| Konu: | MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ GRUBU ADINA GRUP BAŞKANVEKİLLERİ İZMİR MİLLETVEKİLİ OKTAY VURAL VE MERSİN MİLLETVEKİLİ MEHMET ŞANDIR?IN; TÜRK TARIM VE HAYVANCILIK SEKTÖRLERİNİ YANLIŞ UYGULANAN POLİTİKALAR İLE BİTİRME NOKTASINA GETİREREK ÇİFTÇİLERİ VE ÜRETİCİLERİ SIKINTIYA SOKTUĞU İDDİASIYLA GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI MEHMET MEHDİ EKER HAKKINDA GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGENİN ÖN GÖRÜŞMELERİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 23 |
| Tarih: | 13.11.2012 |
BDP GRUBU ADINA NAZMİ GÜR (Van) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, saygıdeğer milletvekilleri, verilen önerge üzerine grubum adına konuşacağım.
Burada amaç, Hükûmetin tarım ve hayvancılık politikalarını kıyasıya eleştirmek ve eleştirirken de biraz yol göstermek ve umarım Sayın Bakanımız da bu konuşmadan ciddi notlar alır ve dile getirdiğimiz sorunların çözümü konusunda en kısa zamanda harekete geçer.
Tabii ki gensoru, Meclisin sahip olduğu en önemli denetim mekanizmalarından birisidir, muhalefetin, iktidarın çalışmalarını denetleme yollarından birisidir, gereksiz değildir. Her aşamada ve her zaman gerekli bir mekanizmadır. Bu sebeple de verilen bu gensoru üzerine grubumun görüşlerini -tarım politikaları konusunda, hayvancılık politikaları konusunda- ve bu konudaki sorunları, halkımızın yaşadığı sorunları dile getirme konusunda görüşlerimizi Parlamentoyla paylaşacağız.
Değerli arkadaşlar, hep söylenir, hep bilinir: "Türkiye bir tarım ülkesidir" denilir. Bu tabii önemli bir çelişkiyi de dile getirir. Bir taraftan sanayileşmek, gelişmek isteyen, kalkınmak isteyen bir ülke, diğer taraftan bir tarım ülkesi olma hesabı; bir taraftan kentleşme, kentlerde yaşayan bir nüfus, öte yandan kırda ve kırsal yaşamda yaşayan nüfus paritesi; öte yandan da "köylülük" dediğimiz son derece kalkınmayla ilgili olan bir yaklaşım. Tabii, bütün bunları değerlendirirken yine de ülkemizin -kalkınmakta olan Türkiye'nin- temel sorunlarını gündeme getirirken özellikle tarım ve hayvancılık konusunda bu sorunları gündeme getirirken bu bağlamda bu temel yaklaşım üzerinden eleştirilerimizi, düşüncelerimizi dile getireceğiz.
Tabii, değerli arkadaşlar, bütün dünyada tarım üretimi, tarımsal üretim ciddi krizlerle, ciddi sorunlarla karşı karşıya. Sadece ülkemizde değil ama dünyanın birçok ülkesinde, özellikle gelişmiş ülkelerinde ciddi sorunlar var. En önemli sorunlarından birisi mekanize yani makineleşmeyle yapılan tarım, bu tarımın veriminin arttırılması için genetiğinin değiştirilmesi ve tarımsal alanın büyük bir kısmının da ekoyakıt adı altında insan nüfusunu doyurmak için gıdaya ayrılacak toprakların sanayi tarımına hizmet ediyor olmasıdır. Umarım, ülkemizde de özellikle Bakanlığımız bu konulara dikkat eder. Öncelik, insanlarımızın beslenmesi ve doyurulmasıdır, sanayiye ham madde sağlamak değildir. Topraklarımız da bu yönüyle kullanılsın isteriz.
