GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ GRUBU ADINA GRUP BAŞKANVEKİLLERİ İZMİR MİLLETVEKİLİ OKTAY VURAL VE MERSİN MİLLETVEKİLİ MEHMET ŞANDIR?IN; TERÖR VE BÖLÜCÜ TERÖR ÖRGÜTÜ İLE İLGİLİ YAPTIĞI AÇIKLAMALARLA TERÖRLE MÜCADELE EDEN GÜVENLİK GÜÇLERİNİN MORALİNİ VE AZMİNİ ZAYIFLATTIĞI İDDİASIYLA BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ HAKKINDA GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGENİN ÖN GÖRÜŞMELERİ
Yasama Yılı:3
Birleşim:23
Tarih:13.11.2012

CHP GRUBU ADINA AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün bir kere daha anladım ki, 24'üncü Dönem milletvekilliği başlangıcında AKP'nin yaptığı en doğru işlerden biri, kendisi adına Millet Meclisi yayınlarına sansür getirmekmiş. Bu akşam, Türk milletinin bilmesi gerekenleri bu sansür altında konuşuyoruz. Saat 19.00'dan itibaren yayınlar kesildi ve siz burada hâlâ demokrasiyi, ileri demokrasiyi getireceğiz diye birtakım palavralarla siyaset yapmaya çalışıyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, topraklarımız kanıyor, bağlarımız gevşiyor, ayrışıyoruz. Bayramlarımızı bile artık ağız tadıyla kutlayamıyoruz. Anma günlerimizi bile vakarla yaşayamıyoruz. Henüz geride bıraktığımız 10 Kasımı hatırlayalım. Türk milleti aziz Atatürk'e saygısını göstermek için seferber olmuştu ki helikopterimizin düştüğünü ve 17 şehit verdiğimizi öğrendik. Milletçe kalplerimize derin bir acı çöktü. Ancak bu arada acımızı artıran bir şey daha oldu. Siirt Valisi, sanki olay yerindeymiş gibi, helikopterimizin, kesinlikle kötü hava koşulları yüzünden düştüğünü söyledi. Belli ki PKK düşürmedi, içimiz rahat olsun mesajı vermek istiyordu.

Değerli milletvekilleri, bu noktada dikkatinizi çekmek isterim. Hükûmet yetkilileri, son zamanlarda, bu tür olayları anında "kaza" olarak nitelemeyi alışkanlık hâline getirdi. Mesela, Veysel Eroğlu da alelacele, Afyon'daki cephanelik patlamasının sabotaj değil kaza olduğunu ilan etmişti. Bunu neden yaptığınızı biliyorum: Başbakanın akan kanlardaki sorumluluğunu gizlemeye çalışıyorsunuz.

Değerli milletvekilleri, gerçekler maalesef çok acı. İçimiz kan ağlıyor. Her şehit, dağlarda etnik siyasetin ölüm makineleri hâline getirilen her kurban bizim ortak geleceğimizi parçalıyor ama AKP Hükûmeti, yıllardır olmayanı başardı, nefret ve intikamı dağlardan ovalara indirdi.

Girin gazetelerin arşivlerine, bakın, 1999 Şubatıyla 2002 Kasım ayı arasındaki haber ve yorumları inceleyin. O dönemde PKK yenilmişti, Kürt vatandaşlarımızın iradeleri terör örgütünün ipoteğinden kurtulmak üzereydi, demokrasimizi geliştirmemiz için uygun şartları nihayet tesis etmiştik ancak AKP Hükûmeti ve Başbakan yıllarca harekete geçmedi. Sonra, içi boş bir Kürt açılımı ortaya atıldı, sürekli ayrılıklara vurgu yapan bir siyaset yapıldı.

Şimdi, Sayın Başbakan âciz, ne yapacağını bilemez durumda bir oradan bir oraya savrulup duruyor. Kürt açılımı, kardeşlik projesinden, şimdi, idam projesine geldi. Hâlbuki, idam cezasının kaldırılmasını sağlayan anayasal değişiklik, Türk Silahlı Kuvvetlerinin terör karşısında kazandığı zaferin beratıydı.

Değerli milletvekilleri, sonuç olarak, AKP, 2002 Kasımında, ekonomisi sağlam, terörün neredeyse sıfırlandığı bir Türkiye devralmıştır; hiç kimsenin inkâr edemeyeceği gerçek budur. Hâl böyleyken, ne oldu da 1990'ların ortalarındaki karanlık günlere Türkiye geri döndü? Terör örgütü şımartılırken, bu güvenlik güçleri nasıl oldu da bir şamaroğlanı hâline getirildi?

