| Konu: | Cumhurbaşkanlığının, Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekat ve misyonlar kapsamında hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesi ve Hükûmet tarafından verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2/8/2016 tarihli ve 1119 sayılı Kararı'yla Hükûmete verilen ve 17/7/2017 tarihli ve 1156 sayılı Kararı'yla uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 31/10/2018 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/36) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 2 |
| Tarih: | 02.10.2018 |
AK PARTİ GRUBU ADINA HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Sayın Başkanım, Gazi Meclisimizin değerli üyeleri; Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında yurt dışına asker gönderilmesine ilişkin tezkerenin bir yıl daha uzatılması hakkında AK PARTİ Grubumuzun görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım. Bu vesileyle siz saygıdeğer Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Sözlerimin hemen başında 27'nci Dönem İkinci Yasama Yılının ülkemize, milletimize hayırlar getirmesini Yüce Allah'tan niyaz ediyorum.
Sayın milletvekilleri, Afrika Kıtası bizim için müşterek tarihî geçmişimiz ile kültürel bağlarımızın olduğu bir kıtadır. Türkler Anadolu'dan önce Afrika'da varlık göstermişlerdir. Bugün dev ekonomilere sahip devletlerin kıtada etkinlik kazanma arayışları bu kıtanın önümüzdeki yüzyılın parlayan yıldızı olacağına, hatta şimdiden göz kamaştırdığına işaret etmektedir. Kıtanın büyüklüğü 30 milyon kilometrekareden daha fazladır ve bu büyüklük yaklaşık 38 Türkiye büyüklüğü demektir ve bu büyüklük Amerika Birleşik Devletleri'nin 3 katı demektir.
Afrika Kıtası, Cebelitarık Boğazı, Süveyş Kanalı ve Babülmendep adı verilen Afrika Boynuzu'ndaki geçiş kapılarının bulunduğu coğrafyada yer almaktadır. Yani Batı'nın Uzak Doğu'ya bağlanmasında en kestirme yollar üzerinde bulunan kapılara ev sahipliği yapmaktadır bu kıta.
Afrika Kıtası'nda toplam 55 bağımsız devlet bulunmaktadır. Bu devletler Afrika Birliği çatısı altında teşkilatlanmış ve Birleşmiş Milletler tarafından da kabul edilen devletlerdir. Kıtanın toplam nüfusu ise yaklaşık 1 milyar 200 milyon kişi civarındadır. Kıtanın gayrisafi hasılasının 1,5 trilyon dolara ulaştığı ifade edilmektedir. 2020 yılındaki ekonomik büyüklüğünün ise 2,6 trilyon dolara ulaşması beklenmektedir. Türkiye'nin Afrika'ya olan uzaklığına bakacak olursak şu örneği verebiliriz: İstanbul'dan kalkan iki uçak Van'a ve Kahire'ye aynı anda iniş yapmaktadır, bu kadar yakındır Türkiye ile Afrika birbirine. Öte yandan, Afrika'nın Cebelitarık Boğazı üzerinden Avrupa'ya uzaklığı sadece 44 kilometredir.
Kıtayla ilgili tüm bu verilerden sonra "Ne işimiz var Afrika'da?" veya "Türkiye neden dış politikasını Afrika'yla meşgul ediyor?" diye soru sorma hakkımız da yoktur, lüksümüz de yoktur.