Tabii, "Türkiye tarım ülkesidir." saptaması aynı zamanda bir gerçekliği de ifade ediyor, bu gerçeklik şu: Bir dönem bütün ürünlerimizin kendi kendimize yettiği, dışarıdan çok az tarımsal ürün ithal ettiğimiz dönemlerde hep şunu dile getirirlerdi politikacılar: "İşte, biz tarım ülkesiyiz. Kendi kendimize yeten ender ülkelerden birisiyiz. Bu yönüyle biz ülke olarak tarımın gelişmesine, tarımcılığın gelişmesine hizmet ediyoruz." Hep böyle derlerdi bu politikalar ama öte yandan, önemli bir çelişki, sanayileşen bir ülke, kentleşen bir ülke, sanayi ve kentleşme için tarım topraklarının bunlara açılması çelişkisi vardı. Eğer gerçekten tarım ülkesi olarak Türkiye varlığını sürdürecekse ya da tarımın önemini kavrayacaksa öncelikle tarımsal alanların, tarım topraklarının yağmacılıktan, sanayileşme adı altında sanayi kurumlarına peşkeş çekilmekten ve nihayetinde de kentleşme, kentsel dönüşüm adı altında rantiyeye tarım topraklarımızın verilmesini engellemek gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, tabii, nüfusumuz da gelişiyor. Geçmişte 40-50 milyon olan nüfus, bugün 74-75 milyona ulaşmış durumda. Bu nüfusun sağlıklı beslenmesi, bu nüfusun tarımsal ürünlerle ve özellikle tarımsal ürünlerle ihtiyaçlarının karşılanması hükûmetlerin temel görevlerinden birisidir. Bu da öncelikle toprağın korunması, tarım planlamalarının düzgün ve yerinde yapılması, yine, aynı zamanda, tarımsal üretim yapan, hayvancılık yapan kesimlerin, emekçilerin haklarının korunması ve elde ettiği ürünün de pazara ulaşıncaya kadar olan bölümünü sağlıklı bir biçimde denetlemesidir.
Şurası çok açıktır değerli arkadaşlar: Şu anda yaklaşık olarak 8 milyonun üzerindeki bir nüfus tarımsal alanda çalışıyor fakat bu nüfus çalışırken her türlü sağlık, sosyal haklardan da mahrum bir şekilde faaliyetini sürdürüyor.
Değerli arkadaşlar, tabii, tarım arazileri bizim için son derece önemli. Özellikle erozyonun yoğun olduğu, ormanların, ormancılığın yok edildiği bir ülkede toprağın korunması son derece önemlidir. Öyle "Ben bir karış toprağımı kaptırmam, bir çakıl taşımı kaptırmam." hamaset sözleriyle korunacak gibi değil. Erozyon son derece önemli bir sorun tarım topraklarının korunması açısından.
Bakın, son yıllarda özellikle tarım alanlarının daraltılması açısından 2,5 milyar hektar alan azalmıştır. Bunun birçok sebebi var. Sebeplerinden birisi, söylediğim gibi, sanayiye toprak ayrılması, sağlıksız kentleşmelere toprakların kaptırılması, nihayetinde orman ve tarım arazilerinin kısmen de erozyonla yok olmasıdır.
Değerli arkadaşlar, tarım sektörü maalesef en istikrarsız sektörlerden birisidir, korunmaya muhtaç en önemli sektörlerden birisidir. Türkiye tarımda kendi kendine yeten bir ülke durumundayken, şimdi dışarıdan hem tarımsal hem de hayvansal ürünler ithal eden ülke hâline gelmiştir.
2011 yılında tarım ürünlerinin ithalatı cumhuriyet tarihinin rekor seviyesine ulaşmıştır değerli arkadaşlar. Cumhuriyet döneminde en çok tarımsal ve hayvansal ithalatı 2011 yılında yapmıştır bu ülke. Tabii 2012'nin de bu rekoru aşacağı şimdiden gün gibi ortadadır.
Yine, değerli arkadaşlar, özellikle mısırda 8 milyon ton ithalatın karşılığında 1,5 milyar dolar ödenmiştir. Bu mısırın da GDO'lu olduğunu vurgulamakta fayda var değerli arkadaşlar.
Yine, pamukta ithalat söz konusu olmuştur. Yine, yağlı tohum ve türevlerinin ithalatında ciddi artışlar olmuştur. Bütün bunların GDO'lu olduğunu da vurgulamakta fayda var.
Değerli arkadaşlar, ithal ettiğimiz tarımsal ürünlerin içine bir yenisi daha eklenmiştir, o da saman. Daha önce biliyorsunuz anızların tarlada yakılması Türkiye'de çokça yaygın kullanılıyordu, hâlâ yaygın kullanılıyor. Ama artık çiftçi yakacak samanı da bulamıyor. Dolayısıyla, Türkiye, tarihinde belki ilk kez hayvan yemi olarak samanı ithal etmiştir.
Değerli arkadaşlar, tabii, Türkiye dünyanın en büyük 17'nci ekonomisi olduğu için övünüyoruz. Ama öte yandan da bu 17'nci büyük ekonomi olmasına ciddi katkısı olan tarımsal sektörün de neredeyse sahipsiz kaldığı ve tarımsal sektör alanındaki bu sorunların nasıl çözümsüz kaldığının hep birlikte tanığıyız.
Birkaç rakam vermek istiyorum değerli arkadaşlar. 2000 yılında tarımdan geçimini sağlayan çiftçi sayısı 7,8 milyon iken, 2010 yılında bu 6,1 milyona inmiştir. Tabii, bir yanıyla belki kentleşmeyi, köyden kente göçü sebep gösterebiliriz ama asıl temel sorun, tarımsal üretimin, tarımsal alanların daralması ve geçim derdine düşen insanlarımızın artık üretimden kopması, çiftçilik yapamaz hâle gelmesidir.