Arkadaşlar, şimdi size ibret verici bir örnek vermek istiyorum: Bakın, Sayın Bülent Arınç bundan üç yıl önce ne demiş? "PKK'lıların dağdan inmek için pişman olduklarını söylemelerine gerek yok." Niye yokmuş peki? Aksi hâlde PKK'lıların gururları zedelenirmiş. Bravo Sayın Arınç, sizi kutluyorum. Ne kadar hassas, ne kadar duygulusunuz, bir de ağlasanız rolünüz tamamlanmış olacak. Ama ya güvenlik güçlerinin, gazilerin, şehit ailelerinin gururları ne olacak? Bir devlet adamı böyle konuşur mu? O zaman sormamız gerekir, PKK'lıların gururunu gözeten hassasiyetiniz ruh yakınlığınızdan mı kaynaklanıyor? Doğrusu, Sayın Arınç, size ilk notu Manisalılar verdi. Başbakan baktı ki zaten olmayacak, siz de kapağı Bursa'ya attınız.

Değerli milletvekilleri, benim benzetmem değil, halkın taktığı bir isim, Sayın Bakana "ağlamadan sorumlu Devlet Bakanı" diyorlar. Sayın Arınç herhâlde bu tanıma takmış olmalı ki "Gözyaşlarının olması insanı insan yapar." diyor. Gözyaşlarından mahrum bir insana, onun kalpsizliğine, vicdansızlığına, hayattan kopuşuna, edepsizliğine acıdığını söylüyor. İyi, güzel sözler de keşke Sayın Bakan, siz bu tanımlamalara uysaydınız. Şimdi itiraz edecekler, bana "Bırak niyet okuyuculuğunu." diyecekler. Keşke öyle olsaydı. Fakat, bütün bu gözyaşları, vicdan, insanlık edebiyatı maalesef ucuz ve basit bir siyasi propaganda numarasından başka hiçbir şey değil. Öyle olmasaydı, Sayın Arınç, yetmiş yaşındaki Manisalı çiftçiyi azarlayıp milyonların önünde aşağılar mıydınız?

Sayın Bakan, insanımızın halisane duygularını politik hedeflerinizi maskelemek için kullanıyorsunuz. Bunda da başarılı oluyorsunuz. Pranga vurduğunuz medya gücünüz olmasaydı, Türk milleti kendileriyle oyun oynadığınızı çoktan fark ederdi. Bu millet bu konuda tecrübeli değil çünkü böyle birisini ilk defa tecrübe ediyor. Gözyaşlarının, "vicdan", "mağduriyet" edebiyatının takiye aracı olduğuna Türk milleti ilk defa şahitlik ediyor.

Arkadaşlar, 12 Eylül 2010 referandumu öncesini hatırlayın. Yargı üzerinden devletin ele geçirilmesi için yapılan bu halk oylaması, 12 Eylül darbesinin tam 30'uncu yıl dönümüne denk getirilmişti. 12 Eylül ile devrimci ve ülkücü mağdurların üzerinden 12 Eylül üzerine bir hesaplaşmaya dönüştürülmüştü.

Başbakan, 20 Temmuzdaki AKP grup toplantısında, 12 Eylül darbecilerinin darağacına yolladığı 2 genç insanın, ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu ile devrimci Erdal Eren'in son mektuplarını okumuştu. Pehlivanoğlu'nun mektubunu okurken -Radikal gazetesinin yazdığına göre- hıçkırıklara boğulmuştu. Böylece, öfke gibi, ağlama, hıçkırma, gözyaşının da Goebbelsvari bir propaganda sanatı olduğunu bize öğretmişti.

Şimdi aynı Başbakan bugün kalkmış, AB uyumu çerçevesinde tümünü kendisinin kaldırdığı idam cezasının geri getirilmesinden söz ediyor, buna gerekçe olarak da Apo'nun asılamamasını öne sürüyor.

Burada Türk milletine sesleniyorum, duyabilirlerse eğer: 12 Eylül referandumunun üzerinden tam iki yıl geçti. Bunlar, bırakın Evren'i yargılamayı, daha mahkemeye götüremediler, mahkemeye!

Söz verdiklerinde de hukuken yargılamayacaklarını biliyorlardı. Türk milletine yalan söylediler. "Söylemedik." diyorlarsa, yargılayıp ceza vermezlerse namerttirler.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Ceza alınca görürsün.

