| Konu: | Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 9 |
| Tarih: | 24.07.2018 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA YAVUZ AĞIRALİOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün bir kere daha müşahede ettik ki aslında bu kabil görüşmelerin yapılması sürecine hem komisyonlarda hem de Meclis Genel Kurulunda hasıl olacak teklifler ve tenkitler üzerinden bir fayda yok. "Biz buradan hatırı sayılır miktarda, mebzul miktarda gerekçeyi Hükûmetimize teklif ettik, Hükûmetimiz de bunu kabul etmedi." gibi bir şikâyet çuvalına doldurup o çuvallardan aldığımız işte neyse milletimize onları Hükûmetimiz adına arz edip, şikâyet edip, oradan yeterli teveccühü alıp burada doğrusunu yapmaya çalışacağız. Siyasi mekanizmanın böyle çalışıyor olmasını çok verimli bulmadım, bulmuyorum.
Hükûmetimiz her teklifimizi kendi kalelerine gol atacakmışız hissiyatıyla göğüslüyor. Muhalefetin de kabul ediyorum ki -en azından hepsi öyle değildir ama- bir bölümü şöyledir: Ne yapıp yapıp Hükûmetin kalesine gol atalım şehvetine kapılmış. Bu ikisinin arasında terörle mücadele yetkisi ve salahiyeti isteyen Hükûmetimizin etkin mücadele, acil eylem ve hesap verilebilir, sorulabilir alanlarda da Hükûmete daha rahat hareket etme, idareye hareket etme imkânını arzu eder taleplerinin arkasında bizim itirazlarımız mücadelenin bir tarafında terör bölgesinde itirazlarla birleşir alanlar olduğu için biz de muhalefet tarafında göğsümüzü gere gere sözümüzü, sesimizi çok duyuramıyoruz. Yani ucunda, PKK'nın canımızı yakmaya teşebbüs ettiği bir bölgeye müdahale talebinin de olduğu bir yerle alakalı Hükûmetin talebini şerh etmeye kalkınca terör sevicisi olma parantezine girmekten korkuyoruz. Dolayısıyla bu, bizim itirazlarımızın iltihaplı alanı hâline geliyor. Sözümüz, sesimiz, teklifimiz, tenkidimiz mutlaka şerhlerle konuşma ihtiyacıyla karşı karşıya bırakıyor bizi arkadaşlar, Hükûmetimiz hassasiyetimizi anlasın diye şerh ediyorum. Uğur Bey'in konuşmasında...
Bazen ayan olanı beyan etmek lüzumsuzdur ama ayan olanı bir kere daha beyan ediyorum: Gençlik yıllarımızdan itibaren vatanımız, milletimiz, dinimiz, devletimiz için bir vatan nöbeti tutmaktayız. Hassasiyetlerimize havi olan iş şudur: Devletimizin varlığını tehlikeye düşürecek hiçbir organizasyona bir toplu iğne başı kadar illiyet ve iltisakı olan insanlara tolerans göstermemek vatan borcudur, namus borcudur, şeref borcudur bize. Hep o hat üzerinde siyasi mesuliyetimizi kodladık. Lakin bizim bugün, Hükûmetimizin terörle mücadelede zafiyet geçirmesinler, mutlaka yetkileri, salahiyetleri, devletimizin istikbaliyle ilgili bir endişeyi izole edecek şekilde artırılsın desteğimizin rağmına, Hükûmetimizin öğrenme maliyetleriyle ilgili endişelerimiz var. Yani artan yetki taleplerinden doğan Hükûmetin inisiyatifinin ve bu inisiyatifi kullanma şeklinin bu on altı yıl boyunca yanılma paylarından korkar hâle geldik.