Yine, değerli arkadaşlar, 2000 yılında tarımın istihdamdaki payı yüzde 36 iken, 2012'de yüzde 25,5'e inmiştir. Bu düşüşü de belki sanayideki ilerlememiz ya da ekonomik büyüme olarak gösterebilirsiniz ama değerli arkadaşlar, bu düşüşün önemli bir anlamı, tarımsal alanları daraltmak yöntemiyle sanayiye ucuz ve sendikal haklardan yoksun, sigortalardan yoksun iş gücü yaratmaktır. Bu da bu yönüyle de dikkate değerdir.
Yine, değerli arkadaşlar, kırsal kesimde yaşayan insanlarımızı, çiftçiyi, köylüyü metropollerde ucuz iş gücü hâline getirmek için oluşturulmuş politikalar olarak biz görüyoruz. Tarımsal üretimi bugün büyük şirketlerin tekeline bırakma eğilimi çokça yüksektir. Özellikle GAP bölgesinde Atatürk Barajı'yla sulanabilir alanların büyük şirketlere, uluslararası şirketlere, plantasyonlara peşkeş çekildiğini hepimiz biliyoruz.
Yine, değerli arkadaşlar, özellikle en önemli tarımsal ürünlerden biri olan şeker pancarı ile ilgili küçük bir rakam vermek istiyorum. Şeker pancarında 22 milyon ton olan üretim 16 milyon tona düşmüştür. Bu da özellikle şeker pancarı tarımı yapan çiftçilerin bu üretim dalından kopması, ya toprakları hâline bırakması ya da göç edip kente, ekmek peşinde koşmaya gidiyor.
Değerli arkadaşlar, özellikle bölgede, Muş, Ağrı, Bingöl, Bitlis'deki üreticiler, şeker pancarı üreticileri son derece zor şartlarda yaptıkları üretimin kilosunu 152 kuruştan satmaktadır. Şeker pancarının kilosu 152 kuruştur. Mazot ve gübre fiyatlarının ne kadar yüksek olduğunu hepiniz biliyorsunuz. Özellikle 2002 yılında Türkiye'de buğday 30 kuruştu, mazot 1 liraydı değerli arkadaşlar. 3,5 kilo buğday satan bir üretici 1 litre mazot alabiliyordu o gün. Bugün ise mazot 4 lira, buğday 60 kuruştur. 1 litre mazot alabilmek için 7 kilogram buğday satmak zorundadır üreticim. Değerli arkadaşlar, bu yanıyla da AKP Hükûmeti tarım ve hayvancılık politikalarıyla çiftçiyi âdeta tüccara teslim etmiştir.
Bugün, üretici fiyatları ile market fiyatları arasındaki fark yüzde 400'lere ulaşmıştır. Bu, gerçekten insafsızlıktır. Yani üreticinin, çiftçinin ürettiği tarımsal ya da hayvansal bir ürün pazara, bizlere, tüketicilere ulaşıncaya kadar neredeyse 400 kat bir artışa sebep olmaktadır. Bu da, aradaki rantiyenin, çıkarın ne kadar büyük olduğunu ve aslında AKP'nin bu alandaki politikalarının bu rantçılara nasıl hizmet ettiğinin en önemli kanıtıdır.
Birkaç rakam vermek istiyorum ürün grupları itibarıyla: Bu oran yaş sebze ve meyvede yüzde 498'dir, kurutulmuş ürünlerde yüzde 286'dır, baklagillerde yüzde 252'dir, pirinçte yüzde 199'dur ve hayvansal ürünlerdeyse arkadaşlar, yüzde 206'dır. Yani çiftçimizin, el emeği, göz nuru, alın teriyle ürettiği ürünü biz pazarda tüketirken 300 kata, 400 kata, hatta 500 kata varan büyük farklarla tüketiyoruz.
Değerli arkadaşlar, tarım reformu ya da toprak reformu kapsamında ciddi adımlar atılmamış, çiftçimiz kaderiyle baş başa bırakılmıştır. Yine, birkaç rakam vermekte fayda var. Otuz yıllık hayvancılık politikasının geldiği noktada, 1980'lerde 16,5 milyon olan büyükbaş hayvan sayısı bugünlerde -yani bu yıl- 10 milyona düşmüştür değerli arkadaşlarım; 50 milyon olan koyun sayısı, küçükbaş hayvan sayısı ise 25 milyona inmiştir.
Yine, Türkiye'nin nüfusu da artmıştır elbette ki. 44 milyondan 74 milyona çıkan Türkiye'nin nüfusu? Elbette ki bir taraftan nüfus yükselirken, bir taraftan tarımsal üretim düşerken tabii ki Türkiye'yi dışarıya bağımlı hâle kılacaksınız, tabii ki Türkiye'nin eti, sütü ve diğer tarımsal ürünlerini ithal etmek zorunda kalacaksınız.
