaşkanları gibi olmayacaktır, çok farklı olacaktır ve bu farklılığı da biz hep beraber gördük, bundan sonra da göreceğiz ve yeni hükûmet sistemi, cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi milletimizin her alanda daha güçlenmesine katkı sağlayacaktır.
Burada şunun da altını çizmekte fayda görüyorum: Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi kuvvetler ayrılığının tam olduğu bir hükûmet sistemidir. Şu anda, yasama, yürütme iç içe geçmiş durumda ama cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde yasama ve yürütme birbirinden hem tam ayrı hem de birbirine karşı tam bağımsız durumdadır. Bunu hep beraber görüyoruz, hep beraber biliyoruz ama farklı anlatımlar bu gerçeği değiştirir mi? Bu gerçeği değiştirmez, değiştirmeyecektir de. Bugün, Parlamentoda çoğunluk kimde? AK PARTİ'de. Hükûmet kimde? AK PARTİ'de. Kanunlar neye göre çıkıyor? Çoğunluğun oyuna göre çıkıyor. Hükûmet olmadığı zaman bütçeyi de kanunları da görüşmüyoruz. Baktığımızda "Hükûmete karşı yani yürütmeye karşı tam bağımsız bir Parlamento var." dersek Anayasa'yı ya okuyoruz anlamıyoruz demektir ya da farklı yorumluyoruz demektir. Bugün, Hükûmetle iç içe, esasında Hükûmetin kontrolünde bir yasama-yürütme ilişkisi vardır. İşte bu çarpık ilişkiye cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi son veriyor, yasama ve yürütmeyi birbirinden tam ayırıyor, kuvvetler ayrılığını güçlü bir şekilde hayata geçiriyor. Artık, bundan sonra, siyasi istikrar, güçlü iktidar sadece zaman zaman halkın sandıkta verdiği reylerle değil doğrudan, sistemin doğal sonucu olarak tesis edilecektir ve güçlü bir şekilde milletimiz, devletimiz geleceğe güvenle bakacak, güvenle yürüyecektir.
Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanımıza zaman zaman saldırılar yapılıyor, itibarına karşı, ailesine karşı, şahsına karşı saldırılar yapılıyor ve Cumhurbaşkanımızı itibarsızlaştırma gayretleri görülüyor. Ben, hep şunu söylüyorum: Esasında bu yapılanlar sataşarak itibar elde etme çabalarından başka bir anlam ifade etmiyor. Sataşarak itibar elde edelim. Bu mümkün değil. Herkes itibarını alın teri dökerek, iyi şeyler, doğru şeyler yaparak, çok çalışarak kendisi kazanır, böyle yapar. Türkiye'nin Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın hayat hikâyesine baktığınız zaman, engelleri aşa aşa, alın teri döke döke, milletinin duasını ve desteğini kazanarak bugünlere geldiğini ve itibarını, döktüğü alın terine borçlu olduğunu hepimiz yakinen görür, yakinen biliriz.
Siyasilerin itibarını kim ölçer? Bana göre halk ölçer. Neyle ölçer? Reyleriyle ölçer. İşte, seçimler ortada. 2002 seçimleri, 2004, 2007, 2009, 2011, 2014 Cumhurbaşkanlığı -mahallî idareler- ve 2015 seçimleri, ayrıca yapılan halk oylamaları hepsi ortada. Milletimiz kimin yanında saf tuttu? Her defasında itibar suikastine muhatap olan ama itibarı milletin nezdinde asla bugüne kadar yok edilememiş olan Türkiye'nin Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın yanında durdu ve onun işaret ettiği yönde oy kullandı. Değişimleri hep onunla beraber yaptı, hep onun gösterdiği istikamette Türkiye'miz gelişti, değişti. Bu, milletimizin verdiği itibarın, değerin somut bir göstergesidir.
Cumhurbaşkanımıza karşı yapılan saldırılara baktığınızda, esasında bu saldırıların Türkiye'nin her alanda büyümesi ve gelişmesi nedeniyle bunu sağlayan lideri Türk halkının gözünden düşürme ve onun ile halk arasına duvar örme çabaları olduğunu görüyoruz. Çok net bir şekilde, pek çok ülkenin yöneticileri, siyasi partileri, STK'ler ve Türkiye içerisinde de pek çok çevre bunlarla iş birliği içerisinde bu itibar suikastlerinde görev aldığını görüyoruz.
Ben şimdi birkaç örnek vermek istiyorum: Türkiye'nin Cumhurbaşkanı olarak Sayın Cumhurbaşkanımız bu millete hangi kötülüğü veya hangi yanlışı yaptı da bu kadar saldırıya muhatap oldu? Ee, şimdi, bakalım, Türkiye'de KÖYDES, BELDES projelerini hayata geçirip köyleri yolla, suyla, kanalizasyonla buluşturarak Türkiye'ye, Türk milletine ihanet mi etti? 76 olan üniversiteyi 186'ya çıkararak bu milleti aldattı mı, yanılttı mı? Kaynaklarını kötüye mi kullandı? Türkiye'ye 2000-2002 arasında gelen yabancı sermaye 11,6 milyar dolarken bizim iktidarımız döneminde bunu 187 milyar dolara çıkararak Türkiye'nin itibarını mı azalttı? Hangi yanlışı yaptı, hangi kötülüğü yaptı? Baktığınız zaman, Türkiye'yi her alanda büyüttüğü, geliştirdiği, değiştirdiği, kalkındırdığı, emir alan bir ülke olmaktan çıkardığı için, Sayın Cumhurbaşkanımıza karşı, bu anlamda uluslararası bir cephenin de oluştuğunu görüyoruz ve bunların bütün derdi Türkiye'nin başından Türkiye'nin Cumhurbaşkanını uzaklaştırmak. Onu hepimiz görüyoruz, aziz milletimiz de görüyor, o nedenle de her defasında Sayın Cumhurbaşkanımıza sahip çıkıyor. Biz, milletimize ve devletimize ihanet ederek, millet ve devlet düşmanlarıyla iş birliği yaparak itibar arayanlardan, yabancı ülkelerde itibar arayanlardan hiç olmadık, olmayacağız da. Milletimizin ve devletimizin hukukunu her şeyin üzerinde tutarak, milletimize ve devletimize her zamankinden daha fazla hizmet ederek itibarımızı öyle artıracağımıza inanıyoruz ve bugüne kadar bunu yaptık, bundan sonra da yapmaya devam edeceğiz.