Değerli milletvekilleri, bugün burada görüşmekte olduğumuz Sahraaltı Afrikasının iki ülkesi olan Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'ne ilişkin tezkere vasıtasıyla aslında iki hususu Meclisimizin ve milletimizin gündemine getirme imkânı buluyoruz. Bunlardan birincisi, 19'uncu yüzyılın sonlarından itibaren Afrika'da yaşanan insanlık dramıdır. Son iki asırdır Afrika Batı'nın mezalim coğrafyasıdır, Afrika bir çekim alanı, Afrika bir mücadele alanı, Afrika bir paylaşım alanıdır; Afrika garip, Afrikalı mazlum, Afrikalı mağdurdur. Asırlardır Afrika'ya uygulanan sömürgecilik faaliyetleri Afrika'yı küresel güçlerin ve emperyalistlerin ileri karakolları hâline getirmiştir. Batılıların insanlık adına, medeniyet adına, teknoloji adına Afrika'ya ne götürdüklerine bir bakın; Afrika'da bir insanlık dramı yaşanıyorsa, Afrika'da katliamlar yaşanıyorsa, Afrika'da sadece ve sadece renkleri siyah olduğu için kobay konumuna konulan insanlık toprağa düşürülüyorsa bunun en önemli nedeni ecdadımız gibi yeryüzünde adalet ve vicdan sahiplerinin de kendi dertlerine düşmüş olmalarıdır maalesef. Daha Sultan Abdülmecit döneminde, 1845-1850 yıllarında İrlanda'daki patates kıtlığına, açlığa ve sefalete çare olmak için gemilerini ve imkânlarını İrlanda Adası'na seferber eden Osmanlı'nın Afrika'ya bigâne kalması mümkün müydü? Bugün "Sahraaltı Afrika" denen bölgelerde, Sudan'a, Somali'ye, hatta Tanzanya'ya, Zanzibar'a, oradan Güney Afrika'ya kadar uzanan coğrafyada ecdadımızın güçlü dönemlerindeki şefkat ellerinin izlerini görüyoruz. Ancak ne zaman ki yeryüzünde adaletin ve şefkatin sesini zayıflattılar, işte o zaman Afrika'da da gezenler çoğalmaya başladı.
Afrika'nın zulme uğramasının gündeme getirilmesinin ardından bu tezkereyle bugün ikinci olarak gündeme getirmeye fırsat bulacağımız konu ise son on beş yılda ülkemizin değişen dış politika paradigmasıyla başta Afrika olmak üzere yeryüzündeki tüm mazlum milletlere ve coğrafyalara nasıl umut olduğu gerçeğidir. Dış politikada 21'inci yüzyıl Türkiyesinin yeni paradigması statükodan ve geleneksel güvenlikçi politikalardan sıyrılarak daha proaktif ve meful değil, fail bir dış politika anlayışıdır. Küresel anlamda söz sahibi olan; edilgen değil, kendisine empoze edilen politikalarla hareket eden Türkiye değil; artık tam bağımsız, yerli ve millî eksende kendi dış politikasını belirleyen, stratejik sektörlerde de "O ne der, bu ne der" kaygısı taşımadan tamamen kendi menfaat ve çıkarlarına odaklı hizmet anlayışını geliştiren bir dış politikayı ülke olarak artık özümsemiş bulunuyoruz. Artık dünyanın neresinde bir hadise varsa, bir zulüm, bir haksızlık, bir sorun varsa, orada Türkiye akla gelmelidir ve gelecektir. İnsan onurunu, barışı ve adaleti esas alan bir dış politika anlayışımızın bir sonucu olarak, yaratılanı Yaradan'dan ötürü sevmenin bir gereği olarak şekillenen dış politikamız sonuç vermeye başlamıştır.
Bugün görüştüğümüz tezkerede de olduğu gibi artık Afrika'da halklar ve hükûmetler arasında bir sorun varsa bu sorun Türkiye'siz çözülemez. Zira Türkiye'nin şefkat eli, dost eli o halklara yıllardır öylesine ulaşmıştır ki o ülkelerin halkları Türkiye'siz bir çözümü kabul etmez hâle gelmişlerdir. Bugün Somali'de Türkiye'siz bir çözüm mümkün müdür? Daha yedi sekiz yıl öncesine kadar her yıl on binlerce insanın, çocuğun, kadının açlıktan hayatını kaybettiği Somali'de artık, hamdolsun, yüzler gülmeye başlamıştır.
Sayın milletvekilleri, bugün Türkiye'nin yumuşak gücü olarak gördüğümüz insani diplomasi kurumları olarak görev yapan TİKA, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, AFAD ve Kızılay gibi kurum ve kuruluşlarımızın kıtada gerçekleştirdiği projeler sayesinde Afrika milletlerinin yüreğinde "İşte beklenen döndü." hissinin uyanmasına vesile olunmuştur. Özellikle 1991 yılından itibaren iç çatışmalar nedeniyle devlet otoritesinin ortadan kalktığı; açlığın, kıtlığın ve sefaletin kol gezdiği; Somali'yi bütün dünyanın unuttuğu, sırtını döndüğü, ölüme terk ettiği bir süreçte Sayın Cumhurbaşkanımızın 2011 yılı Ağustos ayında bütün güvenlik risklerini göze alarak başkent Mogadişu'ya beraberindeki heyetle birlikte iki uçakla inmesi, sadece Somali için değil, tüm kıta devletleri için bir çığır açmıştır.
