GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Karşılıklı Kültür Merkezlerinin Kurulması Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:57
Tarih:08.02.2018

MUSTAFA ALİ BALBAY (İzmir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bugünkü gündeminde Birleşmiş Milletlerle anlaşma, Karabağ devletiyle anlaşma, Çin Halk Cumhuriyeti'yle karşılıklı kültür anlaşması... İşte özlediğimiz Türkiye, özlediğimiz uluslararası ilişkiler bu. Biz bu tür anlaşma metinlerinin Suriye için de gelebilmesini, İsrail'le de gelebilmesini, Amerika'yla da gelebilmesini, İran'la da gelebilmesini istiyoruz. Bizim özlediğimiz Türkiye Cumhuriyeti devleti böyle bir devlet.

Biz, bugün, şu anda güney komşumuz Suriye'de terörle mücadele ederken bunun bir an önce başarıyla sonuçlanmasını, Mehmetçik'imizin görevini başarıyla tamamlayıp dönmesini arzu ediyoruz. Ama bir adım sonrasında da buraya gelen bu anlaşmalar gibi, tıpkı Suriye'yle daha önce yaptığımız 50 anlaşma gibi bir anlaşma istiyoruz. Türkiye'nin dünyayla barışık olmasını istiyoruz.

Bugünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminde, gerçekten, önümüzdeki dönemde sadece Çin'in, Gabon'un -ki burada var- Bosna-Hersek'in değil yakın komşularımızın da olmasını diliyoruz sayın milletvekilleri. Ancak şu anda Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı tablo nedir? Bırakın çevre ülkelerle anlaşmaları, neredeyse iktidar partisi çevre ülkelerde değil, Türkiye'nin kendi içinde, Türkiye'de yeni terör örgütleri, yeni terör kurumları üretmeye aday bir tablo içinde.

Sayın milletvekilleri, burada Sayın Volkan Bozkır var. Sayın Volkan Bozkır'ın bütün siyasal kimliklerinden sıyrılıp 1980'lerde, 1990'larda Avrupa ülkelerine, dünyaya PKK'nın terör örgütü olduğunu anlatmak için hangi çabaları harcadığını aktarmasını isterim. Öyle mi Sayın Bozkır? O ülkelerin biri der ki: "Bu dosya yetersiz. Terör örgütü ilan edeceğim ama devlete karşı suç işlemiş mi bilinmez." Haydi, dosya yeniden hazırlanır. Dışişlerimiz tırnaklarıyla kaza kaza dünyaya PKK'nın bir terör örgütü olduğunu kabul ettirmiştir. Ancak o aşamadan sonra PKK'yla psikolojik üstünlük sağlanmıştır. Bir dönem, öyle dönemler oldu ki Avrupa katında bile PKK'nın anlatma başarısı Türkiye'ye karşı yüzde 60'lara çıkmıştır, öyle mi Sayın Bozkır? Sonra, devamında Türkiye, bunun ülke için felaket olacağını, eğer biz Avrupa'ya, dünyaya PKK'nın terör örgütü olduğunu anlatamazsak oralardan alacağı destekle birlikte Türkiye'nin işine çok daha kötü geleceğini öngörmüş ve bunun için çok özel çaba harcamış, hatta sadece bu konudan Dışişlerinde bölümler oluşmuştur, öyle mi Sayın Bozkır?

Ancak, bugün geldiğimiz nokta ise sayın milletvekilleri, şu anda dünyada geçmişte adım adım PKK'yı terör örgütü olarak ilan ettiğimiz ülkelerin çoğu, Türkiye'nin bu meydan okuyan -tabii ki yeri geldiğinde meydan okunur ama- terörle mücadeleye bir bütün olarak bakmayan, sadece askerî mücadelenin üzerinden bir kahramanlık yaratmaya çalışan politikası nedeniyle terör örgütlerine tekrar destek vermeye başlamışlardır. Bu kısmını Sayın Bozkır'a sormayacağım, siyasal bir değerlendirme olarak görebilir ancak, kendisi her gün belki de 2, 3, bazen 4 büyükelçiyle konuşup durumu anlatmak için çaba harcamakta, çırpınmakta; görüyoruz.