Karadağ'da Tuzi kasabası var, oraya gitmiştim, Fatih Sultan Mehmet Han döneminde bir cami yapılıyor ve bu cami uzun yıllar orada ibadet için hizmet veriyor. 1908 yılında buradakiler, devrin Osmanlı sultanına mektup yazıyorlar "Biz camiyi tamir edemiyoruz, bize yardım edin." diye. Fakat araya Balkan Savaşları giriyor, bölge bizden ayrılıyor, yardım gitmiyor. Cumhuriyet Dönemi'nde de bu talepler dile getiriliyor ancak 1908'deki bu mektubun cevabı 2008 yılının ramazan ayı Kadir Gecesi'nde yerini buluyor ve o cami tamir edilip yeniden ibadete açılıyor. 2012'de oraya gittiğimde Karadağ Reis-ül Uleması, Türkiye'deki Diyanet İşleri makamında bulunan kişi, Sayın Rıfat Feyziç oradaki Osmanlı şehitliğini bize gezdirdi ve camiye gittik. Caminin hikâyesini, bu mektup olayını, caminin 1933'e kadar ibadete açık olduğunu ve 1933'te caminin imamının şehit edildiğini anlattı. Yanında birini gösterdi, "Bu da şehit imamın torunudur." diye bize tanıttı ve arkasından döndü dedi ki: "Sayın Bakanım, bir daha bizim mektuplarımıza cevap vermek için lütfen yüz yıl beklemeyin." (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Hamdolsun, bugünün Türkiye'si yüz yıl önce ecdadımıza yazılan mektuplara cevap verebildiği gibi bugün yazılan mektuplara da anında cevap verecek bir güçtedir. İtibar böyle elde edilir. Siz elinizi, kolunuzu, kanadınızı her yere uzatabildiğiniz zaman itibar elde edebilirsiniz. Eğer bunları yapmazsanız itibarınız da o kadar yüksek olmaz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Üç dakika ekliyorum efendim.
Buyurun.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Bugün rakamlara baktığımızda, Türkiye'nin 2002 yılında yaptığı kalkınma ve insani yardım miktarı 83 milyon dolar ama 2016'da yaptığı yardım miktarı 6 milyar dolar. 83 milyon dolar nerede, 6 milyar dolar nerede? İşte, alan el olmaktan veren el olmaya yönelmiş güçlü bir Türkiye vardır bugün. İnşallah bu Türkiye daha güçlü bir şekilde geleceğe devam edecektir. Suriye'den gelen 3 milyondan fazla mülteciye yardım eli uzatan bir Türkiye var.
Bakın, bu yardım eline ilişkin açıklama yapan farklı kişiler var. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo Grandi Türkiye'nin Arakanlı sığınmacılar için yardımlarını övüyor ve bu konuda Türkiye'ye dair takdirlerini iletiyor. Yine, Dünya İnsani Zirvesi'nde, Almanya Başbakanı Merkel, Türkiye'nin ev sahibi olmasından mutluluk duyuyor çünkü Türkiye'nin 3 milyon Suriyeli sığınmacıyı kabul etmesiyle insani yardım üzerinde sadece konuşmadığını, bunu yerine getirdiğini de belirterek Türkiye'nin yaptığı bu yardımlardan duyduğu memnuniyeti dile getiriyor. Merkel bunu takdir ediyor, başkaları Türkiye'nin yardımlarını takdir ediyor ama biz, bu yardımları sorgulayan bir dile geliyoruz. Bugün Türkiye, Suriyeli mültecilere ve darda, zorda olan başka diyarlardaki insanlara uzattığı yardım eliyle, dünyanın dört bir yanında saygınlığı olan güçlü bir devlettir. Eğer Türkiye'nin yaptığı yardımları sorgularsak, o zaman ne yaparız, Türkiye'nin bu itibarına bir bomba da biz atarız; hem halkın arasına bir fitne sokar hem de dış dünyaya "Bakın, Türkiye'nin 'Böyle yardım ettik, şöyle yardım ediyoruz.' dediğine bakmayın, onlar esasında sizi aldatıyorlar." anlamında, Türkiye'nin dışarıda kazandığı bu saygınlığa zarar verir. Hâlbuki, yapılan yardımlar ortada, rakamlar ortada, gerçek güneş gibi ortada. Bunu farklı bir şekilde değerlendirmek kimseye bir fayda sağlamaz. Türkiye inşallah bundan sonra da darda ve zorda olana yardım elini uzatmaya devam edecektir.
Sözlerimi burada noktalıyor, 2018 yılı bütçemizin hayırlı uğurlu olmasını Cenab-ı Allah'tan temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bozdağ.