Değerli arkadaşlar, tarım ülkesi olarak övünen Türkiye, maalesef, halkımızın et ihtiyacının büyük bir kısmını Amerika'dan, Avustralya'dan, hatta Şili'den temin etmek zorunda kalmıştır.
Yine, değerli arkadaşlar, özellikle halkımızın kırmızı et tüketiminde önemli bir yer alan angusların getirtilmesi ve bu etin piyasaya sürülmesi son derece dikkate değer bir durumdur.
Değerli arkadaşlar, çiftçi artık geçinemediği için süt hayvanlarını, süt veren hayvanları kesimhanelere göndermeye başlamıştır.
Yine, değerli arkadaşlar, yaş sebze ve meyve konusunda da çok ciddi sorunlar vardır. Bunun büyük bir kısmını da ülkemizin dışarıdan ithal ettiğini vurgulamakta fayda var.
Bölgedeki hayvancılığın özellikle güvenlik gerekçeleriyle, yine, özellikle büyük hayvancılık potansiyeline sahip olan Van, Hakkâri, Şırnak, Ağrı, Kars gibi illerimizde hayvancılık sektörüyle uğraşan çiftçilerimizin ciddi biçimde mağduriyetler yaşadığı ve bu mağduriyetlerinin günbegün arttığı da hepimizin bilgisi dairesi içerisindedir.
Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; tabii, bu, tarım ve hayvancılık alanındaki giderek bu alanı daraltan, yok eden, Türkiye'yi dışa bağımlı hâle getiren politikalar diğer alanlarda da kendisini gösteriyor. Özellikle son bir haftalık bir süre içerisinde Sayın Başbakanın idamı yeniden gündemine alması, idamı Türkiye'de tartışıyor olması hem kapısında beklediğimiz, üyesi olmak istediğimiz Avrupa Birliği açısından hem kurucusu olduğumuz Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletlerin ilkeleri açısından, uluslararası sözleşmeler açısından son derece talihsiz açıklamalar olmuştur. Esasında bu konuda Hükûmetin yaklaşımını, Sayın Başbakanın yaklaşımını hem Türkiye kamuoyu hem uluslararası kamuoyu esefle karşılamaktadır. İdamın getirilmesi Türkiye'de sorunları çözmez, idamın getirilmesi Türkiye'yi geri götürür. Eğer AKP ve Sayın Başbakan Türkiye'yi Orta Çağ karanlığına götürmek istiyorsa kuşkusuz karşısında bizi, Türkiye'nin demokrasi güçlerini görecektir.
Yine, değerli arkadaşlar, özellikle Sayın Başbakanca bugünkü grup toplantısında son derece talihsiz açıklamalar yapılmıştır. Hem partimizin hem cezaevinde açlık grevini yürüten yüzlerce arkadaşımızın ve hem de açlık grevi için ölüme yatan insanların kalbini, insanların bu eylemini son derece incitici, son derece nefret söylemi içinde dile getirmiştir. Sayın Başbakanın sorumluluğu bu değildir, Sayın Başbakanın sorumluluğu bu ölümleri durdurması, bu sorunlara çare bulmasıdır. Biz her zaman ve her platformda parti olarak, BDP olarak sorunların çözümü için değil elimizi, gövdemizi de taşın altına koymaya hazır olduğumuzu defalarca dile getirdik. Cezaevlerindeki açlık grevlerinin de demokratik haklarının, meşru haklarının ve taleplerinin karşılanmasıyla sona ereceğini her zaman, her platformda dile getirdik. Ancak kapıyı kapatan, bu konudaki çözümsüzlüğü dayatan, insan hayatıyla oynayan Sayın Başbakandır.
Bu kürsüden bir kez daha, bir milletvekili olarak Sayın Başbakana çağrıda bulunuyorum: Bu ölümleri durdurmak sizin elinizde, bu açlık grevini sonlandırmak sizin elinizdedir. İmralı'da sürdürdüğünüz tecrit yasa dışı bir tecrittir, hukuk dışı bir tecrittir, insanlık dışı bir tecrittir. Sizin açlık grevlerine ilişkin meşru talepleri, haklı talepleri, yasal talepleri görmezlikten gelmeniz tam bir sorumsuzluk örneğidir. Sayın Başbakan, sizi ve Hükûmetinizi bir kez daha sorumluluğa davet ediyoruz, bir kez daha çözüme davet ediyoruz. Partimiz çözüm için atacağınız her adımı olumlu karşılayacaktır, değer verecektir, önem verecektir.
Bu duygularla Sayın Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum, teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Gür.