Sayın milletvekilleri, dünyada hâl böyleyken Türkiye'deki kurumların başından "Türk" ve "Türkiye" kavramlarını attırmak ancak ve ancak Türkiye'yi işgal eden bir gücün işi olabilir, başka kimsenin işi olamaz. Ancak böyle bir güç gelir bu ülkeye "Bu ülkedeki 'Türk' kavramını nasıl unutturayım, 'Türkiye' kavramını nasıl erozyona uğratayım?" diye düşünür ve ancak o, belki de o koşullarda bile ancak cesaret etmeye kalkarsa böyle bir şey düşünebilir. Bir işgal gücü bile bir durur "Ya, bu ülkeyi bu kadar karşımıza alırsak yönetmemiz zor olur." der. Ancak şu anda, biz, Türkiye'deki, bu ülkenin üzerine oturduğu temel kavramların erozyona uğraması için, hatta az önce vurguladığım gibi âdeta dışarıdaki terör örgütleri yetmiyormuş gibi, dışarıdan Türkiye'ye gelen terör örgütleri, terör grupları yetmiyormuş gibi mevcut grupları bile, mevcut demokratik kurumları bile terör örgütüyle eş değer ilan etmeye kalkıyoruz.

Bu, akıl işi değil sayın milletvekilleri, bu yoldan dönün. Bu, Türkiye'nin, her şey bir yana, AKP gelir gider, geçmişte hangi hükûmetler geldi gitti, her biri sonsuza kadar kalacağını düşündü, Özal'dan -yine Sayın Bozkır'ın devlet görevinde bulunduğu gibi- sonraki hükûmetlere kadar. Ancak bugün bakıyoruz o dönemin artılarına, eksilerine baktığımızda pek çok yerde "keşke" diyoruz. Bugün de terörle mücadele ederken özellikle hem çevre ülkelerimizin hem de Türkiye'nin içinde böyle bir acı tabloyla karşı karşıyayız.

Sayın milletvekilleri, size Atatürk döneminin dış politikasından bir örneği kısaca paylaşmak istiyorum: Amerika'nın Ankara Büyükelçiliğine Sherrill atanıyor 1930-32 arasında. Türkiye-Amerika ilişkileri giderek iyi ama Türkiye'nin çevre ülkelerle ilişkilerine bakıyor, gelirken Türkiye'nin Yunanistan'la ilişkisini ayrıca merak ediyor. Anılarında -Türkçeye de çevrildi anıları- diyor ki Sherrill: "Yani Yunanistan'la kesin kötüdürler." Çok fazla fikri de yok. Geliyor, bakıyor, ilişkiler gayet iyi. Bu durumu Atatürk'ün çevresine iletiyor, diyor ki: "Siz Yunanistan'dan savaş tazminatı isteyebilirdiniz çünkü çekilirken kentlerinizi yakmış, büyük bir düşmanlık oluşmuş, nüfus mübadelesi olmuş, nüfus ayrışmış. Neden böyle bir yola gitmediniz?" Atatürk şu cevabı veriyor: "Biz ülkemize bir saldırı olduğunda elbette yine cevabını veririz ancak Yunanistan'la kuracağımız barışın getireceği ticaretin tazminat istemekten daha kârlı olacağını düşünerek bundan vazgeçtik." Ve Sherrill anılarında "Ben böyle ileri görüşlü bir devlet adamı görmedim." diye de kayda geçiriyor. Ki büyükelçiler genellikle anılarını yazmazlar ama o dönem gelen büyükelçilerin -Sovyet Büyükelçisi Aralov'dan Amerikan Büyükelçisi Sherrill'e kadar- hepsi anılarını yazıyorlar ve en çok, Atatürk'ün bu barış isteyen tutumunu ortaya koyuyorlar.

Sayın milletvekilleri, sizin, AKP'nin iktidarda olduğu zaman dilimi içinde... Türkiye ile Yunanistan çok büyük bir savaşla karşı karşıya kaldılar ama on dört yıl sonra, düşünün on dört yıl sonra, bir nesil bile geçmeden Yunanistan'ın Cumhurbaşkanı Venizelos Nobel Barış Ödülü'nün Atatürk'e verilmesini istedi. Neden? Çünkü Balkan Paktı'nı başardığı için, böyle bir anlaşma başardığı için. Şunu söyleyebilirsiniz: "Ya, bizim dış politikada gözümüz sadece... İşte, Batı'yla bu ilişkileri kurduk." Hayır...