AYTUN ÇIRAY (Devamla) - Şimdi buradan tarihe not düşüyorum: Başbakanın "Görüşürüm." dediği Apo'yu, asacakları sözü de doğru değildir. Bu slogan, AKP anayasasının propaganda malzemesi olarak kullanılmak üzere ortaya atılmıştır.

Değerli milletvekilleri, biliyorsunuz, uzun süredir partiler arası Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışıyor. Nasıl bir anayasa üzerinde çalışıyor? Parlamenter sisteme dayalı bir anayasa sistemi üzerinde çalışıyor. Tam çalışmaların ortasında, AKP, gündeme başkanlık sistemi anayasasını getiriyor. Yani oyunbozanlık ediyor. Bu teklif, Başbakanın Uzlaşma Komisyonunu, bu Komisyona katkı veren aydınları, Meclis Başkanı Sayın Çiçek'i ve milletimizi saygısızca oyaladığının delilidir. Buradan ilan ediyorum, bu teklifiyle, AKP, uzlaşmaz, dayatmacı bir siyasi parti olduğunu bir kez daha tescil etmiştir. AKP'ye ilan ediyorum tekrar, AKP oyunbozan bir anayasa kaçkınıdır. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Başbakanın hesabı başkadır. O, eline tutuşturulan, içinde kurucularımızın ve kurucu değerlerimizin olmadığı, otoriter bir anayasa yapma peşindedir. Bir önceki referandumda 12 Eylül darbesini kullanmıştı, şimdi de kendi tırmandırdığı terörden canı yanan vatandaşımızı "Evet" oyu vermeye ikna etmek için idam cezasını kullanmayı düşünüyor. Tam bir "Cambaza bak, cambaza" oyunu bu. Çünkü sıra "Türk modeli başkanlık" adı altında zorbalıkta tek adam hedefine ulaşacak bir anayasa yapmaya geldi.

ALİM IŞIK (Kütahya) - Ana dilde eğitim hakkını da getiriyorlar.

AYTUN ÇIRAY (Devamla) - Yarın yeni anayasa kampanyasını başlattığında, duran kanı yeniden akıtmaya başlayan, Oslo'da kirli pazarlıklar yapan, federasyon kanununu çıkaran, "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir." diyen, gazilerimizi açlık grevine mahkûm eden kendisi değilmiş gibi çıkıp AKP kürsüsünden şehit mektupları okunursa şaşırmayınız. Tabii, fonda Sayın Arınç'ın da hıçkıra hıçkıra ağladığını göreceğiz.

Değerli arkadaşlar, yeter ki idam cezasına onay verecek acılı yürekler üzerinden başkanlık referandumunda "Evet"in önü açılsın. Bütün siyaset bu. Sayın vekiller, bu, takiyenin daniskasıdır. Bakın, Sayın Arınç, 7 Eylül 2010 tarihinde, teröristle pazarlık yaptıkları iddialarına çok sert tepki göstermişti. "Bizim hayatımız her şeyiyle ortada" demiş ve eklemişti: "Biz, terörist örgütle pazarlık yapacak kadar namussuz ve şerefsizlerden değiliz." demişti. Aynı lafın benzerini Başbakan etmişti ama işte, Sayın Bakan, Sayın Kılıçdaroğlu yalanlarınızı ortaya çıkarttı, tükürdüklerinizi yalattı. (CHP sıralarından alkışlar)

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) - Kendi grubun bile inanmıyor sana!

AYTUN ÇIRAY (Devamla) - Oslo görüşmelerini artık biliyor, ister inanın ister inanmayın. Okuma yazmanız yoksa söyleyecek bir lafım yok. Delik kapta su durmaz ya, Sayın Arınç, Oslo görüşmelerini meşrulaştırmak için 12 Eylül 2010 tarihinde ağzından kaçırıverdi. Dinimize göre, tarafların arasını bulmak için yalan söylemek caizmiş! Doğru mu? Doğru. Doğru da, taraflar kim? Biri vatana ihanet eden PKK, diğeri Başbakanın özel temsilcisi. Tarafların arasını bulmak isteyen kim? İngiliz. Bu durumda yalan söylemek ara bulucuya caizse, size ne düşüyor Sayın Bakan? Ya, ne diyeyim, beyefendiler din adına ne yaparsa caiz; yağmur yağarsa onlardan, sel basarsa Cumhuriyet Halk Partisinden. Beyefendiler, ikiyüzlü, kirli hesapları ve iş birliklerini ortaya serenler Silivrilik değil mi şu anda?