Milletinizin Türk milleti olduğunu öğrenme maliyetinizden korkuyoruz, korktuk. Fetullah Gülen terör örgütünün terör örgütü oluncaya kadar bu yetkilenme süreçleri içerisinde kullandığı alanlardan devletimize suikast etmeye yöneldikleri 15 Temmuza kadarki sürecin içerisinde artan yetki taleplerinin her seçimden sonra elinize geçirdiğiniz ve yenilmezliğinizi hamlettiğiniz siyasi sonuçların size sağladığı imkânları kullanma şekline ve bu imkânlardan doğan yetkileri kullanma usullerinize itiraz ediyoruz. Bunu şuraya birleştirdiğim için korkuyorum: Yani ne yetkinizden ne yetki talebinizden ne bu yetkilerden doğacak hakkı kullanma yerinizden imtina etmiyoruz, kullanın, kullanmanız lazım, devletimizi ayakta tutalım, memleketimizin huzurunu sağlayalım ama takdir etmelisiniz ki çok parlak bir sicile sahip değil Hükûmetimiz. Yani artan yetkilendirilmiş mahkemelerle ordunun itibarına suikast edildiği bir dönemi beraber yaşadık. Genelkurmay Başkanının silahlı terör örgütü olmak gibi -bir parantez içerisinde- itibarına ziyan edildiği bir sürecin içerisinde aslında bizim de mesuliyetimizin olduğu yerleri biliyoruz arkadaşlar. Bayraklara müdahale ettiğimiz, Türkiye Cumhuriyeti devletinin adıyla ilgili tartışmalar açtığımız, bugün terör parantezinde her türlü şeye müdahale hakkını kendimizde bulduğumuz -sizin- bizim her zaman bulduğumuz ama sizin bugün, öncelik hâline getirdiğiniz işler içerisinde, biz, Allah'a hamdolsun, hiç değilse şu rahatlıkla konuşabilir durumdayız: Siz, terör örgütü parantezinde bugün, bu düzeyde tonlamayla mücadele etmek istediğiniz insanlarla otururken de biz aynı şeyi söyledik, söyledik, duymadınız. Şu parantez içerisine alarak söyledik, dedik ki: Cemaatlere devlet olma hakkını verirseniz bugün kurtarabildiğiniz işi yarın kurtaramazsınız.
İtiraf etmek zorundayım ki ben aslında Hükûmetin kendi meşruiyet sosyolojisini bina ettiği yere aitim. 28 Şubat sürecinden itibaren devletin birtakım uygulamalarını antidemokratik bulan, onlardan mağdur olan, o mağduriyet üzerinde kendime millî, dinî ve inançlarıma uygun bir mukavemet hattı kuran bir kardeşinizim ben sizin. Ben 28 Şubat sürecinde "başörtüsü" diye konuştuğunuz o mağduriyet siyasal ikliminin içerisinde kızlarımız başörtüsü takamıyorlar diye başlarına, erkeklerin başörtüsü takma organizasyonunu kuranlardan biriyim. 28 Şubatta -adını şerefle, izzetle anayım, vefat etti rahmetle anayım- Muhsin Yazıcıoğlu'yla bu siyasi hatta, ben milletin gadre uğramışlığına mukabele eden siyasi şuurun arkasında duranlardanım. O yetkilerin arkasında yetkileri kullanma şeklinin bizi iddialı hâle getirdiği günlerin insanıyım ben de.
Yani üniversitelerin tek sesli hâle getirildiği zaman konuştuk, dedik ki: "Bu üniversitelerde niçin tek tip insan yetiştirmeye çalışıyorsunuz? Bu üniversitelerde niçin sadece size ait..." Hükûmete kızgınlıklarımızın cümleleri bunlar, beraber kurduk bu cümleleri. Hükûmetin yöneticilerine, o zaman hükûmette olanlara avazımız çıktığı kadar bağırdık, dedik ki: Bu üniversiteler, hür tartışmanın, serbest fikrin kürsüleridir. Burada bizim gibi düşünmüyorlar diye bugün gadre uğrattığınız insanlar yarın sizin yerinize geçtikleri zaman size sizin gibi davranmayacaklar dedik biz, dedik.
Ben bugün Hükûmetinizi... Alınganlık etmeyin diye söylüyorum, siz derken sizin içine kendimi de katarak siz, biz derken bizim mesuliyetimize sizi de katarak biz diyorum. Dolayısıyla, istirham ediyorum, alınganlık etmemeniz için bu açıklama şerhimi şuna katın: Biz kendi iddialarının altında kalmış bir siyasal iktidarın hesabıyla da konuşmaktayız. Yani ben bugün burada Hükûmetin yaptığı şeylere sadece kuru bir teşekkür edecek tarafın sözcüsü değilim, yaptığınız her doğru işin hissesine hamd düşüleceği tarafım. Yaptığınız her doğru işin beni şükür secdelerine taşıdığını bilmenizi isteyen tarafım. Şimdi, dolayısıyla, burada, yapamadıklarınızın mesuliyeti adına kurduğum cümleler de mahcubiyetimin cümleleridir, mesuliyetimi artıran alanın cümleleridir. Yani