| Konu: | Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 9 |
| Tarih: | 24.07.2018 |
İMAM TAŞÇIER (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin 5'inci maddesiyle ilgili söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Bu kanun teklifiyle OHAL şeklen kaldırıldıktan sonra, aslında daimî OHAL dönemine geçiyoruz.
15 Temmuzdan bu yana ilan edilen OHAL'in iki yıllık uygulamaları finans çevrelerini rahatsız etti. Rahatsız olan finans çevreleri değişik platformlarda bunu dile getirdiler ama Sayın Erdoğan bunlara cevaben şunu söylemişti: "Zaten OHAL'lerde grev olmuyor, siz daha ne istiyorsunuz?" Fakat bu, yine, bu sefer global finans çevrelerini de rahatsız eden bir duruma geldi, o zaman da global finans çevrelerini bir şekilde mutlu etmek ya da onların bu tepkilerini dindirmek amacıyla bu oylayacağımız yasalar gündeme geldi yani kalıcı bir OHAL.
Neden finans çevreleri buna karşı çıkıyor? Çünkü finans çevreleri demokrasi olmayan, tek kişinin yönettiği ülkelerle sistemli ve diyaloglu bir şekilde çalışamıyorlar. Bundan dolayı da finans çevreleri OHAL ve sıkıyönetim benzeri yönetimlerden pek rahatsızdırlar.
Bu OHAL'lerle yönetilen Türkiye Cumhuriyeti'nin geçmişine bir baktığımız zaman, bilindiği gibi, 1921 Anayasası nispeten özgürlükçü, demokrat, hak ve özgürlükleri vadeden bir Anayasa idi. Ama 1924'te çıkan Anayasa'yla yeniden tekçi bir Anayasa'ya dönülmüş oldu. Ve bu Anayasa'nın sonrasında Takrir-i Sükûn Kanunu kabul edildi. Bu Takrir-i Sükûn Kanunu'nun gelişmesinden itibaren de istiklal mahkemeleri, bildiğiniz gibi, Türkiye'de uygulanmaya başlandı. Bu istiklal mahkemeleriyle Şeyh Sait ve 47 arkadaşı 1925'te idam edildi. Bununla kalınmayarak o günkü istiklal mahkemelerinin savcısı, Diyarbakır İstiklal Mahkemesinin Savcısı konumunda olan Ahmet Süreyya Bey anılarında şöyle diyor: "20-22 yaşlarında, Kürtçeden başka dil bilmediği için -ana dili Kürtçeden başka bir şey bilmediği için- bir genci idam ettik. Bu genci idam etmemizin tek nedeni bunun Kürt olmasından kaynaklı idi." Anılarında bunu yazmıştır.
1950'li yıllara kadarki süreçte ise o günkü yine OHAL ve benzeri tekçi rejimlerle Kürtler yerinden yurdundan söküldü, binlerce Kürt ailesi Trakya'ya, Çanakkale'ye, İç Anadolu'ya, Ege'ye sürgün edildi. Ve 1937-1938'de Dersim katliamı oldu. Sonrasında Koçgiri, bilindiği gibi, Ağrı ve Zilan Deresi katliamlarıyla karşı karşıya kalındı. Biliyoruz ki bu OHAL'ler her zaman Kürtlere ayrı uygulanır oldu.
1980 sonrasında yine aynı şekilde, bu OHAL ve sıkıyönetimler ağırlıklı olarak Kürtlere uygulandı. 90'lı yıllarda 17.500'ün üzerinde faili meçhul cinayet işlendi ve o günkü Kürt siyasetçi Sayın Vedat Aydın'ın ölümüyle başladı. Ama son döneme geldiğimiz zaman, şimdiki Hükûmet bu sözünü ettiğim süreçlerin hepsini eleştirerek iktidara geldikten sonra son üç yılda aynısını yine Kürtlere uygulamaya başladı. Üç yıl önce Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi onlarca kameranın önünde gün ortasında öldürüldü, hâlen faili belli değil, hâlen faili yakalanmadı. O günden bu yana da onlarca siyasetçi hapishanelerde rehin tutuluyor Genel Başkanımız Sayın Selahattin Demirtaş başta olmak üzere.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.