Aslında, bazen "Allah'ım, yeter." diye haykırmak istiyorum, "Gönderdiğin son din bu kadar istismar edilemez."

Değerli arkadaşlar, ben söylemiyorum, belgeler konuşuyor. Hangi suçun isnat edildiğini bilmeden tam yirmi iki ay Silivri'de tutulan Türk Metal-İş Sendikası Başkanı Mustafa Özbek'i siz nasıl tehdit ettiniz Sayın Bakan? Soruyorum size, Özbek'e "Kabadayılık yapma, konuşursan içeri girersin." diyen kim? Peki, Deniz Feneri davasında salıverilen 3 kişinin tahliyesini nasıl karşılamıştınız? Bunları tahliye eden hâkimlerin verdikleri karar başkalarına örnek olmalıymış, öyle demediniz mi? Siz Sayın Bakan, Türk siyasi tarihine, sahte vicdan, yapmacık gözyaşlarının adamı olarak mı geçmek istiyorsunuz?

YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Çok ayıp ya!

AYTUN ÇIRAY (Devamla) - Türkiye'nin terörle mücadelesinde TSK'ya çok zarar verdiniz, çok. Mesela, üç yıl önce Türk Silahlı Kuvvetleri içinde bir grubun size suikast tezgâhladığı iddia edilmişti hani. Tam akşam haberleri saatinde bütün televizyonlar seferber olmuştu . Türk Silahlı Kuvvetlerinin en gizli belgelerinin saklandığı kozmik odalara girilmişti. Milletvekilimiz Sayın Ali Rıza Köktürk sormuştu: "Bu operasyonların sonucu ne oldu?" Sizin Manisa'da olduğunuzu bile bilmeden sizi gözetleyen acemi suikastçılara hangi işlem yapıldı? O günlerde kıs kıs gülerek Silahlı Kuvvetlerle alay ediyordunuz. Sadece bu iftira Silahlı Kuvvetlere ne kadar zarar verdi acaba, bilanço çıkardınız mı?

Sayın Bakan, sizin bir dediğiniz bir dediğinizle tutmuyor ama mesele değil. "Nasılsa medyayı biat ettirdik; neyin gerçek, neyin doğru olduğunu dikte ettirme tekeli bizde." diye düşünüyorsunuz, burayı sansür ettiğiniz gibi. Mesela, bu generallerle savaşa girmediğimiz için Allah'a şükrettiniz, Şubat 2010 başlarıydı; dışarıdan subay ithal etmediğinize göre, şimdi ne değişti ki silahlı kuvvetleri Suriye'ye tetikçi olarak sokmak istiyorsunuz?

Geçen yıl MİT bütçesi görüşülürken siz oradaydınız, bir soru sordum. Daha sonra zamanlamadan ötürü orada olamadığım için benim olmadığımı bahane ederek cevap vermemişsiniz. Şimdi tekrar soruyorum: Oslo'da PKK-AKP Hükûmeti pazarlığında, üzerinde anlaşmaya varılan yüzde 95 neydi? Hangi yüzde 5, sizin anladığınız tarzda bir barıştan Türk milletini mahrum etti? Çıkın bunu erkekçe Türk milletine açıklayın ki anlaşamadığımız yüzde 5 yüzünden verdiğimiz şehitlerin telef olup olmadığını anlayalım.

Bunun yanı sıra, terörle mücadelede de son üç yılda, otuz yıldır verilen mücadeleden elli kat başarılı olduğunu iddia ettiniz. Sayın Arınç, ya siz hayalinizdeki bir federal ülkede Başbakan Yardımcısısınız ya da ben paralel bir ülkede İzmir Milletvekiliyim, paralel bir evrende. Siz hâla kimi kandırmaya çalışıyorsunuz? Kimsiniz, nesiniz, soyunuz, kökeniniz ne, bilmem, ilgilenmem, ırkçı değilim, bir şey değilim, İnternet yakıştırmalarına da hiç aldırmam ama gerçekleri göz göre göre ters yüz etmenize artık tahammül edemiyorum. Medyanın özgür kalacağı günler inşallah uzak değil. Kazanılan terörle mücadeleyi kimler, hangi niyetlerle bozuk para gibi harcamış, bir gün gelecek ortaya çıkacak, Allah'ın izniyle her şey aydınlanacak. Foyaları tek tek meydana çıkarmazsak biz de namerdiz.