bugün biz üniversitelerde... Arkadaşlar, basın hürriyetini konuştunuz, ifade hürriyetini konuştunuz; yeminle söylüyorum, ben bu siyasal dille üniversitelerde serbest kürsü arar hâle, kendim konuşamaz hâle geldim, bırakın sizin muhaliflerinizi. Ben üniversitelerde konuşurken üniversite yönetimlerinde olup da bize mihmandarlık eden hocaların şu korkularıyla konuştum arkadaşlar: "Ya, hükûmete birazcık kantarın topuzunu kaçırır cümleler kurarsa acaba biz sıkıntıya düşer miyiz?" Hâlâ öyle konuşuyorum. "Çocuklarımız üniversitede okuyamıyorlar." diye başlattığımız mücadeleyi biz kendimiz üniversitelerde konuşamaz hâle getirerek finale taşıyamayız. Dolayısıyla yetkilerinizi kullanırken bizim fikir geleneğimizin nerelerden beslendiğini unutmamak zorundasınız. İmam Gazzalî'nin müderrislik yaptığı medreselerde Allah'ın varlığını, yokluğunu kendi öğrencilerine paylaştırıp tartıştırdığı bir geleneğin üniversitelerimizi ayakta tuttuğunu bilen insanlarız arkadaşlar. Dolayısıyla ben "İfade hürriyeti var." diye konuştuğunuz, "Önünü açıyoruz." diye övündüğünüz bu sürecin içerisinde televizyona çıkma imkânı bulamayan bir siyasal partinin saflarından buraya geldim. Üniversitelerde konuşama, televizyonlarda konuşama, gazetecilerle tebdili kıyafet görüş, kanaatlerini izhar edeceğin, kanaatlerini ifade edeceğin gazetecilerin isim vermeden kanaatlerini paylaşmasına dair bir korku ikliminin içinde konuş, ondan sonra da deyin ki: "Olağanüstü hâli sadece ülkenin huzuruna dair bir hassasiyetle istiyoruz." İsteğinize itirazım yok, bu mevzuda samimiyetinize de tam anlamıyla kaniyim ama bu yetkileri kullanma şeklinizi eksik buldum, yanlış buldum çoğu zaman çünkü o hassasiyet girdabının içerisinde ben, size ait sosyolojinin cümlelerini kuruyorum. Ben, sizin de üzerine şahsiyetinizi bina ettiğiniz değerler dünyasına ait bir yerden konuşuyorum.
Dolayısıyla Milliyetçi Hareket Partisinden Uğur Bey konuştu, hattını çizdi ki "Bu memleketin hukuka değil, huzura ihtiyacı var." Ama biz, hukukun huzur getirdiğine inananlardanız. Yani huzur gelecek diye hukuku ıskalayacak bir geleneğin insanları değiliz biz. Biz, bu memlekette Diyanetin reyi ile Hayrettin Karaman'ın reyi çarpışınca Hayrettin Karaman'ın reyini tercih eden bir geleneğe aitiz arkadaşlar. İstirham ediyorum, hatırlayın lütfen. 1990'lı yıllarda "Diyanet mi, Hayrettin Karaman mı?" diye söz çatışınca biz aslında "Diyanet değil, Hayrettin Karaman." diyenleriz. Hatırlayın lütfen. Ama şimdi ben bile bu hassasiyetlerin içerisinde kalbi artık bu işlere doğrulmaz hâldeyim.
Dolayısıyla bugün burada size ifade etmeye çalıştığım iş şudur: Bazen siyasal meşruiyet...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YAVUZ AĞIRALİOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum Başkanım.
Şunun şehvetine kapılmış olmayı, kendi namıma, mukaddesatçılığımıza, milliyetçiliğimize, muhafazakârlığımıza yakışır bulmuyorum. Parmakların hakkı oylar hâle gelmesine biz razı olacak taraf değiliz. Başkaları razı olabilir, biz olamayız çünkü eğer parmaklar haklılığa alamet olsaydı, dünyada Müslüman nüfusunun kaç olduğuna bakacaksınız. Çoğunluk, haklılığa delalet olmuyor çoğu zaman.
Bu yüzden bu mutabakat alanlarını en azından böyle inşa süreçlerinde açabildiğiniz kadar açmanızı hem grubum adına hem partim adına teklif ediyorum. Aynı zamanda bu teklifim, sizin de ait olduğunuz değerler dünyasına mesuliyetimizdir bizim. Doğru iş yapmak, düşmanlarınızın, siyasi hasımlarınızın ya da rakiplerinizin sizin hakkınızda söylediği itibar cümlelerine bağlıdır. Azken tevazu sahibi olmak, azken toleranslı olmak, azken hoşgörülü olmak kıymetli değildir; çokken tahammül etmek, çokken anlamak, dinlemek, güçlüyken hasımlarınızın ya da rakiplerinizin adaletinizden emin olduğu bir siyasal dili inşa etmek mesuliyetinizdir. Dolayısıyla tenkit haklarımızı, tekliflerimizi bu çerçevede değerlendirmenizi istirham ediyorum.
Hepinize saygılarımı arz ediyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ağıralioğlu.