Sayın milletvekilleri, bugün Türkiye'nin Somali'de yaptıkları, sadece Somalililerin değil, tüm kıta ülkelerinin saygınlığını kazanmış ve kıta genelinde farkındalık meydana getirmiştir. Somalili yöneticilerin yapılanlar için Türkiye'ye ve milletimize olan teşekkür duygularını ifade ederken söyledikleri cümleler var ki bu cümleler milletimizin gurur kaynağıdır. Somalili yöneticiler Türkiye'yle resmî temaslarında iki olaya atıfla ülkeleri için bu olayları dönüm noktası olarak göstermektedirler. Bunlardan birincisi, Sayın Cumhurbaşkanımızın 2011 yılındaki seyahatinde verdiği talimat üzerine 2015 yılında tamamlanarak hizmete açılan hastanenin yapılmış olması. Bir diğeri ise 2017 Ekim ayında başkent Mogadişu'da 500'den fazla kişinin hayatını kaybettiği patlama neticesinde yaralananların uçaklarla alınıp, getirilip Türkiye'deki hastanelere yerleştirilmeleri ve şifa bulmalarıdır. İşte Türkiye'nin bu iki faaliyeti nedeniyle bugün Somalililer aynen şunu söylüyorlar, Somali Cumhurbaşkanının ifadesiyle: "Eskiden Somalililer hasta olduğunda Azrail'i bekliyorlardı. Şimdi Somalililer hasta olduğunda Türkleri bekliyorlar." (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri, Hükûmetimizin bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu'nun, genişleyen topraklarında doğrudan temas kurulan bu Afrika Boynuzu ülkesine gösterdiği önem, onlarca yıldır açlık ve çatışmalara sahne olan Somali'de gözle görülür birtakım değişimleri de beraberinde getirmiş durumdadır. Aynı izlenimleri Sudan'da da, Nijer'de de, pek çok Orta ve Batı Afrika ülkesinden de almaya devam ediyoruz. Kaldı ki Türkiye'nin kıta devletlerine ilişkin faaliyetleri sadece kalkınma iş birliğine matuf değildir. Biraz evvel ifade ettiğim gibi, ecdadımızın Afrika'daki varlığı Anadolu'daki varlığından öncedir. Biz bu ülkelerle ortak bir kültüre ve müşterek bir geçmişe sahibiz. Bu nedenle, geçmişe dönerek ortak tarihimizi yeniden ayağa kaldırmak da Türkiye'nin hedefleri arasında yer almaktadır.
Sayın milletvekilleri, Sudan'a yaptığımız bir ziyarette karşılaştığımız manzarayı sizlere nakletmek isterim. Sudan'ın Kuzey Darfur Bölgesi'nde, El Faşir'de halkın arasına karışıp Türkiye'den geldiğimizi söyleyince orada bulunan herkesin bize kendilerinin Ali Dinar'ın torunları olduklarına dair söylemlerine şahitlik ettik. Peki, kimdi Ali Dinar? Neden bize Sudanlı kardeşlerimiz ısrarla Ali Dinar'ın torunları olduklarını söylüyorlardı? Sayın milletvekilleri, buradaki birçok arkadaşımız belki de "Ali Dinar" ismini ilk defa duyuyordur. Ali Dinar, etrafı İngilizler tarafından çevrelenmiş Darfur Sultanlığı'nın 1915 yılındaki Hükümdarıdır. Osmanlı'nın son döneminde, Birinci Dünya Savaşı'nda Sultan Reşat eski imparatorluk topraklarında bulunan her yönetime İngilizlerle savaşma çağrısı yapmıştır. Nitekim Başkomutan Vekili olan Enver Paşa'nın Yaveri Nuri Bey vasıtasıyla Hükümdarın bu çağrısı bir mektupla Darfur Sultanı Ali Dinar'a ulaşır. Bunun üzerine Ali Dinar, gücüne ve durumuna bakmaksızın, Sultan Reşat'ın bu çağrısı üzerine İngilizlerle savaşmaya başlar; bu savaşa fiilen katılarak bir yıl süreyle mücadelesini sürdürür ancak Kasım 1916 yılında Mara Dağı'nda şehit düşer. İşte, Sudanlı kardeşlerimizin Türkiye'ye ve milletimize olan bakışı Ali Dinar'ın bu davranışı üzerinden şekillenmiştir ve bu ruh hâli hâlen devam etmektedir.