Diyarbakır Emniyet Müdürü "Dağda ölen teröriste ağlamıyorsanız, insan değilsiniz. Önce vatan değil, önce insan." der demez, bu görüşleri çok değerli bulduğunuzu açıklamanız bana göre ne insani ne tesadüfiydi. Bu açıklamanıza Sayın Başbakanın tepki göstermesi de öyleydi, ne tesadüfi ne insani. Karşılıklı açıklamalarınız karşısında bazılarının kafası karışmış olabilir, oysa gerçekte kafa karıştıracak hiçbir şey yok, bunlar AKP'nin kurgu siyasetinin gereğidir. İyi polis-kötü polisi oynuyorsunuz, Türk milletini yeni Türkiye Cumhuriyeti'ne alıştırmak için rol paylaşımına girmişsiniz. Burada ilk mesaj sizin tarafınızdan PKK temsilcilerine verildi: "Bakın, Oslo'da verdiğimiz sözlerden birini daha tuttuk. Diyarbakır'da tam gönlünüzdeki atamayı yaptık." demek istediniz. Başbakanın ters çıkışı ise Kayseri, Konya, Yozgat, Kırşehir seçmeninin tepkilerini önlemek için yapılmış bir çıkıştı. Bu oyunlarınız için sizi ayıplıyorum, insanımızı kandırdığınız için de ayrıca ayıplıyorum.

SIRRI SAKIK (Muş) - Peki, sizin çözüm modeliniz yok mu, çözüm öneriniz?

ALTAN TAN (Diyarbakır) - Siz ne diyorsunuz, CHP ne diyor?

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) - Üniter devlet diyoruz, üniter devlet.

AYTUN ÇIRAY (Devamla) - Şimdi de vicdanları Şemdin Sakık'ın tanıklığıyla kanatıyorsunuz. İnanın güneş batıdan doğsa daha az dehşete kapılırdım. Gazeteciler, bilim adamları, subaylar sanık; Şemdin Sakık tanık. Ellerinde 33 silahsız erimizin kanı olan bir caniden söz ediyorum, silahsız?

ALTAN TAN (Diyarbakır) - Çözümünüz ne, çözümünüz?

AYTUN ÇIRAY (Devamla) - 33 şehidimizin aziz ruhlarını muazzep ettiniz, hiç mi rahatsızlık duymuyorsunuz? Şimdi de andıççı oldunuz, Şemdin Sakık'a andıç yaptırıyorsunuz. Darbe ne zaman Sayın Bakan?

Değerli arkadaşlar, sonuç olarak bütün bu yaşadıklarımız intikamcı, nefret ve kin duygularıyla yüklü zihinlerin tezahürüdür. Recep Tayyip Erdoğan'ın tam on yıldır aralıksız Apo'dan dahi bir bölücü dil kullanmasının, her ağzını açışta Türk milletini oluşturan unsurları âdeta açık artırmaya çıkarmasının nedeni de budur. Bu nedenle, PKK, AKP'den daha iyi bir siyasi partner bulamaz. Hiçbir insanın kabul edemeyeceği ölüm oruçları bile, Türk toplumunu ana dilde eğitime kabule hazırlamak, huzur için ne verilirse verilsin noktasına getirmek için verilen talimatlı bir cinayet teşebbüsüdür. Bu oruçlar, AKP-BDP kayıkçı kavgasının sonucudur.

HASİP KAPLAN (Şırnak) - Bu sizin görüşünüzse yandınız vallahi.

AYTUN ÇIRAY (Devamla) - BDP, AKP'nin mütemmim cüzüdür.

ALTAN TAN (Diyarbakır) - Vah sana, vah, vah!

AYTUN ÇIRAY (Devamla) - Bu tespitlerimizin en büyük kanıtı, TSK'dan esirgediği şefkati Sayın Bakan PKK'ya tahsis etmiştir.

PERVİN BULDAN (Iğdır) - Doktor vekiliniz böyle konuşmamıştı.

AYTUN ÇIRAY (Devamla) - Değerli arkadaşlar, sonuç olarak, AKP'nin değerli milletvekilleri, aynı oyunları sizin fark ettiğinize eminim. Tutumunuzu tekrar gözden geçirmeniz, unutulmaması gerekeni unutmamamız için gelin hep birlikte tekrarlayalım: "Allah'tan başka ilah yoktur, Hazreti Muhammed onun peygamberidir."

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) - Bu ne yahu, nerede yaşıyorsun sen?

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Çıray.