| Konu: | Cumhurbaşkanlığının, Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekat ve misyonlar kapsamında hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesi ve Hükûmet tarafından verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2/8/2016 tarihli ve 1119 sayılı Kararı'yla Hükûmete verilen ve 17/7/2017 tarihli ve 1156 sayılı Kararı'yla uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 31/10/2018 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/36) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 2 |
| Tarih: | 02.10.2018 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYDIN ADNAN SEZGİN (Aydın) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Yeni dönemin ülkemize hayırlı olmasını diliyorum.
Silahlı Kuvvetlerimizin Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında yurt dışına gönderilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17 Temmuz 2017 tarihli ve 1156 sayılı Kararı'yla verdiği iznin süresinin 31 Ekim 2018 tarihinden itibaren bir yıl süreyle uzatılmasına dair Cumhurbaşkanlığı tezkeresi hakkında İYİ PARTİ'nin görüşlerini açıklamak üzere huzurunuzda bulunuyorum.
Perişan durumda olan, yanıp tutuşan, aslında yakılıp tutuşturulan, derin insani facialar yaşayan, El Kaide'nin ve isminde cihat kavramını istismar eden birçok etnik ve dinî örgütün, cinayet ve çıkar şebekelerinin en kötü örneklerinin tasallutu altında bulunan bu iki ülkede düzenin sağlanmasına katkıda bulunmak amacıyla Birleşmiş Milletler örgütü çatısı altında inisiyatif alınmış olması, Birleşmiş Milletlerin bu konuyu sahiplenmesi elbette olumludur ve görev ve yetkilerine de uygundur. Ne var ki Birleşmiş Milletlerin harekât ve misyonları Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'yle ilgili ilk kararların alındığı yıllardan bu yana nihai hedefe ulaşamamışlardır. Mali'de de, Orta Afrika Cumhuriyeti'nde de felaket, acı, gözyaşı, uluslararası barış ve güvenliğe karşı risk ve tehditler biraz önce sözünü ettiğim grup ve şebekelerin mevcudiyetiyle birlikte sürmektedir. Türkiye'nin de uluslararası iş birliğine, Birleşmiş Milletlerden meşruiyet alan insani yardım ve kolektif güvenlik teminine yönelik düzenlemelere katılması hem büyüklüğünün icabıdır hem de uluslararası barış ve istikrara katkı iradesinin ifadesi bakımından çok önemlidir. Elbette bunun uluslararası itibarımız bağlamında da bir boyutu vardır. İtibarımızın ve güvenilirliğimizin bugün yansıttığı hazin görüntü itibarıyla bunu özellikle belirtmek istiyorum.
Çok değerli milletvekilleri, dünya Afrika'ya borçludur, Afrika dünyadan alacaklıdır. Bu borcun tarih içinde ve günümüz itibarıyla muhasebesine girmiyorum. Bu kıta dünyanın en az gelişmiş ülkelerinin çoğunu barındırmaktadır; sefalet ve ızdırap günlük hayatın parçasıdır, yöneticilerin birçoğunun yozlaşması ve yolsuzluğu had safhadadır, demokrasi ve hukuk eksikliği pek derindir. Dünyada en yüksek sayıda silahlı çatışmanın yaşandığı kıta Afrika'dır. Evet, Afrika, mutlaka uluslararası dayanışmadan en geniş şekilde istifade etmelidir. Maalesef uluslararası camianın hem ekonomi hem güvenlik hem de hukuk alanındaki katkıları yetersizdir. Ülkemizin de bu büyük kıtanın kadersiz insanlarına olumlu anlamda bir sorumluluğu vardır. Bunun sahici bir siyasete dönüşmesi gereklidir.