Şimdi, Türkiye olarak TİKA tarafından Ali Dinar'ın El Faşir'deki külliyesi ayağa kaldırılıyor ve iki ülke arasındaki ilişkiler tarihten aldığı bu güçle yeniden tesis ediliyor.
Sayın milletvekilleri, Türkiye'nin güçlenmesini, büyümesini istiyorsak öncelikle kendimize ait kadim tarihin içerisinden geçmeliyiz, aksi takdirde devletler arasındaki ilişkilerimiz geçici ve konjonktürel olmaktan kurtulamayacaktır. Türkiye'nin Afrika Kıtası'nda Amerika Birleşik Devletleri, Çin ve Avrupalı devletlerle rekabetinde sömürgeciliği eleştiren ve hakça iş birliği öneren yaklaşımı sadece dışa yönelik bir taktik değildir, bilakis üstün bir medeniyet anlayışımızın da sonucudur. Bizim dış politika hedefimiz bir barış ve huzur medeniyetinin uluslararası örnekliği olarak tarif edilmektedir. Şairin ifadesiyle bizi öldürmeye gelenin bizde dirileceği bir uluslararası örneklik inşası hedefleyen dış politika anlayışı bir gün mutlaka galip gelecektir.
Bugün Batılıların altın için, petrol için, uranyum için, elmas için gittiği kıtaya ülkemiz can vermek için, huzur vermek için, omuz vermek için insani hassasiyetlerle gitmektedir. Geçtiğimiz yıllarda kıta geneline yayılan 500 doktorumuzun binlerce Afrikalıyı sağlık taramasından geçirmesi merhamet medeniyetimizin bir tezahürü değil midir? TİKA'nın susuzluktan kırılan bölgelerde açtığı yüzlerce su kuyusu marifetiyle insanlara can suyu sağlaması ne güzel bir hassasiyet değil midir? Maruz kaldığı katarakt nedeniyle hayatının son baharında görme yetisini kaybetmiş ve geri kalan ömrünü zifirî karanlıkta tüketmek zorunda kalan Afrikalıların, Türkiye'den uzanmış müşfik elle yapılan katarakt ameliyatları neticesinde bu kimselerin yeniden aydınlığa kavuşmasının mutluluğunu sözlere dökmek mümkün müdür arkadaşlar?
Bakınız, bu insan merkezli merhamet politikasının sonuçlarını sadece öte dünyaya bırakmıyoruz. AK PARTİ hükûmetlerinin Afrika açılımı 2005 yılının "Afrika Yılı" ilan edilmesi ve aynı yıl Afrika Birliği zirvelerine gözlemci sıfatıyla katılmaya başlaması ve sonunda da Afrika Birliği tarafından ülkemizin "stratejik ortak" olarak kabul edilmesiyle başladı. 2009 yılında sadece 12 Afrika ülkesinde büyükelçiliğimiz bulunurken bugün toplam 41 Afrika ülkesinde Türkiye büyükelçiliği bulunmaktadır. Krizlerle daralan Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri piyasalarından kaynaklanan ekonomik sorunlarımızı biz büyük ölçüde hükûmetlerimizin bu Afrika açılımlarıyla aşmayı başarmıştık. Hatta Sayın Cumhurbaşkanımız "Bu kriz bizi teğet geçecek." dediğinde Afrika'daki kardeşlik açılımlarımız akıllarda kalmıştı.
Türkiye, Afrika'da gerçekleştirdiği kalkınma ve insani yardımlar vasıtasıyla kıtadaki etkinliğini giderek artırıyor. Türkiye, geçtiğimiz on yıl içinde Afrika'ya yönelik insani yardım miktarını artırdı ve bu alanda yeni metotlar geliştirdi. Türkiye'nin insani yardım diplomasisi, gelişmekte olan uluslararası bağışçı bir devlet olarak çok sayıda kalbi ve zihni kazanması için yumuşak bir güç aracı olarak dünyanın Afrika politikalarında ülkemizi başköşeye oturtmuş bulunmaktadır.