Sayın milletvekilleri, aynı dönemde, bugünün Irak, İran ve Afganistan'ını da içine alan Sadabat Anlaşması'nın en önemli maddelerinden birinde "Türkiye ile bu ülkeler -İran, Irak ve Afganistan- içinde, karşı ülkeye karşı, düşman hiçbir grubu barındırmama sözü vermiştir." der. İşte biz bu oluşturduğumuz politika sayesinde İkinci Dünya Savaşı'ndan savaşa girmeden çıktık, altında o yatar. Çünkü etrafımızda bir barış halkası örülmüştü ama şimdi, sayın milletvekilleri, siz etrafımızda bir savaş halkası ördünüz. Lütfen, bunu kabul edin, görün ki bundan sonrası daha büyük bir felakete gitmesin.

Bakın, bugün -kara mizahtır- Arap ülkeleriyle, İslam ülkeleriyle en kötü ilişkilerimizin olduğu dönem, bu dönem. Hâlbuki AKP iktidara geldiğinde tam tersi düşünülmüştü. Bugün, 900 kilometre sınırımızın olduğu Suriye'de büyükelçimiz yok, iyi mi? Akdeniz komşumuz -Kıbrıs'tan 400 mil- Mısır'da büyükelçimiz yok, iyi mi? İnelim aşağıya, Yemen'de büyükelçimiz yok; uğruna Osmanlı döneminde 7. Orduyu kurduğumuz Yemen'de büyükelçimiz yok, iyi mi? Devam edelim: İlişkilerimizde 400'üncü yılı geçtiğimiz Hollanda'yla uzun zamandır ilk kez büyükelçimiz yok. Hollanda'yla bizim ilişkilerimiz dört yüz yıl öncesine dayanıyor. Elbette Hollanda'nın da tutulacak yanı yok, Endonezya'da 50'lerde Suharto döneminde bir gecede 500 bin kişinin kesilmesinden de sorumludurlar. Biz emperyalizmle mücadelemizi Kurtuluş Savaşı döneminde verdik ancak hemen sonrasında "Yurtta barış, dünyada barış." dedik. O aşamadan sonra ancak, Türkiye'yi işte bugünlere taşıyabildik sayın milletvekillerim.

Bir nokta daha bu büyükelçiliklerle ilişkiler bağlamında sayın milletvekilleri: Bugünlere nasıl geldik? Dünyayla bu ilişkilerimizi adım adım nasıl ördük? Türkiye'nin hâlâ o geçmişten gelen saygınlığı, şu anda, bugünkü iktidar da o saygınlığı tüketmeye çalışmaktadır; bugün onun üzerinden, o günler üzerinden siyasetini yürütmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSTAFA ALİ BALBAY (Devamla) - Sayın Başkanım, ben genellikle hiç söz istemiyorum ama bir dakika eğer eklerseniz...

BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlamak üzere bir dakika ek süre veriyorum Sayın Balbay.

Buyurun.

MUSTAFA ALİ BALBAY (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Bir örneği daha büyükelçilik anlamında sizlerle paylaşmak istiyorum sayın milletvekilleri. Gerçekten acıdır, yedi büyük devlette büyükelçiniz yoksa siz Gabon'da yeni büyükelçilikler açın, Fildişi'nde açın... Tabii ki önemli, o ülkeleri de küçümsemiyorum ama bütün dünyada ilişkilerin yarısı komşularladır, ekonomiden kültüre yarısı.

Sayın milletvekilleri, 29 Ekim 1923'te cumhuriyeti kurduğumuzda, cumhuriyet ilan edildiğinde Ankara'da sadece 2 büyükelçilik vardı, Sovyetler Birliği ve Afganistan. Şöyle düşündüler: "Mustafa Kemal uluslararası ilişkileri başaramaz, bu devlet çöker, biz İstanbul'u ayrı bir küçük uluslararası devlet yapar, yine İstanbul'la ilişkilerimizi sürdürürüz." dediler. Ama Mustafa Kemal uluslararası ilişkileri başardığı için ancak 1929'da İngilteresi, Amerikası gelip büyükelçilik kurdu ama Atatürk onlara "Gelin, Köşk'ün hemen altında sizlere bedava yer veriyorum." dedi ama siz maalesef büyükelçilikler açmak değil, kapatmak üzerine mahirsiniz. Etrafınızda da barış değil, savaş ekonomisi kurdunuz diyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Balbay.