Afrika aynı zamanda iyi bir geleceğe adaydır, geniş potansiyelleri ve dinamikleri vardır. Tabii, bu potansiyel ve dinamiklerin Türkiye ekonomisine kayyum olarak tayin edilen ve özel bir IMF gibi görev üstleneceği anlaşılan McKinsey şirketinin 2010 yılında yayınladığı ve yanıltıcı bir iyimserlik içeren raporunda belirttiği ölçeklerde olmadığı tespit edilmiştir. McKinsey şirketi 2010'dan itibaren altı yıl sonra hesaplarını aşağıya doğru revize etmek ve farklı bölgelerde, Afrika'nın farklı bölgelerinde farklı kalkınma hızlarını ayırt etmek zorunda kalmıştır, aynı zamanda sınıfta da kalmıştır. Öne sürdüğü verilerin güvenilirliği derin tartışma konusu olmuştur. Ama 2010 yılındaki raporundan sonra altı yıl boyunca Afrika'yı sömürü sahası olarak gören ülke ve çevreler Afrikalılara her açıdan zarar getiren şedit rekabetlerini misliyle katlamışlardır. Bu tespiti Afrika'yla ilgili birçok yayında ve yorumda bulabilirsiniz. Ben Ebola salgınlarında dahi payı olduğu söylenen McKinsey konusunda sadece bu sözlerle yetineceğim, şirket hakkında Afrika ve diğer kıtalarla ilgili olarak öne sürülen vahim iddialara değinmeyeceğim.
Evet, Türkiye de Afrika'ya açılmalıdır. Afrika'ya açılım niyeti doğru bir niyettir. Bu, tarihimize istinat eden olumlu sorumluluğumuzun bir gereği olduğu kadar geleceğe ait ekonomik, siyasal, stratejik mülahazaların da bir icabıdır. Fakat Afrika'ya dönük yeni atılım sürecinin başlangıcında kılavuzluk maalesef ve maalesef FETÖ terör örgütüne bırakılmış, politikamızın yönü ve esası nerede, hangi büyükelçiliğimizin açılacağından Türk Hava Yollarının Afrika destinasyonlarına varıncaya kadar bu hain örgütün etkisiyle belirlenmiştir. Ne hazindir ki, bugün de Afrika ülkelerinin çoğuyla birinci gündem maddemiz terör şebekesinin okul ve hastanelerinin kapatılması talebine odaklanmıştır. Bu yaygın, aslında yaygınlaştırılmış ağı küçük adımlarla daraltmayı bazı ülkeler kabullenmekte, bazıları ise talebi karşılıksız bırakmaktadır. Biz de buradan o ülkelere çağrıda bulunuyoruz, "FETÖ örgütünün ülkelerinizdeki her türlü varlığına son verin." diyoruz; ama, iktidarın da, sıkça karşılaştığımız üzere, enerjisini ve ülkenin itibarını hata onarımına harcamasına üzülüyoruz.
Sayın Cumhurbaşkanı dün Türkiye Büyük Millet Meclisini açış konuşmasında küresel bir güç olma yolunda ilerlediğimizi söyledi. Buna kendisi gerçekten inanıyor mu, bilemem, ancak şunu biliyorum: Küresel güç olma yolunda hata üzerine hata yapıp bunları ve ülkeye yarattığı zararları düzeltmek için çaba harcama girdabı içinde ilerlenemez. Küresel güç veya bölgesel güç olma yolunda ilerleyen ülkelerin dış politikası yalpalamalara, savrulmalara uğramaz, mübeddel hiç olmaz. Bu bağlamda, iktidarın sözcülerinin son dönemde dış politikada "millî menfaat, ulusal çıkar" kavramlarına sıkça vurgu yapmaya başlamalarını, uluslararası ilişkilerde aklın yolu olan ortak çıkarlar mefhumu, ortak çıkarlara ulaşma mefhumu üzerinde durmalarını memnuniyetle karşılıyoruz; ama, tabii ki, "millî menfaat, ulusal çıkar" kavramını nasıl tarif ettiklerini, nasıl gördüklerini de yakından izleyeceğiz. Tanım ve tespit konusunda ön yargılı değiliz ama geçmişe baktığımızda kuvvetli tereddüt ve şüphelerimiz de olağan karşılanmalıdır.
Sonuç olarak, MINUSMA ve MINUSCA'ya uluslararası camiayla dayanışma, uluslararası barış çabalarına Birleşmiş Milletler zemininde destek olma adına katkıda bulunulmasına "evet" diyoruz. Türkiye'nin, Afrika Kıtası'nın geleceğinin inşasına cömert, dürüst ve makul bir anlayışla, ulusal çıkarlarını denge içinde gözeterek yardımcı olmasını temenni ediyoruz.
Teşekkür ediyor, Genel Kurula saygılarımı sunuyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)