Allah bu dünyada da bereketini veriyor şükürler olsun. Bakınız rakamlar neler söylüyor: Afrika Kıtası'yla ticaret hacmimiz 2003 yılında 5,47 milyar dolar iken tüm bu açılımlar ve çabaların neticesinde bu rakam 2017 yılında yaklaşık 5 katlık bir artışla 23,4 milyar doları aşmıştır. Ülkemizin kıtadaki toplam yatırımlarının değerinin 6,5 milyar doları aştığını bilmekteyiz. Türkiye, insani ve kalkınma yardımlarını bütüncül bir yaklaşımla ele almaktadır. Ülkemizin Sahraaltı Afrika'ya olan toplam kalkınma yardımları 2000 yılında 330 bin dolar seviyesinde iken 2008 yılında 105,3 milyon dolara, 2015 yılında ise 395,77 milyon dolara yükselmiştir. Bu rakamın bu yılın sonunda 600 milyon doları aşması beklenmektedir. Biz inanıyoruz ki, Afrika'ya verdiğimiz her destek insanlığın ortak kaderine olan bir yatırımdır. Meyvesi de hepimize ve tüm insanlığa huzurlu ve barışçıl bir dünya olarak geri dönecektir.
Değerli milletvekilleri, uluslararası ölçekte giderek artan aktif ve etkin dış politikalarımızın bir sonucu olarak ülkemiz iş birliği ve ortaklık politikası kapsamında hâlen Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında Lübnan'da, Afganistan'da, Mali'de, Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde, Liberya'da, Güney Sudan'da, Fildişi Sahili'nde ve Darfur'da; NATO kapsamında Kosova'da, Afganistan'da ve Akdeniz'de, Avrupa Birliği şemsiyesi altında ise Bosna-Hersek'te ve Kosova'da yürütülen barışı destekleme harekât ve misyonlarına katılmaktadır. "Türkiye Türkiye'den büyüktür." deyişini bir kez daha hatırlamamız gereken bir tezkereyi görüşüyoruz. Osmanlı'dan günümüze kadar bir Afro Avrasya yani Avrupa-Asya-Afrika ülkesi olan ülkemizin 21'inci yüzyılın gerçekleriyle uyum içerisinde yeni bir döneme giren Afrika politikasının da bir gereği olarak bölgede yer alması stratejik bir önceliktir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin yaşatmaya, ihya etmeye, imar etmeye yönelik medeniyet anlayışı ve dünyanın neresinde olursa olsun yaşanan haksızlıklara, adaletsizliklere ve zulme karşı sesini yükselterek itiraz etmesi esasen birçok ülkenin maruz kaldığı adaletsizlik ve haksızlıklar karşısında dile getiremediklerinin sesi olmaktadır. Türkiye'nin Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğindeki bu vizyonu âdeta küresel sistemin vicdanı olmuştur. Son birkaç yıldır Sayın Cumhurbaşkanımızın "Dünya beşten büyüktür." mottosuyla Birleşmiş Milletlerdeki hâkim ve adaletsiz düzene yaptığı itirazı artık açıktan destek görmeye başlamıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla) - Nitekim bunun yansımalarını Birleşmiş Milletler nezdindeki oylamalarda da görmekteyiz. Artık birçok ülke bu oylamalarda Türkiye'nin savunduklarının adaletin, hakkaniyetin ve insanlığın tarafı olacağı kabulünden hareketle bu yönde oy vermektedir. Biz bunu Filistin oylamasında da, Türkiye'nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin geçici daimi üyeliği oylamasında da, hatta geçen yıl, 2017 yılında UNESCO Yürütme Kurulu üyeliğinde Almanya'yla yaptığımız yarışta da bu ülkelerin blok hâlinde Türkiye'yi desteklediklerini görmekle müşahede etmiş bulunuyoruz.
Değerli milletvekilleri, söz hakkı doğurunca...
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Başkanım, hayırdır?
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla) - ...dış politikamız olunca söylenecek sözler gerçekten bir hayli fazla oluyor. Emin olduğumuz yolda...
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Bir beş dakika daha ver Başkanım, zararı yok.
BAŞKAN - Tamam arkadaşlar, bir dakika, müsaade edin, bitiriyor.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Duymak istiyoruz yani Sayın Bakanı.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla) - ...ayağımızı yere sağlam basarak, Sayın Cumhurbaşkanımızın güttüğü, belirttiği küresel vizyonda...
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Sayın Başkan, beş dakika daha verin.
BAŞKAN - Tamam arkadaşlar, bir dakika, bitiriyor.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla) - ...adaleti ve hakkaniyeti ortaya koymaya devam edeceğiz.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Sesi ver yani, cebinizden parayla gitmiyor, öğrenelim bari hiç olmazsa.
BAŞKAN - Toplam konuşman ondan fazla senin.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Devamla) - Bu bakımdan, bu tezkerenin bir yıl daha uzatılması her bakımdan yararlıdır.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)