| Konu: | Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 96 |
| Tarih: | 08.05.2018 |
SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kanun Tasarısı'yla ilgili 16'ncı madde üzerine ben de söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
16'ncı madde yürürlük maddesi. Oldukça yoğun görüşmeler oldu. Biliyorum, sabrınız da taştı ancak Millî Eğitim Komisyonunun da bu dönem görüşeceğimiz son tasarısı.
Evet, eğitim alanı temel sorun alanlarımızdan bir tanesi. Maalesef, bu yasa tasarısı da ideolojik ve siyasi bir tartışmaya zemin hazırladı ve biz buna karşıyız. Biz, eğitimle ilgili bütün yasa tasarılarının ideolojik ve siyasi bir bakış açısıyla değil, akılla ve bilimle değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu temel ilkeyi bir kez daha vurgulama ihtiyacını ben de bir akademisyen olarak duyuyorum çünkü üniversiteler ve akademisyenler tepeden inme kararları sevmezler ve bütün bu kararlara itiraz ederler.
Üniversitelerin demokratik, özgür, çağdaş, bilimsel ve mali özerklik ölçülerine göre kendi kendilerini yönetebilmeleri gereken kurumlar olduğunu düşünüyoruz. Öngörüsüz, plansız, kısa vadeli ve tamamen ideolojik kaygılarla yapılan düzenlemeler nedeniyle yaklaşık iki haftadır üniversiteler üzerinde gereksiz bir tartışma sürecini yaşıyoruz. Geçen haftaki konuşmamda da bilim akademisinin bu yasa tasarısına ilişkin çok önemli tespitlerini sizlerle paylaşmıştım, konuşmaların birçoğu da bu tespitler üzerinde oldu açıkçası.
İşte bugün üniversiteler bu tasarıya karşı çıkıyorlar. Bir "Ben yaptım." anlayışı var maalesef ve üniversitelerin temel karşı duruşu da bu anlayış üzerine çünkü kendilerine danışılmadı, görüşleri alınmadı; tasarının yapılış şekliyle ilgili, bilimsel özerkliklerinin de ihlal edildiği ortadadır. Eğer bu konu üniversitelere bırakılsaydı ve kendi sorunlarını çözme kapasitesine sahip olduklarına güvenilseydi, inanın, ne kamuoyunda bu kadar bir tartışma olurdu ne de biz bu kadar çok mesai harcardık.
Bizler üniversitelerin kendi yapısal sorunlarına en iyi çözümü yine üniversitelerin kendilerinin üreteceğine inanıyoruz. Bu nedenle bu tasarının yapılış şekline baktığımızda, maalesef, iyi bir yönetişim süreci olmadığını, tüm paydaşların görüşlerinin ve endişelerinin dinlenmediğini görüyoruz. Böldüğünüz üniversiteler arasında yer alan, ülkemizin en eski, asırlık İstanbul Üniversitesinin bir kökü, bir geleneği ve bir kültürü var. Tasarının talimatını verenler işte bu asırlık geleneği maalesef yok saydılar. Geleneğine, köklerine, kültürüne, kurumuna sahip çıkmak isteyen üniversite yönetimleri, akademisyenler, öğrenciler tasarının geri çekilmesi için gece gündüz nöbet tutuyorlar ve barışçıl ve demokratik eylemlerle bu karşı duruşlarını ortaya koyuyorlar. Yapılan bu eylemlere hem çevre halkı hem de Türkiye'nin dört bir yanında -özellikle tıp fakültelerine baktığımız zaman- tedavi gören birçok hasta destek veriyorlar.
Değerli milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi kendisini muhafazakâr bir siyasi parti olarak tanımlıyordu. Ancak, baktığımız zaman, Adalet ve Kalkınma Partisini muhafazakâr bir parti olarak tanımlamak gerçekten mümkün değil çünkü kendisini her ne kadar muhafazakâr bir parti olarak sunsa da, işte, üniversiteleri bölen bu tasarıyla ülkenin en eski eğitim kurumunu bir oldubittiyle bölmesi, geleneklerini yok etmesi ve köklerinden koparması ortada.
Aynı zamanda, Adalet ve Kalkınma Partisinin politikalarına baktığımız zaman, başta İstanbul, Bursa gibi birçok şehrimiz olmak üzere, bunların tarihî kimliğini, mirasını yok ettiği gibi, işte, bugün üniversitelerin de bu köklü geleneklerini yok ettiğini görüyoruz.
İşte, devlet yönetiminde liyakatin çökertilmesi, şeffaflığın yerine kapalı kapılar arkasında kişisel, siyasi çıkar ve pazarlıkların olması, bağımsız, özerk kurumların tek elden kontrol edilmesi arzusunun neticesi olarak bu tasarıyla da biz karşı karşıya kaldık.
İşte, devlet yönetimindeki bu krizden çıkmanın yakın tarihindeki en önemli fırsatını 24 Haziran olarak görüyoruz. Öğrenciler, akademisyenler, vatandaşlarımız, işte, bu otoriterliğe karşı en güzel yanıtı 24 Haziranda sandığa giderek vereceklerdir ve nihayetinde millet, öğrenciler başta olmak üzere gençler, akademisyenler ve tüm halkımız demokratik olmayan, kurumları yok eden, milleti yok sayan bu zihniyete artık "Tamam." diyeceklerdir.
Ben de bu görüş ve duygularla yüce heyeti tekrar saygıyla selamlıyorum, sabrınız için de teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)