| Konu: | BDP GRUBU ÖNERİSİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 25 |
| Tarih: | 15.11.2012 |
HASİP KAPLAN (Şırnak) - Değerli milletvekilleri, ana dilde eğitim ve dünyada kimlik politikalarının gündemi 20'nci yüzyılın ikinci yarısından itibaren, İkinci Dünya Savaşı sonrası insan haklarının gelişimiyle 21'inci yüzyılda çok daha farklı bir noktaya gelmiş ve Türkiye'de de buna paralel olarak birtakım değişimlerin yaşandığını biliyoruz.
Bu araştırma önergemiz, Türkiye'de özellikle otuz yıldır yaşanan çatışma süreci açısından Meclisin ciddi bir araştırma yaparak ana dilde eğitim, kimlik problemleri konusunda çok kültürlü, çok dilli, ülkemizde cumhuriyetin kuruluş felsefesi sonrası birlikte yaşamanın hukukunu, eşitlik, özgürlük ve adalet temelinde bir netliğe kavuşturmak için böyle bir araştırmanın yararlı olduğuna inanıyoruz.
Şunu ifade etmek istiyorum, bugün açlık grevlerinin altmış beşinci günü. Taleplerden birisi de, ana dilde eğitim ve ana dilde savunma hakkı. Bu hak uğruna yapılan mücadeleler yakın tarihimizde 12 Eylül darbesinin askerî yönetimlerinin, askerî mahkemelerinin, sıkıyönetimlerin, askerî cezaevlerinin o günün koşullarında Anayasa ve yasalarla yasaklanan dilin -2932 sayılı Yasa'yla- ve o koşullarda, o zorba dönemlerde dahi yiğit insanların cezaevlerinde, sıkıyönetim mahkemelerinde Kürtçe savunma yaparak -Sayın Maraşlı'nın, Sayın Zana'nın, Sayın Aydın'ın, yakın tarihimizde birçok kişinin- mücadele ettiğini biliyoruz. Tabii ki bu yasaklar kalktı, 87'de bu dil yasağı kalktı, 91 Yasası'yla bu konuda bir adım atıldı ama özellikle 2000'li yıllarda ana dil yasağının Anayasa'dan çıkarılması önemli bir aşamadır. AK PARTİ öncesi, koalisyonlar döneminde dil yasaklarının kaldırıldığı bu madde biraz Avrupa Birliği sürecinin ruhuyla beraber çok anlamlı bir gelişmeyle günümüze doğru merhale merhale geliyor.
Burada şunu ifade etmek istiyoruz: Kolay değil. Bu konudaki mücadelelerde, 2001 yıllarında binlerce üniversite öğrencisi ana dilde eğitim hakkı için dilekçe verdiği için YÖK'e, rektörlüklere okuldan atıldılar, Terörle Mücadele Kanunu uyarınca yargılandılar, bedel ödediler, sonunda bütün bunlar haklı çıktılar ve bu yapılan soruşturmaların çağ dışı olduğu özellikle Avrupa Birliği uyum paketleriyle değiştirilerek?
Ve sonrası: RTÜK Yasası'nda değişiklik yapılarak 15 dakikalık ana dilde eğitim yayınları, daha sonrası -diğer diller de dâhil tabii buna- Kürtçenin farklı lehçelerinden Çerkezceye kadar, Boşnakçaya kadar, onun arkasından TRT 6'da yapılan yayınlar günümüzde üniversitelerde -kürdoloji olmamakla beraber Kürtçe eğitim- "konuşan diller" adı altında kurulan kürsüler de olsa atılan adımlar; yine, bugün gündemimize, eğitim sistemine seçmeli ders olarak Kürtçe dersi gelmesi gibi, bütün bu gelişmeler dikkate alındığında ülkemizin en ciddi sorunlarından birisinin ana dilde eğitim konusu, kimlik konuları, çok dillilik, çok kültürlülük? Yeni bir anayasa sürecinde bunların son derece önemli olduğu ortaya çıkıyor.
65'inci gününde açlık grevlerinin bu haklı taleplerden birisi olan savunma hakkının ana dilde yapılmasıyla ilgili bugün sabah İnsan Hakları Komisyonundaydık, orada görüşmeler başladı. İnsan Hakları Komisyonuna sunulan Hükûmet tasarısında savunma hakkının sadece iddianameden sonra mahkeme aşamasında yani son soruşturmada ve sınırlı olarak, üstelik de tercüman ücreti ödenerek getirilen taslağın ayrımcı olduğunu, dışlayıcı olduğunu, eşitliğe aykırı olduğunu söylüyoruz ve Meclisin duyarlı olması gerektiğini söylüyoruz çünkü bir kişi yakalandığı anda, polisin karşısına çıktığı anda ana dilinde savunmasını yapabilmeli. Ha bu Kürtçe olabilir, Arapça olabilir, Çerkezce olabilir, Alman'dır Almanca olabilir, Afrikalıdır kendi dilinde olabilir ama bu hak Anayasa'nın 90'ıncı maddesi, uluslararası sözleşmeler, bizim imzaladığımız, onayladığımız Birleşmiş Milletlerin iki sözleşmesi, Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, bütün bunların içinde adil yargılanmanın vazgeçilmez bir parçasıdır. Siz birisine, eğer kendi vatandaşınıza "Git, bilirkişi, tercüman tut, ücretini öde, kendini savun." derseniz bu en aşağılayıcı, en onur kırıcı, en haysiyet kırıcı bir yaklaşımdır, bu kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. Bu ülkede Türk olup da Türkçeyi doğru dürüst konuşamayan üçüncü nesil jenerasyon Almanya'dan gelip burada bir suçla yakalandığı zaman, Türkçeyi konuşamadığı zaman, Almanca tercüman gerektiğinde ona "Git paranı öde, Almanca tercümanını tut, kendi savunmanı yap." diyecek misiniz? Diyemiyorsanız bu ülkenin milyonlarca Kürt vatandaşına bunu söylemek sizce adil midir, doğru mudur, vicdani midir, eşitlikçi midir? Bunlar yanlış şeyler. Biz burada şunu söylüyoruz: Bir şey yapıyorsanız doğru dürüst yapın. Nasıl yapın? Soruşturmanın her aşamasında poliste, delilde, bilirkişide, iddianamede ve mahkemede "Savunma hakkı kutsaldır, savunma hakkı bölünemez.", bunu koyun. KCK'nin üç yıldır yargılamalarının kapatılmasının nedeni bu özel yetkili mahkemelerdir. Bu özel yetkili mahkemeler de siyasal karardır, ön yargıdır, ırkçılıktır, tekçiliktir, dışlayıcılıktır, burada adalet yoktur. Zaten hiçbir olağanüstü mahkemede adalet yoktur. Bakın 12 Eylülden öncesi darbe yargılamalarından, DGM'lerden bugüne gelin, bunların hiçbirisinde adalet bulamazsınız. O zaman olağanüstü yargıların tümden kaldırılması gerekiyor zaten. Normal bir yargılama sürecine girmemiz gerekiyor.
Şimdi, buradan bir nokta daha... Evet, bu ülkede sorunları Meclis çözemiyorsa, siyaset kurumu; biz konuşamıyorsak ve sorunlar kangrenleşiyorsa, gerilime dönüşüyorsa, eyleme dönüşüyorsa, demokratik tepkiye, demokratik tepkiler karşısında durmadan gaz atan bir Hükûmet ozon tabakasını deliyorsa ne olacak bu ülkenin hâli? Soruyoruz yani hakikaten ne olacak? Bakın asırlar öncesi, milattan önce Konfüçyüs'e sormuşlar, demişler ki: "Bir ülkeyi yönetmeye kalkarsanız, çağrılırsanız yapacağınız ilk iş nedir?" Konfüçyüs demiş ki: "Hiç kuşkusuz, dili gözden geçirmekle işe başlarım." diyor. Çünkü kendini anlatma aracıdır, düşünceyi ifade aracıdır, toplumu yönetme aracıdır. Siz? Dil düşüncenin ta kendisidir, edebiyattır, sanattır, şiirdir, hikâyedir, divandır. Bunların hepsidir, sinemadır, sanattır. Siz? Bu dilleri, ülkemizin zenginliklerini hiç kimse "Tek dil" diyerek yok sayamaz, bunları öldürmeye kalkamaz.
Bir ulusun dili onun ruhudur. Dil kültürün aynasıdır. Eğer dil geliştirilmemiş olsa, insan, insan olarak yaşayamazdı, dillerin sınırları dünyalarıdır. Bu kadar açık, kendi diline hayran, kendi diline kurban olanlar başkalarının diline de hayran ve kurban olmak zorundadır. İnsan olmanın gereği budur. Hiç kimse kendiliğinden bir dili suni olarak yaratmıyor, tarihin ışığından, binlerce yıldan, kültürden dönüşerek geliyor, dil öyle oluşuyor, dil öyle siparişle olmuyor, naylon bir siparişle olacak bir iş değil kültürler. On bin yılların süzgecinden geliyor, Mem ü Zin'i, Ahmedi Hani'yi, siz Fakiye Teyran'ı o dönemlere? Asırlar öncesini, onların yazdıkları divanları, medreseleri, gördükleri üniversite eğitimlerini siz hangi dönemlerde yaşandığını görmüyor musunuz? Görüyoruz. Görüyorsak o zaman bu ülke çok zengin bir ülkedir. Kültürümüze, renklerimize, seslerimize sahip çıkacağız. Bu araştırma önergesi bize bu fırsatı tanır, bunda kaybetmeyiz diyoruz.
Hepinize saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kaplan.